TARİHÎ kayıtlara göre
Türkistan adı, Soğd/Tacik dilinde ve ilk defa 7’nci yüzyılda yazılı kayıtlarda
yer almıştır. 8’inci yüzyılda Arap coğrafyacıları/seyyahları “Türkistan” adını
kullanmıştır. İranlı İbni Hurdazbih (Ö. 913), “Kitabü’l-Mesalik” ve “Memalik”
adını verdiği coğrafya kitabında Türkistan’ı “Türklerin meskûn oldukları yer”
diye açıklamıştır. Yazarı bilinmeyen Hudud El-Âlem (982) ise Maveraünnehir’i
Türkistan’ın giriş kapısı saymıştır.
Arap coğrafyacıları çoğunlukla vahalarda yaşayan ve Fars olmayan göçebe
topluluklar için Türk adını kullanmıştır. Türkistan ise “Türklerin yeri,
Türklerin ülkesi” anlamına gelmek üzere Farsça “-istan” ekiyle birlikte
kullanılmıştır.
13’üncü yüzyılda Türkistan’ın Moğollar tarafından işgaliyle birlikte
coğrafya kavramı olarak Türkistan adı da yavaş yavaş etkisini kaybederek
kullanılmaz duruma geldi.
Çinliler ilk defa 18’inci yüzyılda (1754-1760) Kalmuk Türklerini yenerek
Türkistan’ı işgal ettiler. Bu tarihten sonra yaklaşık iki yüzyıl Çin işgali
gidip geldi. Bazen Türklerin isyanı ile Çinliler geri çekildi, bazen de
isyancıların bastırılması ile Çin işgali kaldığı yerden devam etti. Ancak bu
süre içinde Çin hiçbir zaman Türkistan’ın tamamına hâkim olamadı.
Çin İmparatoru Qianlong’un görevlisi olarak Fransız Rahib Jean Joseph Amiot,
yaptığı coğrafya araştırmalarında Türkistan’ı doğu ve batı diye ikiye ayırdı.
Çinliler ise 18’inci yüzyıldan başlayarak Doğu Türkistan için “Xinijan”
(Sincan) adını kullandılar.
Türkistan’da, Karahanlılardan (842-1212) sonra nihâî anlamda 1944’te ilân
edilen Doğu Türkistan Cumhuriyeti’ne kadar pek çok Türk idaresi kurulmuştur.
1872’de Yakup Han idaresindeki Doğu Türkistan Devleti, Osmanlı Devleti’nden
yardım istedi. Padişah Abdülaziz’in yardımı ile pek çok tüfek ve topun da
olduğu askerî yardım malzemesinin yanında Murat Efendi başkanlığında bir subay
heyeti de eğitim vermesi amacıyla Kaşgar’a gönderilmişti.
Çin mezalimi
Günümüzde Çin işgali altındaki Doğu Türkistan’ın yüz ölçümü bin 665
kilometrekare. Nüfus ise tahminî olarak 40 milyon! Çin, bu nüfusu etkisiz hâle
getirmek için zorla göç politikası uygularken, Çinli nüfusu da Doğu Türkistan’a
yerleştirmektedir. Son yıllarda en çok haber konusu ise Türk gençlerinin birbirleriyle
evlenmelerini engellemek için Türk gençlerinin Çin’in uzak bölgelerine
götürüldüğü, küçük yaşlardaki Türk çocuklarının ailelerinden zorla koparılarak
özel yurtlarda özel eğitimlere tâbi tutuldukları ve yasaklanmış olan İslâmî ibâdetlerin
yapılıp yapılmadığını denetlemek için Türk ailelerine birer Çinli erkeğin
yerleştirilmiş olduğudur.
Elbette bütün bunlara itiraz edenler, itiraz etme potansiyeli olanlar, Çin
dışında olup Türklerle telefon ve benzeri yollarla iletişimi tespit edilenler
ise özel toplama kamplarına götürülmektedirler.
Başta oruç olmak üzere pek çok İslâm ibâdeti yasaktır.
