Doğu ve Batı kavramları üzerine

Tüm bu kavramlar zihinlerde birer karmaşadan ve temennilerden ibarettir. Bu karmaşa, yıllardır yaşamımıza yansımakta, yer yer ilerleme kaydedemeyip olduğumuz yerde sayışımızın nedeni, vaktimizi hâlen daha kim olduğumuzu sorgulamakla geçirmemiz ve bu noktada takılı kalıyor oluşumuzdur.

DOĞU ve Batı kavramları yüzyıllar öncesinden bu yana hayatımızda etkin rol oynuyor olsalar da, hayatımızda yakın dönem etkileri son yüzyılda ortaya çıkmıştır. Yaşanan devrimler ve çağ değişimlerinin ardından bu kavramlar daha da belirginleşmiş ve bu coğrafyalarda yaşayan insanların birbirilerinden ayrı düşmelerine neden olmuştur.

Ardından Doğu ve Batı kavramları lügatimizde Batılılaşma ve modernleşme gibi kavramların da yer almaya başlamasını sağlamıştır. Öncelikle Tanzimat Dönemi yazar ve aydınları olmakla beraber bu konu üzerine pek çok çeşitli fikir beyan edilmiş, kimi bu coğrafyada yaşayanları Doğulu kabul etmiş, kimi ise Doğu ve Batı gibi kavramlara ihtiyaç duyulmadığını vurgulamıştır. Bu yazımızda Peyami Safa, Ahmet Hamdi Tanpınar ve Orhan Pamuk’un bu kavramlar hakkındaki yaklaşımlarına değineceğiz…

Peyami Safa, Doğu ve Batı üzerine yazdığı “Doğu-Batı Sentezi” ve “Şark-Garp Münakaşasına Bir Bakış” adlı makalelerinde belirttiği ifadelerle, satır aralarında görülür nitelikte bir kafa karışıklığını okuruna sunmuştur. Hissedilen ve yaşanan bu kargaşa aslına bakıldığında dönemin durumunu yansıtır durumdadır. Safa (1961), öncelikle “Doğu-Batı Sentezi” makalesinde bu iki coğrafyanın sentezinin, insanın var olması için muhtaç olduğu vahdetin ifadesi olduğunu dile getirmiştir (s. 217). Bunun yanı sıra, ona göre bu iki yön de birbiri ile ilişki hâlindedir. Lâkin Safa (1931), bu ikili ilişkide bir tarafın çalışmaktan uzak, tıpkı miskin bir kedi gibi olduğunu, bir diğerinin ise çalışkan, tıpkı uykuda dahi uyanık bir köpek gibi olduğunu dile getirmekten geri durmamıştır (s. 49-50).

“Fatih-Harbiye” romanında kaleme aldığı bu ifadeyi, makalesinde şu sözcüklerle tasvir eder ve okuru, yaptığı betimlemenin aslı ile karşı karşıya bırakır: “Garp, cehdinin azamîsini temsil eder. Şark, bilakis, kendi hâlinde (pasif) ve tembeldir.” Bunu söyleyişinin hemen ardındansa tembel olanın yalnızca ölü olan olduğunu vurgulayarak, uyuyan bir zekânın dahi faaliyette olduğunu söyler. Şark, Garp’ın bir nevi şuur âlemidir (Safa, 1935).

Fakat odur ki, bunu yalnızca bir avuntudan ibaret görünmektedir. İşte bu birbiri ile bir bağlamda çelişen ifadeler, Safa’nın zihnindeki karmaşanın da bir aynasıdır. Bu karmaşık durum, izini hâlen günümüzde de göstermektedir. Yaşanan yaklaşık son yüz yıl, Şark ve Garp eşiğinde takılı kalmış, kendinin nerede olduğunu bir türlü bulamayan toplumlarımızı meydana getirmiştir. Peki, makalelere ad vermiş olan bu sentezin gerçekleşmesi mümkün müdür?

