Dönemine nur saçan âlim: İmam-ı Rabbanî

Hindistan’daki İslam karşıtı gruplar, en büyük engel olarak gördükleri İmam-ı Rabbanî hakkında mesnetsiz iftiralarda bulunarak karalama politikası geliştirmiş ve Ekber Şah’tan sonra, yerine geçen oğlu Selim Cihangir Han’a şikâyette bulunmuşlardır. Sultan, oğlu Şah Cihan’la İmam-ı Rabbanî ve çevresindekileri huzuruna davet etmiş, samimiyetten uzak, iyi niyetli olmayan bu davete yalnız icabet eden İmam-ı Rabbanî ise Sultan’ın karşısına ikna edici bir savunma ile çıkarak onu etkilemiştir.

“Ey benimle yâr olup şeyhe giden, gelsin beri!/ Varlıkları terk eyleyip talan eden gelsin beri./ Terk edelim kıylu kali, isteyelim doğru yolu;/ Şeyhim eli cevher dolu, cevher alan gelsin beri…” (Yunus Emre)

***

ÖYLE kişiler vardır ki, yaşadığı mekân ve yüzyılda önce çevresini sonra insanlığı tenvir etmiş, etraflarının ruhlarını ve dimağlarını fikir, icraat ve nurlarıyla yıkamışlardır. Bu zatların kitaplarını okurken, mezarlarını ziyaret ederken fikirleriyle buluşmak, mezarlarında selamlaşmak, ziyarete gelenlerin içinde koca bir yangın olmaya, temayüllü kıvılcımın daha da alev almasına sebep teşkil eder. Sahibü’l-Mülk’e olan hasretleri, O’nun seçtiği dostlara yapılan ziyaretle ziyadesiyle artar. Gözyaşlarıyla serinlettikleri, teskin ettikleri, kaldı ki vuslatı yaşadıkları ana kadar yanmaya devam etmesini yürekten talep ettikleri hasret yangını Yaratan’a olan aşktandır.

Mevlânâ, Mesnevi’sinde “Gökyüzünün yıldızları, yani ay ve güneş karanlıkları giderirler. Hakk’ın manevî yıldızları olan peygamberlerin ve velilerin ruhları ise Hakk’ın sıfatlarına mazhardırlar. Yıldızlar gibi pırıl pırıl parlayan tertemiz velîlerin ruhları, yeryüzündeki tesirleri gibi gökyüzündeki yıldızlara bile yardım ederler. Çünkü ilahî tecelliye mazhar olan velîlerin ruhları batmaz, nur saçar, fani yıldızları nurlandırır” der.

Nur saçan, fani yıldızları nurlandıran velîlerden biri de İmam-ı Rabbanî’dir (k.s.). İmam-ı Rabbanî Hazretleri’nin kabrini ziyaret, 2008 yılında Hindistan’a, Jamia Millia İslamia Üniversitesi’ne misafir öğretim üyesi olarak görev yapmaya gidişimin altıncı ayında nasip olmuştu. İmam-ı Rabbanî’nin türbesi, Müslüman, Hindu ve Budist, farklı din ve felsefelerden misafirlerini ağırlarken, mescitten gelen Kur’an-ı Kerim sesi de gönülleri okşayıp yıkamaktadır.

O’nun dostları her yerde

İmam-ı Rabbanî’nin türbesini ziyaretten sonra üçüncü oğlu Muhammed Masum ve onun oğlu olan Muhammed Seyfeddin’in  türbelerini ve İmam-ı Rabbanî’nin de türbesini yaptıran, dönemin Afganistan hükümdarı Şah-ı Zaman’ın mezarını da ziyaret ettik. 3 milyon 287 bin 590 kilometre karelik ve 1 milyar 125 milyon nüfuslu Hindistan’da, coşkuyla icra ve ifa edilen dinlerin coğrafyasında çok önemli bir vazifeyi üstlenmiş ve buna ömrünü adamış olan İmam-ı Rabbanî, taşıdığı misyonla bir dönemin aydınlanmasına da vesile olmuş bir zattır.

