Dolar pandemisi mi, dolar Pandora’sı mı?

Dolar sürecinde tek kale oynadığını düşünen, her attığı fileleri havalandıran, her golden sonra şov yapan muhalefet, sis dağılınca skora baktığında, tam bir “Şok! Şok! Şok!” efektinde bulmuştur kendini. Çünkü attığı bütün gollerin aslında kendi kalesine gol olduğunu anlamıştır. Al sana bir devlet aklı ve onunla uyumlu lider: Bir Cumhurbaşkanı Erdoğan klasiği…

BİRİNCİ ve İkinci Dünya Savaşı, dünyanın her yerinde savaşın çıkması değildi sadece; artık dünyanın herhangi bir yerinde çıkacak savaştan tüm dünyanın etkilenmesi idi. Nitekim Amerika, dünya liderliğini tüm dünya ile savaşarak değil, dünyanın bir köşesinde savaş çıkararak ve bu savaşın küresel etkisini yöneterek sürdürüyordu. Kuşkusuz bu yöntem, “savaş baronları” oluşturdu.

Soğuk Savaş dönemi, dünya ülkelerinin ilişkilerinde soğuma etkisi göstermiyor, dünyanın bir köşesinde soğuk rüzgâr estirdiğinde “kelebek etkisi” vurgusuyla dünyanın bir başka köşesinde ve ilgisiz gibi duran bir ülkeyi başka bir adrese buz gibi soğutuyordu. Kuşkusuz bu, bir “istihbarat borsası” oluşturdu.

Tek kutuplu dünya oluşunca yani kutbun başı Amerika olunca, artık dünya, “küreselleşme” uyuşturucusu çeker gibi “bağımlı ülkeler-satıcı ülkeler” şeklinde kategorize oldu. Kuşkusuz küreselleşmenin mafya babası ABD oldu ve bu bir “dolar endüstrisi” var etti.

Amerika için dolar, paradan fazlasıdır. Amerika, doları dünyada bir “dizayn hayâleti” yapmayı başarmıştır. Bu nedenle doları konuşuyorsak eğer, bir “Made in USA” filmi izliyoruz demektir. Fakat son yıllarda iki gelişme bu hayâleti görünür kılmaya ve hayâlet avcılarını heyecanlandırmaya başlamıştır: Kripto para ve pandemi.

Pandemi sonrası dünyanın yeniden dizayn edildiği çok açık. Bu dizaynın izini sürmemizi sağlayacak en önemli iz, ABD’nin ayak izidir. Unutmayalım ki, bu ayak binbir türlü hayvanın izini bırakacak marifettedir. Yani siz tilki izi sürersiniz fakat karşılaştığınız ise ayı olabilir.

Pandemi sonrasını öngören ve buna hazırlık yapan ülkeler arasında Türkiye’nin “iz sürücü” olduğunu öğrendik. Üstelik bu, “Seni ne zaman görsem, gözlerim ‘dolar’” şarkısıyla da bestelenmiş oldu. Açıkça görülüyor ki, “Geliyorum!” diyen silahlı darbeyi iyi okuyan Cumhurbaşkanı Erdoğan zamanı geldiğinde “silah terörü”nü nasıl tuzağa düşürüp boğduysa, aynı şekilde yine “Geliyorum!” diyen finans terörünü de iyi gördü ve onu tuzağa düşürdü: Yani “Düştü” dediğimiz şey dolar değil, aksine tuzaktaki “ağın” adı dolar oldu!

Muhalefet, tam bir “aptallaşma” psikolojisine girdi. Köprüyü askerler tuttuğunda kimin içinde bir heyecan oluşmuş ve bunun başarılı olmasını izleyerek umutlanmışsa, dolar köprüsünü de işgal edenler aynı kişileri sevindirmiştir. Âdeta 15 Temmuz’da yarım kalan işin tamamlanacağı histerisine girenler olmuştur. Evde oturup kahve yudumlayarak 15 Temmuz saatlerini izleyen zihniyet, yine evde oturup doları izlemiştir…

Fakat bu sefer farklı bir “durum” oluştu: Silahlı teröre karşı halk meydanlara inmiş ve oyunu çok çabuk fark etmiştir. Finans terörünü ise halk fark edememiştir. Pandemi psikolojisi ve pandemi sonrası kriz, bu algıyı manipüle etmiştir. Ve maalesef vatandaşların önemli bir kısmı bu sefer “dolar meydanına” inmiştir.