Sentez, “birbirinden farklı iki maddenin bir araya gelerek yeni bir oluşum meydana getirmesi” demektir. Sanırım böylesi bir oluşumun meydana gelmesi için Doğululaşma kavramının da Batılılaşma kavramı kadar konuşulur ve önemsenir olması gerekmektedir. Safa, hepimizin hem Doğulu, hem de Batılı olduğunu söyler, “İnsanın beyninde bir Doğu, bir de Batı köşesi vardır” der (Safa, 1961). Fakat gerçek bir sentez oluşmuş olsaydı, insanın zihni böylesi köşelere bölünmüş ve bir arada görünen ayrı yapılara dönüşmüş hâlde betimlenmez, ikisinin bir bütün olduğu ifade edilirdi.

Yıllar öncesinde yazılmış “Fatih-Harbiye” romanındaki tasvirlerin günümüzde de toplumumuzun başlıca belirli kesimlerinde görüldüğü kolaylıkla ifade edilebilir. Bir yan eğlence, bir diğer taraf ise sıradanlık, uyuşukluk, sıkıcılıkla itham edilmiş, karakterler bu ithamlar ile belirli rollere bürünmüştür. Macit’in yolunda eğlence âlemine girmek isteyen Neriman, yıllarını beraber geçirdiği Şinasi’den de vazgeçememekte, nihâyette tamamıyla ona varmakta ve eğlenceye, Macit’e, Batı’ya, yönelişi nedeniyle kendini bir alçak olarak anmakla kendisinden âdeta tiksinir duruma gelmiştir.

Eserde Macit, Garp’ın eğlenceye düşkün, umursamaz yanını; Şinasi bu coğrafya insanının geçmişten bu yana özü olan Şark’ı, Neriman ise bu ikilem arasında kalmış coğrafya insanını temsil etmektedir. Buradan anlaşılacağı üzere Peyami Safa, Doğu ve Batı sentezinin gerçekleşmesini içten içe pek de mümkün görmemektedir. Lâkin birtakım şeylerin itirafı pek kolay gerçekleşmemektedir.

Peyami Safa’nın yanı sıra Ahmet Hamdi Tanpınar da bu konu üzerine eser vermiş yazarlarımızdan bir tanesidir. Tanpınar’ın temel düşüncesi, insanımızın yaşadığı bu buhranın bir medeniyetten öbürüne geçmemizin getirdiği bir ikilik olduğudur. Bu ikilik daima bölünmüş bir şekilde yaşamamıza yol açmış, yaptıklarımızın da çoğuna inanmamamızı sağlamıştır. Çünkü bizler için daima bir başkası, başka türlüsü mevcûttur (Tanpınar, 1970). Ona göre Neriman’ın yaşadığı bu sıkıntılı süreç, bu nedenden kaynaklanmaktadır. Sonrasında tamamıyla Şinasi’ye ve babasına dönüşü de bu başka türlülüğünün mevcûdiyetinden kaynaklanmaktadır.

Peyami Safa’nın aksine Tanpınar, bu durumlara daha tutumlu ve yeniye daha açık bir biçimde yaklaşabilmektedir. Tanpınar, “Mahur Beste” adlı romanının “Garip Bir İhtilâlci” bölümünde, şu âna kadar ele aldığımız fikirler ile bir başka düşünceyi, birbirileri ile tartışan iki karakter üzerinden anlatmaya koyulmuştur. Bir başka düşünceyi dile getiren İsmail Molla, durumu şu şekilde betimler: “Sen Garp’tan geri olduğumuzu söylüyorsun. Zaten herkes bunu söylüyor; elbette doğru bir söz olsa gerektir. Fakat ben daha mühim bir şey söyleyeceğim. Bence ne Şark, ne şu, ne bu vardır; etrafımızda gördüğümüz hayat vardır. Bizi yapan, bu hayattır.” (Tanpınar, 1988, s.95)

