Döngü

Etrafımızda gördüğümüz her bir madde, kökenindeki elektronların devinimleri sonucu intizam içinde bir varlık ifade ediyorlar. Fizikî âlemde zerreden kürreye bu akıl almaz uyum, bu baş döndürücü senkronize seyir hâli, bize Tek Olana teslimiyetin kâinat eksenindeki muazzam bağlılığını göstermiyor mu?

BİR daire etrafında mavi, yeşil ve kara gözlü çocukların el ele kenetlenmiş hâlde savrulası bir hızla döndüklerini hayâl edin... Kahkahaları yankılanarak evrene dağılırken, onlar aslında kâinatın, eski olduğu kadar hiç eskimeyen ritüelini taklit ediyorlar. Onlar döndükçe yer ve gök birlikte hareket ediyor. Ağaçların ve çiçeklerin menevişli renkleri, birbirine bulanırcasına raks ediyor.

Yalnızca çocuklar mı? Dünya, Güneş, Ay ve kâinata serpilmiş tüm yıldızlar, anbean böyle bir döngüye boyun büküyor. Evrendeki bu helezonik hareketler, iç içe girmiş elvanlı sarmallar, hayran kalınası bir güzellikte, uçsuz bucaksız şekilde arz-ı endam ededuruyor. Bu seyir hâlinin izlerini ve yansımalarını en basit şekilde hem hayatımızın bazı kesitlerinde, hem de eylemlerimizde görebiliyoruz.

Günlük yaşantımızda ihtiyaçlarımıza cevap veren, fayda devşiren, bu basit ve gösterişsiz devr-i daimler hangi mânâlara işaret ediyor? Meselâ bir çay kaşığının ahenkli hareketleriyle şekeri çaya karması kadar yalın ve olağan eylemin tevazuu çağrıştırması veyahut bir köy kadınının azimli kol gücüyle eski bir değirmen taşını çevirerek un ufak yaptığı buğday taneleri kadar mümbit diyebileceğimiz sırları barındırması… Hayata dair ne varsa, en basit araçlardan en karmaşık teknolojiye, canlıların fizyolojisinden eşyaya dair açıklamaların, hattâ yaşamın soyut yanlarıyla alâkalı alanlarını ifade edebileceğimiz kavramların, bereketin, çokluğun, birliğin ve kabullenişin, döngüsel hareketin çarkları arasından döküldüğünü görürüz.

Tabiatta nereye baksanız bu üslûba takılır gözleriniz; yağmurun o nemli havasını solurken, bir taraftan da kâinatın özeti mahiyetindeki o görsel tablonun, bir salyangozun sırtında usulca ve sessizce kayıp gittiğini seyrettiğinizde, sanki durup biraz tefekkür etmek için bu geçit resmi, olabildiğince hassas bir şekilde yavaş çekime alınıyor gibidir. 

Bir gül çiçeğinin burkularak yapraklarını dışarıya taşırması kadar diriliği, aynı zamanda bir hazan mevsiminde kurumuş yaprağın dalından kendini toprağa döne döne bırakması kadar da ölümü hissediyoruz. Bize, hazanı olduğu kadar baharı da haber veriyor. Güneşin doğuş ve batışındaki şifreleriyle mevsimlere ve vakitlere dair omurgalar oluşturuyor. Zamanın nabzı akrebin ve yelkovanın adımlarında çarparken, aslında rakamsal anlamlar yüklediğimiz bu namütenahi döngünün ritmine şahit oluyoruz.

Vücudumuzun en ufak zerreleri dahi aynı nümayişin yolcularıdır. Etrafımızda gördüğümüz her bir madde, kökenindeki elektronların devinimleri sonucu intizam içinde bir varlık ifade ediyorlar. Fizikî âlemde zerreden kürreye bu akıl almaz uyum, bu baş döndürücü senkronize seyir hâli, bize Tek Olana teslimiyetin kâinat eksenindeki muazzam bağlılığını göstermiyor mu?

Fikir ve his âleminin yörüngesini tutmuş kalbimiz dahi bu serüvenden nasibini almıştır. Onun yörüngesindeki mevsimler çok daha fazladır; ümit, korku, sevinç, keder, kin, sevgi, özlem, belki teslimiyet ve belki de isyan… Zıtlıkların ve aykırılıkların canhıraş hâlde birbiriyle mücadele ettiği, hâlden hâle ve şekilden şekle dönüp durduğu mekân, bu muamma cevher, Elest vatanındaki sürûrun sırrına ulaşamadığında bir hercümerc ile sahte döngülere kapılır.

Bazen gecenin en karanlık anındaymışçasına, hoyrat girdapların dibe çektiği bir batık gibi me’yus ve bîçare, bazen bir topaç misâli yere mıhlanmışçasına, yalnız kendi etrafında dönüp durur; bu suni ve yapmacık dönüşler, tıpkı bir hortumun önemsiz bir çöp parçasını olur olmaz yerlere fırlatması gibi nereye gittiğini bilemeden bir oraya bir buraya savrulur...

Bedenin ruha açılan kapısı mahiyetindeki kalp, eğer doğru anahtar ile doğru yöne çevrilerek açılırsa, yanlış meyiller yaşamayacak ve bu karmakarışıklık, bu allak bullak olma hâli, yerini selim bir seyre taşınıyordur. O vakit kalp, ayın on dördü gibi parlak, gün ortası misâli alabildiğine aydınlık… Bedeni hakikî mabudunun nişanesi etrafında dönerken, kendisi pervanesi olduğu mevcudiyete tam bir teslimiyetle boyun eğmiş oluyordur.