Dolar meydanı, aslında düşmanın bir tuzağıydı. Dolar meydanına inmek, “üretmeden kazanmak hırsı” idi. Dolar meydanında havada uçuşan “kazanç” kâğıtları, aslında dolar tetikçilerinin meydanda sürdüğü av mevsimiydi.

15 Temmuz gecesi “Halkımı meydanlara davet ediyorum!” diyen Cumhurbaşkanı Erdoğan’a duyulan güven, silahlı terörün sonu olmuştu. Fakat aynı Erdoğan’ın “Dolar meydanından çıkın!” demesine rağmen, oluşmuş yahut oluşturulmuş “güven sisi” içinde bu sese kulak vermeyen ciddî bir halk kesimi oldu. Ve meydanlardan ayrılmayarak hatırı sayılır şekilde “Dolar olursa geleceğim dolar!” diyenler, bu sefer finans terörünün istediği ortamı sağladılar. Millet İttifakı, bu sisin içinden iktidar çıkarmak için var gücüyle sis içinde kalan vatandaşları panikletecek anonslar geçti.

Bütün darbe ortamı hazırlama süreçleri veya darbe sislerinde, anons geçen gazeteciler, iş adamları ve akademisyenler olur. Bu anonsları mitinge çeviren partiler de olur. Nitekim Millet İttifakı yandaşı olan tüm gazeteciler, akademisyenler ve iş adamları aynı anonsu geçtiler: “Türkiye krizle dolar!”

Öyle ki, neredeyse kamuoyunda, “Bu sefer Erdoğan gerçekten öldü” dediler.

Ancak “Şak!” diye fakat “Tak! Tak! Tak!” diye, nereden geldiği anlaşılamayan “ses”ler duyuldu. Birden sessizlik oldu. Ve düşen düştü. Bir sürü düşen oldu...

Skor tabelasında, “Dolar düştü” yazıyordu. Oysa dolar iner ve çıkar. Maç devam ettikçe her zaman skor değişir. Önemli olan, skor değiştiğinde sahadaki oyuncuların ve taraftarların morali ve de uyumunun ne durumda olduğudur. Yani skor değil, oyun akışındaki değişikliktir önemli olan!

Dolar sürecinde tek kale oynadığını düşünen, her attığı fileleri havalandıran, her golden sonra şov yapan muhalefet, sis dağılınca skora baktığında, tam bir “Şok! Şok! Şok!” efektinde bulmuştur kendini. Çünkü attığı bütün gollerin aslında kendi kalesine gol olduğunu anlamıştır. Al sana bir devlet aklı ve onunla uyumlu lider: Bir Cumhurbaşkanı Erdoğan klasiği…

Fakat Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın not almayı unutmaması gereken bir gerçeklik var: Silah görünce affetmeyen ve meydana inen halkın ciddî bir kesimi, konu para olunca “kazanç meydanına” çok çabuk şekilde yöneliyor ve bunun nasıl bir tuzak olduğunu geç görüyor.

Bizce bunun sebebi, halkımızın önemli bir kısmının “dolar” ile kurduğu ve rasyonel olmayan ilişkidir. Halkın en büyük faizi dolardır. Yani faizden para kazanma huyu en fazla dolarda oluşmuş görünüyor. Sanırım Cumhurbaşkanı Erdoğan, bilerek bu psikolojik bağa bir operasyon yaptı ve ünlü savaş repliğini kullandı: “Bekle… Bekle… Bekle… Ve şimdi!”

Şak! Şak! Şak! Tak! Tak! Tak!

“Yiğidi öldür, hakkını teslim et” demiyorum. Yiğit meydanda!