İslam dünyasında her coğrafya, zor ve çetrefilli zamanlarda maddî ve manevî destek sağlayacak kişilerle buluşmuş, Allah’ın destek ve rahmetiyle bir kez daha tanışmıştır. 13. yüzyılın ikinci yarısında Moğol istilası sebebiyle zor anlar yaşayan Anadolu halkı, Yunus Emre, Hacı Bektaş-ı Veli, Mevlânâ Celaleddin-i Rumî ve Nasreddin Hoca ile tanışmış ve onlardan hem manevî, hem de moral dinamizminin yükselmesi hususunda destek almıştır. Onlar, Anadolu’daki Türk varlığını eserleri ve kullandıkları Türkçe ile desteklerken, Anadolu halkının irşadı ile manevî yapıyı inşa etmişlerdir.

Hint coğrafyasında da halkın ihtiyaç duyduğu maddî ve manevî desteği verecek olan İmam-ı Rabbanî,  1564 tarihinde Sirhind’de dünyaya gelmiş, küçük yaşta Kur’an-ı Kerîm’i ezberlemiştir. İlk hocası ise babasıdır. Daha sonra Mevlânâ Kemaleddin Keşmirî, Şeyh Yakub-i Keşmirî, Kadı Behlul-i Bedahşanî’nin talebesi olmuş, tahsilini on yedi yaşında tamamlamıştır.

İmam-ı Rabbanî’ye icraatından dolayı “müceddid-i elfi’s-sani” (ikinci bin yılın yenileyicisi) denilmiştir. Ahkâm-ı İslamiye ile tasavvufu birleştirmesi sebebiyle “Sıla” ismi de verilmiştir. Hadiste müjdelenen “Sıla” ismini ondan önce kimse almamıştır. Hazreti Ömer’in soyundan geldiği için “Farukî” adıyla da anılmış, “Silsile-i Âliyye” denilen İslam âlimlerinin yirmi üçüncüsüdür.

Nakşibendî Şeyhi Bakî Billah, Hindistan’a gelince Sirhind civarında bulunuyorken bir rüya görür. Bu rüyada kendisine “Kutbu’l-Aktab’ın yakınlarında bulunuyorsun” denir ve Hoca Bakî Billah yerden semaya kadar yeryüzünün nura gark olduğunu görür.

Hoca Bakî Billah ile Rabbanî, Delhi’de buluşmuşlardır. İmam-ı Rabbanî,  Bakî Billah’ın sohbetlerine katılmış ve bu sohbetlerden etkilenmiştir. İmam-ı Rabbanî,  bu sohbetlerin tesiriyle Nakşibendi yolunda olgunlaşmıştır. Hoca Bakî Billah da bir yakınına yazdığı mektupta, Rabbanî’den “Sirhind’den Ahmed adında bir genç geldi. İnşallah o, gelecekte halka hakikatleri açıklayan gerçek bir önder olacaktır” diye bahsetmiştir. Nitekim ilerleyen süreçte Hoca Bakî Billah, Rabbanî’nin sohbetlerine katılarak onun bilgi ve düşüncelerinden istifade etmiştir.

İmam-ı Rabbanî, vahdet-i vücûd düşüncesini ve bu düşünceyi savunan İbnü’l-Arabî’yi eleştirerek “görülenin birliği (vahdet-i şühûd)” düşüncesini savunmuş, Gazalî’yi takip ederek şeriatla tasavvuf arasında bir fark olmadığını işlemiştir.

İmam-ı Rabbanî, yönetici kesimden halka kadar, hurafelerin yaygınlaştığı ve peygamberliğin gerekliliğine inanmama gibi çarpık düşüncelerin yayılmaya çalışıldığı Ekber Şah döneminde İslam karşısındaki bid’at ve çarpık zihniyet sahipleri ile mücadele etmiştir. Ekber Şah, Hindistan’da hem dinî, hem de siyasî liderliğini ispatlamaya çalışmıştır. Ekber Şah’ın yakınındaki âlimler tarafından hazırlanan “yanılmazlık fermanı” adlı fetvada,    Ekber Şah’ın dinî otoritenin de lideri olduğunu ilan edilmiş, daha da ileri gidilerek oğlu Cihangir’le birlikte dinleri birleştirmek üzerine planlar yapılmış ve “Din-i İlahî” isminde yeni bir din ortaya koymaya çalışılmıştır. Bu teşebbüs ve İslam karşıtı gösterilen gereksiz tolerans ve eylemler, Hintlilerin inanç dünyasında, özellikle de Müslümanlık için ciddi sıkıntılar doğurmuştu.

Rabbanî, Mektûbât’ındaki 47, 65 ve 81. mektuplarında bu durumun vahamet ve hassasiyetine değinmekte, “Bir asırdan beri İslam’ın garipliği öyle bir noktaya ulaştı ki küfür ehli, İslam beldelerinde İslamî hükümlerin tamamen ortadan  kaldırılmasını  istiyor, İslam ve Müslümanların izini bütünüyle yok etmeye çalışıyor” demektedir.

