BİRİNCİ ve İkinci Dünya Savaşı,
dünyanın her yerinde savaşın çıkması değildi sadece; artık dünyanın herhangi
bir yerinde çıkacak savaştan tüm dünyanın etkilenmesi idi. Nitekim Amerika,
dünya liderliğini tüm dünya ile savaşarak değil, dünyanın bir köşesinde savaş
çıkararak ve bu savaşın küresel etkisini yöneterek sürdürüyordu. Kuşkusuz bu
yöntem, “savaş baronları” oluşturdu.
Soğuk
Savaş dönemi, dünya ülkelerinin ilişkilerinde soğuma etkisi göstermiyor, dünyanın
bir köşesinde soğuk rüzgâr estirdiğinde “kelebek etkisi” vurgusuyla dünyanın
bir başka köşesinde ve ilgisiz gibi duran bir ülkeyi başka bir adrese buz gibi
soğutuyordu. Kuşkusuz bu, bir “istihbarat borsası” oluşturdu.
Tek
kutuplu dünya oluşunca yani kutbun başı Amerika olunca, artık dünya,
“küreselleşme” uyuşturucusu çeker gibi “bağımlı ülkeler-satıcı ülkeler”
şeklinde kategorize oldu. Kuşkusuz küreselleşmenin mafya babası ABD oldu ve bu bir
“dolar endüstrisi” var etti.
Amerika
için dolar, paradan fazlasıdır. Amerika, doları dünyada bir “dizayn hayâleti”
yapmayı başarmıştır. Bu nedenle doları konuşuyorsak eğer, bir “Made in USA”
filmi izliyoruz demektir. Fakat son yıllarda iki gelişme bu hayâleti görünür
kılmaya ve hayâlet avcılarını heyecanlandırmaya başlamıştır: Kripto para ve
pandemi.
Pandemi
sonrası dünyanın yeniden dizayn edildiği çok açık. Bu dizaynın izini sürmemizi
sağlayacak en önemli iz, ABD’nin ayak izidir. Unutmayalım ki, bu ayak binbir
türlü hayvanın izini bırakacak marifettedir. Yani siz tilki izi sürersiniz
fakat karşılaştığınız ise ayı olabilir.
Pandemi
sonrasını öngören ve buna hazırlık yapan ülkeler arasında Türkiye’nin “iz
sürücü” olduğunu öğrendik. Üstelik bu, “Seni ne zaman görsem, gözlerim ‘dolar’”
şarkısıyla da bestelenmiş oldu. Açıkça görülüyor ki, “Geliyorum!” diyen silahlı
darbeyi iyi okuyan Cumhurbaşkanı Erdoğan zamanı geldiğinde “silah terörü”nü
nasıl tuzağa düşürüp boğduysa, aynı şekilde yine “Geliyorum!” diyen finans
terörünü de iyi gördü ve onu tuzağa düşürdü: Yani “Düştü” dediğimiz şey dolar
değil, aksine tuzaktaki “ağın” adı dolar oldu!
Muhalefet,
tam bir “aptallaşma” psikolojisine girdi. Köprüyü askerler tuttuğunda kimin
içinde bir heyecan oluşmuş ve bunun başarılı olmasını izleyerek umutlanmışsa,
dolar köprüsünü de işgal edenler aynı kişileri sevindirmiştir. Âdeta 15
Temmuz’da yarım kalan işin tamamlanacağı histerisine girenler olmuştur. Evde
oturup kahve yudumlayarak 15 Temmuz saatlerini izleyen zihniyet, yine evde
oturup doları izlemiştir…
Fakat
bu sefer farklı bir “durum” oluştu: Silahlı teröre karşı halk meydanlara inmiş
ve oyunu çok çabuk fark etmiştir. Finans terörünü ise halk fark edememiştir.
Pandemi psikolojisi ve pandemi sonrası kriz, bu algıyı manipüle etmiştir. Ve
maalesef vatandaşların önemli bir kısmı bu sefer “dolar meydanına” inmiştir.
Dolar
meydanı, aslında düşmanın bir tuzağıydı. Dolar meydanına inmek, “üretmeden
kazanmak hırsı” idi. Dolar meydanında havada uçuşan “kazanç” kâğıtları, aslında
dolar tetikçilerinin meydanda sürdüğü av mevsimiydi.
15
Temmuz gecesi “Halkımı meydanlara davet ediyorum!” diyen Cumhurbaşkanı Erdoğan’a
duyulan güven, silahlı terörün sonu olmuştu. Fakat aynı Erdoğan’ın “Dolar
meydanından çıkın!” demesine rağmen, oluşmuş yahut oluşturulmuş “güven sisi”
içinde bu sese kulak vermeyen ciddî bir halk kesimi oldu. Ve meydanlardan
ayrılmayarak hatırı sayılır şekilde “Dolar olursa geleceğim dolar!” diyenler,
bu sefer finans terörünün istediği ortamı sağladılar. Millet İttifakı, bu sisin
içinden iktidar çıkarmak için var gücüyle sis içinde kalan vatandaşları
panikletecek anonslar geçti.
Bütün
darbe ortamı hazırlama süreçleri veya darbe sislerinde, anons geçen
gazeteciler, iş adamları ve akademisyenler olur. Bu anonsları mitinge çeviren
partiler de olur. Nitekim Millet İttifakı yandaşı olan tüm gazeteciler,
akademisyenler ve iş adamları aynı anonsu geçtiler: “Türkiye krizle dolar!”
Öyle
ki, neredeyse kamuoyunda, “Bu sefer Erdoğan gerçekten öldü” dediler.
Ancak
“Şak!” diye fakat “Tak! Tak! Tak!” diye, nereden geldiği anlaşılamayan “ses”ler
duyuldu. Birden sessizlik oldu. Ve düşen düştü. Bir sürü düşen oldu...
Skor
tabelasında, “Dolar düştü” yazıyordu. Oysa dolar iner ve çıkar. Maç devam
ettikçe her zaman skor değişir. Önemli olan, skor değiştiğinde sahadaki
oyuncuların ve taraftarların morali ve de uyumunun ne durumda olduğudur. Yani
skor değil, oyun akışındaki değişikliktir önemli olan!
Dolar
sürecinde tek kale oynadığını düşünen, her attığı fileleri havalandıran, her
golden sonra şov yapan muhalefet, sis dağılınca skora baktığında, tam bir “Şok!
Şok! Şok!” efektinde bulmuştur kendini. Çünkü attığı bütün gollerin aslında
kendi kalesine gol olduğunu anlamıştır. Al sana bir devlet aklı ve onunla
uyumlu lider: Bir Cumhurbaşkanı Erdoğan klasiği…
Fakat
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın not almayı unutmaması gereken bir gerçeklik var: Silah
görünce affetmeyen ve meydana inen halkın ciddî bir kesimi, konu para olunca
“kazanç meydanına” çok çabuk şekilde yöneliyor ve bunun nasıl bir tuzak
olduğunu geç görüyor.
Bizce
bunun sebebi, halkımızın önemli bir kısmının “dolar” ile kurduğu ve rasyonel
olmayan ilişkidir. Halkın en büyük faizi dolardır. Yani faizden para kazanma
huyu en fazla dolarda oluşmuş görünüyor. Sanırım Cumhurbaşkanı Erdoğan, bilerek
bu psikolojik bağa bir operasyon yaptı ve ünlü savaş repliğini kullandı:
“Bekle… Bekle… Bekle… Ve şimdi!”
Şak!
Şak! Şak! Tak! Tak! Tak!
“Yiğidi öldür, hakkını teslim et” demiyorum. Yiğit meydanda!