Dört Z kuşağı mensubuyla baş başa

Acizane tavsiyem, bu soru ve cevapları genellemeyin, gördüğünüz gibi dört kişiden bile bu kadar birbirinden farklı cevaplar geliyorsa kitlenin tamamını bu şekilde tanımaya çalışmak çok yanıltıcı olur.

BİRKAÇ aile birlikte oturuyorduk. Büyükler başladı “Z Kuşağı şöyle, Z kuşağı böyle” diye konuşmaya. “Z kuşağı” dediğimiz gençlerden biri, “İyi de, niye benim adıma konuşuyorsunuz ki? Müsaade edin de ben kendim konuşayım” mealinde şeyler söyledi. Bundan yola çıkarak dört soru belirleyip Z kuşağından 2 kız ve 2 erkek ile röportaj yaptım. Üçü üniversitede öğrenci, biri mezun. Biri aynı zamanda engelli.

Söz, Z kuşağında!

***

·      Sana göre insan nedir, beş temel ihtiyacı nelerden oluşur?

B dedi ki, “Bana göre insan düşünebilen bir varlıktır. İnsanı insan yapan, değerleri ve düşünceleridir. Vicdanı, insanı insan yapmaktadır. Temel ihtiyaca gelince; barınma, yeme içme gibi şeyler zaten bilinenlerdir, onun dışında sevilmek ve saygı görmeye de temel ihtiyaç gözüyle bakıyorum. Örneğin bir çocuğun her şeyi var, birçok eşyası, giysisi var ama sevgi görmüyor. Bu çocuğun dünyayı da ayaklarına sersen asla mutlu olamaz. Yani sevgisiz hiçbir şey olmaz”.

A ise özetle şöyle diyor: “İnsan evrendir. Evrenin kendini seyretme yöntemidir. Atfedilenlerden ve atfedilebilecek olanlardan fazlasıdır. İnsana dair beş temel ihtiyaç… Bilinç vasfı: Varoluşun en kıymetli kanıtıdır. Fark etmektir. ‘Ben varım’ diyebilmektir. Gelişim: Aynada var olan yansımanın heykeltıraşı olabilmek gerekir. Kim olduğunu bilmek, kim olacağına karar vermek yeteneği atfeder insana. Öz: Evreni özün dışında arayan yalnızca madde bulacaktır. Nitekim varlığının maddeden öte olduğunu da kavrayamayacaktır.”

Peki, L ne diyor?

L: “Bana göre insan diğer türlere göre zihinsel yönden daha gelişmiş bir hayvandır. Bu gelişmişlik yalnızca bir özfarkındalıktan ibarettir. Beş temel ihtiyacı ise beslenmek ve uyumak gibi biyolojik faktörler, güvende hissetmek, toplum içinde bulunmak, kendini fark etmek ve toplum içinde hayatını idame ettirebilmek için adapte olmak olarak sıralamak mümkün…”

Ş de benzer bir görüş paylaşıyor: “İnsan, iki ayaklı primat türü, homo sapiens. İhtiyaçları; ısı, besin, su, barınma, sosyalleşme…”

·      Bir grup/topluluk içinde yer aldığını düşünüyor musun, bunun senin için önemi ne?

Bakın, L bu konuda ne düşünüyor: “Birden fazla topluluk içinde yer aldığımı düşünüyorum. Bu benim için temel ihtiyaçlarımdan biri olan diğer insanlarla beraber olma şartını yerine getirmek adına önemli. Dünyada yalnız olsam yaşamak isteyeceğimi zannetmiyorum. Kişinin en çok iletişimde bulunduğu kişiler, kendi hayatını devam ettirebilmesinde kendisine fayda sağlayacak kişiler olmalı. Bu fayda maddî-manevî herhangi bir şekilde olabilir.”

B’nin dediklerini de merak ediyorsunuzdur: “Ben bir grup veya toplum içinde olduğumu düşünüyorum. Benim için önemi şu: ‘İnsan insana şifadır’ sözünden yola çıkarak, bir sıcacık merhaba, bazen bir insanı hayata döndürür. Bu nedenle bu gibi toplumlarda ilişkiler çok önemli. Ayrım yapmadan, şu bu demeden o kişinin yüreğine dokunabilmek önemlidir. Özelikle çocukluktan çıkmış gençliğe adım atanlar için bu çok önemli. Onlarla kuvvetli bir iletişimimiz olmalı diye düşünüyorum.”

Ş ise epey farklı düşünüyor: “Evet, yer alıyorum. Örnek: İnsan, Türk… Benim için bir önem ifade etmiyor.”

A da farklı bir boyuttan bakıyor: “Bir toplumun içerisinde yer aldığımı benliğime dair en ücra köşelerde dahi hissediyorken bunun önemini tüm yanlarıyla kabul etmeyi de öğrenmekten geçiyor. Aynı zamanda insanın gayesidir anlaşılmak. Yine bu yüzdendir ki, öncelik kendin ile iletişimdir.”

·      Yalan, iftira, tutarsızlık, hak etmediği para, eşya veya unvanı kullanma, hile yapma ve bunların zıttı olan kavramlar hakkında ne düşünüyorsun?

Ş, buna ezber dışı cevap veriyor: “Spesifik olarak düşünmüyorum; iyi ve kötü göreceli olduğu için, bu konseptlerin tamamen iyi veya kötü olduğunu söyleyemem.”