Hindistan’daki İslam karşıtı gruplar, en büyük engel olarak gördükleri İmam-ı Rabbanî hakkında mesnetsiz iftiralarda bulunarak karalama politikası geliştirmiş ve Ekber Şah’tan sonra, yerine geçen oğlu Selim Cihangir Han’a şikâyette bulunmuşlardır. Sultan, oğlu Şah Cihan’la İmam-ı Rabbanî ve çevresindekileri huzuruna davet etmiş, samimiyetten uzak, iyi niyetli olmayan bu davete yalnız icabet eden İmam-ı Rabbanî ise Sultan’ın karşısına ikna edici bir savunma ile çıkarak onu etkilemiştir. Ancak bir süre sonra Cihangir Han, İmam-ı Rabbanî’nin Hindistan’daki tesir gücünden rahatsız olmuş ve Rabbanî’nin tesir sahasını küçültebileceği ve etrafındaki kişileri azaltabileceği inancı ile onun hapsedilmesini emretmiştir.

Rabbanî üç yıl kadar hapiste kalmış, bu süre zarfında maddî ve manevi tasarrufuyla talebelerini sükûnete davet ve teşvik etmiştir. Hapis hayatı boyunca muhtelif dinlerden pek çok insan, onun sohbetleriyle İslam’la tanışmıştır. İmam-ı Rabbanî’ye yaptıklarından pişmanlık duyan Cihangir Han, üç yıla yakın hapis hayatından sonra onu affederek serbest bırakmıştır. Hükümdar Cihangir’in hayatında yeni bir dönem başlamış, Rabbanî ile yaptığı sohbetlerinin neticesinde de talebesi ve sadık dostlarından biri olmuştur.

İmam-ı Rabbanî, 1615 senesinde, elli üç yaşlarında iken, kendine yakın hissettiği talebelerine “Benim ömrüm ve hayatım hakkındaki kazâ-yı mübremin altmış üç sene olduğunu ilham ile bana bildirdiler” demiştir. Eleste kavuşarak hasretini dindirecek olan Rabbanî içinse bu, bir müjde olmuştur. 1623 senesinde de Ecmir’de iken, evlatlarına mektup yazarak onları “Yolculuk alametleri görünmeye başladı” diyerek yanına davet etmiştir. İmam-ı Rabbanî, 63 yaşındayken, 1624 yılında, Sirhind’de Rabbine kavuşmuştur.

En önemli eserlerinden biri “Mektûbât”tır. Mektuplar, Bakî Billâh, Mevlânâ Hacı Muhammed Lahorî, Lahor Müftîsi Şeyh Muhammed’in oğlu Şeyh Abdülmecîd, Hân-ı Hânân ismi ile meşhûr Abdürrahîm, Kılınc Hân, Hâce Cihân, Şeyh Nizâmeddîn-i Tehânîserî, Mirzâ Hüsâmeddîn Ahmed, Şeyh Ferîd-i Buharî, Seyyid Mahmûd, Mirzâ Bedî’uz-zamân gibi siyasî, manevî ve ilmî güç sahiplerine yazılmıştır. Üç cilt olan Mektûbât, beş yüz yirmi altı mektuptan müteşekkildir. Tasavvuf, kelam ve fıkıh üzerine yazılmıştır. İmam-ı Rabbanî, mektuplarında dinin üç yönüne özellikle vurgu yapmıştır: İnanç, ibadet ve zühd.

İmam-ı Rabbanî’nin mektupları, hem “Din-i İlahî” ismindeki uydurma dinle, hem de Hindularla mücadele etme sürecinde Hint Müslümanlarına yol göstermiş, bilgilendirmiş, kimi zaman da cesaret vererek yüreklendirmiştir. Daha sonra bu mektuplar, bütün İslam âleminin istifadesine sunulmuştur. Rabbanî, halkın Hakk’ı batıldan ayırabilmesi için önder ve mürşit olmuştur. Hint Müslümanlığının var olabilmesi, ayakta kalabilmesi için tebliğ ve irşat misyonunu yüklenen bu mektuplar, bugün içinde mana ve değerini korumaktadır.