Orhan Pamuk’un Doğu ve Batı kavramlarına yaklaşımı da bu ifadeye yakınlık gösterir niteliktedir. Pamuk’un, Doğu ve Batı kavramlarının yanı sıra bunlar gibi oluşmuş nice kimlik söylemlerinden hoşnut olmayan bir yazar olduğu söylenebilir. Kendisi, “Beyaz Kale” ve “Kara Kitap” gibi eserlerinde, diğer pek çok eserinde de değindiği üzere konu üzerinde durmuştur. Onun romanları uygarlıkların, Doğu-Batı ve ötekinin doğası hakkında ciddiye alınacak tek şeyin, “her şeyi bir oyuna çevirmenin en iyisi olduğu” fikrine dayanmaktadır (Pamuk, 1999, s. 343). Kendisi bu örnek verdiğimiz iki kitabı da bu düstur doğrultusunda kaleme almıştır. Beyaz Kale’de Venedikli Tutsak ve Hoca karakterleri köken olarak Avrupalı ve Osmanlı kimseleri işaret etmektedir. Romanda bu iki karakterin zaman zaman çatışmalar içerisine girdikleri, zaman zaman ise birlikte yol aldıkları görülmüştür.

Başlangıçta Venediklinin Hoca’ya bir şeyler öğretecek olması söz konusu iken, ikili romanda tam olarak geçen tâbiri ile “tıpkı iki iyi öğrenci, hattâ iki iyi kardeş gibi” çalışmaya başlamışlar ve bilgilerini birbirilerine öğretmek üzere yola koyulmuşlardır (Pamuk, 1985). İfade edilen bu birlikteliğin yanı sıra Orhan Pamuk, bunun öncesinde bahsettiğimiz yargıları kırmış ve Hoca’nın kimi zaman Venedikliden çok daha azimle çalıştığını, Venediklinin ise çalışmaktan uzak kaldığını, uyuşukluk ettiğini betimlemiştir. Ve en sonunda bu iki karakterin farkı tamamıyla birbirinden ayırt edilemez hâle gelmiştir. Bu durum, Doğu-Batı gibi sınırların ve kimliksel algıların Orhan Pamuk tarafından yıkımını işaret etmektedir.

Pamuk, tüm bu fikirlerin nihâyeti mâhiyetinde, “Ama unutmayalım ki, kimlik sorunlarının doğru cevabı yoktur hiç. Hayâllerimiz, masallarımız, topraklarımız ve evlerimiz gibi, kimliklerimiz de yavaş yavaş değişir hep. Kendimizi nasıl tarif edelim? Bilmiyorum. Ama en korkunç şeyin bir kimliğe zorlanmak olduğunu hepimiz biliriz” (Pamuk, 1999, s. 323) sözlerini dile getirmiştir. Ve kendisi, modernliğin kimi zaman Batılılaşma anlamında kullanıldığını ifade ederek, “Hepimiz şu veya bu şekilde modernliğin bir parçasıyız. Ama bu bizlerin bir modernist olduğumuz anlamına gelmez” (Pamuk, 2010, s. 248) demiştir.

Tüm bu kavramlar zihinlerde birer karmaşadan ve temennilerden ibarettir. Bu karmaşa, yıllardır yaşamımıza yansımakta, yer yer ilerleme kaydedemeyip olduğumuz yerde sayışımızın nedeni, vaktimizi hâlen daha kim olduğumuzu sorgulamakla geçirmemiz ve bu noktada takılı kalıyor oluşumuzdur. Var olduğumuzu bildiğimiz sürece mühim olan, kim olduğumuz sorusunun yanıtını bulmak mıdır?

 

Kaynakça

Pamuk, O. (1985). Beyaz Kale. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.

Pamuk, O. (2010). Manzaradan Parçalar. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.

Pamuk, O. (1999). Öteki Renkler. 3. Baskı.  İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2016.

Safa, P. (1931). Fatih-Harbiye. Ankara: Ötüken Yayınları.

Safa, P. (1961). Doğu-Batı Sentezi. İstanbul: Yağmur Yayınları.

Safa, P. (1935). “Şark-Garp Münakaşasına Bir Bakış”. Kültür Haftası dergisi.

Tanpınar, A.H. (1988). Mahur Beste. İstanbul: Dergâh Yayınları.

Tanpınar, A.H. (1970). Yaşadığım Gibi.  İstanbul: Türkiye Kültür Enstitüsü Yayınları.