A ise her değeri tek tek kendine göre tanımlıyor: “Yalan/hakikat… Yalan, bir gerçekliğin elinden alınması ile kalan tüm hakikatin artık şüphe ile değerlendirilebilecek olması noktasıdır… İftira, birine atılan çamurun önce kendi elinde kalan yansımasıdır… Tutarsızlık, kendi gerçekliğini korumaktan geçer… Hak etmediği parayı, eşyayı, unvanı kullanmak, lâyık olmadığına ait olmak bireyin vicdanına olan sadakatindeki adalet terazisini sınar… Hile yapmak, zorlu zamanlardan geçilir fakat kişi bu zamanlardan nasıl çıkmayı tercih ederse omurgası öyle şekillenecektir…”

L, B’nin cevaplamadığı bu soru için şöyle diyor: “Bu beş kavram günümüze evrilmiş ahlâk ve hukuk kuralları tarafından kötü olarak kabul edildiği için kişilerin bu kavramlarla hayatına devam etmesi, toplum tarafından dışlanmasına/cezalandırılmasına sebep olabilir. Ancak yine insan toplumlarına özgü bu davranışlar, oldukça doğal davranışlardır. Sebebi ise insanın özünde içgüdüleriyle hareket eden bir canlı olması, bu nedenle kendine fayda sağlayacağını düşündüğü eylemleri gerçekleştirmesidir. Kendisine fayda sağlaması burada çok da önemli değildir, zira kendisinin öyle zannetmesi yeterlidir. Bu kavramların zıtları, insanın çizdiği ideal topluma işaret eder. Ancak bu mümkün değildir. Çünkü bu, yeryüzündeki her insanın içgüdülerini reddetmesi anlamına gelir. Özetle, bu kavramlar kötü olarak kabul edilen ancak var olması zorunlu olan kavramlardır.”

·      Senin için önemli olan beş araç, eşya, materyal veya enstrümanı önemlerine göre sıralar mısın?

Bu sefer A’nın cevaplarıyla başlayalım: “Ajanda/kalem, kitap/dergi, kulaklık, harita, piyano.”

Ş’nin cevabı şöyle: “Materyalist bir dünya görüşüm yok. Hiçbir araç/eşya/materyal/enstrüman benim için önemli değil.” 

L de A ile ortak bir eşyayı önemli bulmuş: “Telefon… Toplu ulaşım araçları, ev, çanta, kulaklık…” 

B, bu soruya iki eşyayı vurgulayarak teferruatlı bir cevap verme ihtiyacı hissediyor: “Radyo… Ben radyoyla büyüdüm. İlmî yönde kendimi radyo vasıtasıyla geliştirdim. Radyo için hep şunu derim: Radyo sayesinde üniversiteye başlamadan kendimi üniversite okumuş gibi hissediyorum… Telefon… Benim için telefon keyfî bir şey değil. Ben kitap okumamı buradan yapıyorum, aldığım eğitimleri buradan takip ediyorum, birçok e-kitap ve makaleye buradan ulaşıyorum.”

Röportaj yaptığım Aliye Cephe ile Beyza Nur Aygören’e, isimlerini paylaşmamda sakınca olmadığını bildirdikleri için kendilerine ismen teşekkür ediyorum. Ş ve L ise bu konuda bir şey söylemediklerinden, kendilerine isimlerinin baş harflerini anarak teşekkür ediyorum.

Konuştuğumuz üç kişi üniversitede ilâhiyat, hukuk ve mühendislik okuyor, biri de psikolojiden yeni mezun. Röportajı içlerinden geldiği gibi cevapladıklarına inanıyorum. Söyledikleriyle ilgili elbette pek çok şey söylenebilir. Bir şey söylemek yerine sizin değerlendirmelerinize bırakıyorum.

Neden bu soruları sorduğumu birkaç cümle ile arz edeyim: İlk soruda, insanı ve dolaylı olarak kendilerini en temelde nasıl tanımladıklarını anlamak istedim. İkinci soruyla da kendileriyle içinde bulundukları toplum/topluluk ile ilişkilerini öğrenmek istedim. Sonraki sorum ise kavramları ve pek tabiî evrensel sayılabilecek değerleri nasıl gördüklerini anlamaya yönelikti. Son sorumuz ise onların eşya ile ilişkisini öğrenmeye dairdi. Acizane tavsiyem, bu soru ve cevapları genellemeyin, gördüğünüz gibi dört kişiden bile bu kadar birbirinden farklı cevaplar geliyorsa kitlenin tamamını bu şekilde tanımaya çalışmak çok yanıltıcı olur. Anket türü çalışmalar soru soranın kafasındaki gibi cevaplar almasına sebep olur ki öyle bir durumda o araştırmaya gerek yoktur.

Özetle şunu söylemek isterim: İster Z kuşağından birini, ister başka bir kuşaktan birini anlamak için mutlaka sohbet yolunu veya yöntemini kullanmak en iyisi. Çünkü herkes orijinal, biriciktir. Yeryüzünde aynısının tıpkısı yoktur. Küçücük gibi görünen farklar, o kişinin aslında her şeyidir. O küçücük gibi görünen özellikler öyle büyük sonuç ve potansiyeller içeriyor ki inanamazsınız.

Hepimizin birbirimizi doğru anladığı zamanların bol olmasını diliyorum.