İmam-ı Rabbanî’nin diğer eserleri ise “Er-Risâletü’t-Tehliliyye, Risale fi İsbati’n-Nübüvve, Risale-i Redd-i Ravafız, Risale Fi’l-Mebde’i ve’l-Me’ad, Risale fi Adabi’l-Müridin, Risale fi’l-Mükaşefati’l-Gaybiyye, Risale fi’l-Ma’arifi’l-Ledünniyye, Ta’likat Ale’l-Avarif, Şerh-i Ruba’iyyat-ı Hoca Abdülbaki, Risale-i Halat-ı Hacegan-ı Nakşbendiyye, Risale-i Silsile-i Hadis’tir.

İmam-ı Rabbanî Hazretleri, Hazreti Mevlânâ’nın da söylediği gibi bir damlada gizlenmiş deniz, bir zerre içindeki güneştir. İmam-ı Rabbanî Hazretleri, sadık kullardan, iman ehli, insanlığı tenvir ve irşat etmiş, rehber olmuş müstesna âlimlerdendir.

Tavsiye ve nasihatlerinden

“İslamiyet, Allahu Teâlâ’nın emridir. Hâkim, Allahu Teâlâ’dır. Emri de Kur’an-ı Kerîm’dir.”

 

“Her vakit Allah’ı zikretmek lazımdır. Kalpte başka hiçbir şeye yer vermemelidir. Yerken, içerken, uyurken, gelirken, giderken hep zikir yapmalıdır.”

 

“Ya Rabbi! Ölüm bizi uyandırmadan önce Sen bizi uyandır.”

 

“Sünnet ile bid’at birbirinin zıddıdır. Birini yapınca öteki yok olur.”

 

“İslamiyet’e, hükümete ve millete yardımda bulanacak olan, ancak doğru yolda olan âlimlerdir. Böyle âlimler siyasetle uğraşmaz. Dini siyasete, mal, sandalye ve şöhret kazanmaya alet etmez. Kendilerine din adamı ismini verip Kur’an tercümeleri yapan, din kitapları yazan, mal ve makam âşıkları, âlim değil, dünyalık toplayıcılarıdır. Bunların kitapları, mecmuaları, sözleri zehirdir.”

 

“Biz kuluz. Sahibimizin emrindeyiz. Başıboş değiliz. Her istediğimizi yapmaya serbest değiliz.”

 

“Gençlik çağının kıymetini biliniz. Bu kıymetli günlerinizde İslamiyet’i öğreniniz ve bu bilgilere uygun yaşayınız.”

 

“İslamiyet üç kısımdır: İlim, amel ve ihlas (yani İslamiyet’in emir ve yasak ettiği şeyleri öğrenmek ve öğrendiklerini yapmak ve her şeyi yalnız Allah-u Teâlâ için yapmak). Bu üçüne kavuşmayan kimse, İslamiyet’e kavuşmuş olmaz.”

 

“Herkesin amellerinden alacağı sevap, akılları nispetindedir.”

 

“Ameller, ibadetler imana bağlıdır ve kıymetleri, imanın derinliği ile paraleldir.”

 

“Kul hakkına dokunmamaya, hakkı olanları ödemeye, titizlikle çalışmalıdır. Üzerimizde kimsenin hakkı kalmamasına çok dikkat etmeliyiz. Hakkı dünyada ödemek kolaydır. Fakat ahirette iş böyle değildir. Orada, başkasının hakkını ödemek çok güçtür, çaresi bulunmaz.”

 

“Ehlin, gönlü için günah işlemesi ahmaklıktır.”

 

“Nefse günahlardan kaçmak, ibadet yapmaktan daha güç gelir. Onun için günahtan kaçmak daha sevaptır.”

 

“Hayal ve zan ile söylenen şeyler üzerinde durmak çok zararlı olabilir.”

 

“Zekât niyeti ile bir kuruş vermek, dağlar kadar altını sadaka olarak vermekten kat kat daha sevaptır.”

“Din cahili nefsine uyar, keyfi peşinde koşar, dini işine geldiği gibi söyler, karşısındakinin de nefsini azdırır ve kalbini karartır.”

“Müslüman, yaşadığı memleketin hükümetine isyan etmez, bölücülük yapmaz. Fitne, anarşi çıkaranlardan uzak olur. Kendi imanını, ibadetlerini, ahlakını, hareketlerini düzeltmeye çalışır.”

“Bir damla sızıntı, bir su menbaını buldurur.”

İmam-ı Rabbanî’nin söylediği gibi, “Evveliniz ve sonunuz selâmet olsun”…