İşgalci Çin yönetimi doğrudan insanlar üzerine yaptığı bu zulümlerin
yanında, câmileri, türbeleri, medreseleri yıkarak, mezarlıkları da ortadan
kaldırarak Türklere ait somut eserlerin işaretlerini bile yok etmektedir.
Türkiye konuya pasif mi bakıyor?
Türklerin sorunlarına karşı kayıtsız kalmakla suçlanan Osmanlı Devleti, en
zayıf döneminde bile askerî malzeme ve askerî bir heyeti 1872’nin şartlarında
Doğu Türkistan’a göndermiştir. Osmanlı Devleti’nin siyâsî, ekonomik ve askerî
şartlarına göre çok daha iyi durumda olan Türkiye ise, dünyada Doğu Türkistan
diye bir yer yokmuş ve orada Türklere kötü bir şey yapılmıyormuş gibi sessiz,
ilgisiz ve tepkisizdir.
Günümüz şartlarında kimse Türkiye’nin Çin’e savaş ilân etmesini, karadan ya
da havadan bir askerî operasyon yapmasını beklemiyor. 2008-2010 döneminde
olduğu gibi, Çin’in yaptığı zulümlere Türkiye’nin tepki göstermesi bekleniyor.
Üstelik ABD ve AB üyesi bazı ülkelerin zaman zaman BM’de Çin’in aleyhine almaya
çalıştıkları kararlara Türkiye’nin katılmaması da utanç verici değil mi?
Hatırlanmalı ki, Türkiye’nin Rusya ile çok yakın ekonomik, siyâsî ve askerî
ilişkileri vardır. Buna rağmen, Türkiye başta Ukrayna ve Suriye konuları olmak
üzere pek çok konuda da Rusya ile karşı karşıyadır. Her vesileyle Rusya’nın
Kırım’ı işgal etmiş olmasını kınamaktadır.
Aynı durum Türkiye’nin ABD ile olan siyâsî, ekonomik ve askerî ilişkileri
için de geçerlidir. Buna rağmen ABD, Kudüs’ü İsrail’in başkenti kabul edince
Türkiye, İslâm İşbirliği Teşkilâtı’nı toplayarak ABD’nin bu kararını
kınamıştır. Doğrusunu da yapmıştır. Türkiye 1963’ten beri ısrarla üye olmak
istediği AB’nin Yunanistan ve Kıbrıs Rum yanlısı tutumlarına karşı da her zaman
itirazcı olarak tepkisini göstermiştir.
Türkiye dış ticâretinin yarısını yaptığı AB’ye ve ardından ABD’ye karşı
itiraz ederken, Çin zulümlerine karşı nasıl tepkisiz kalabilir? Cumhrbaşkanı Erdoğan,
münasebet düştükçe “Dünya beşten büyüktür!” diyor. Dünyadaki pek çok sorunun o
beşliden kaynaklandığını hemen hemen her uluslararası zeminde söylüyor. Bütün
insanlık adına son derece haklı ve onurlu bir tutumdur bu tutum.
Hatırlanmalıdır ki, o beşliden biri de Çin’dir. Filistin, Ukrayna, Kırım,
Keşmir ve Suriye gibi konularda o beşliyi karşısına alabilen Türkiye, her
nasılsa sıra Doğu Türkistan’a gelince beşliden yalnızca birisine, Çin’e karşı
sağır ve dilsiz kalıyor.
Türkiye, Filistin-Kudüs örneğinde olduğu gibi İİT aracılığı ile Çin
zulümlerini kınayabilir. İSEDAK aracılığı ile İslâm ülkelerini Çin ile olan
ticâretlerini kesmeye, en azından azaltmaya çağırabilir. İSEDAK üyeleri bunu
kabul etmezlerse, Türkiye, Çin ile olan ticâretini kesebilir veya en alt
seviyeye indirebilir. Elliden fazla üyesi olan İSEDAK’ın ticârî boykotunu
hiçbir ülke göze alamaz.
Peki, Türkiye niçin böyle davranmak zorundadır?
Türkiye daima mazlumlardan yana olduğunu açıklamakta, insan hakları ihlâllerine
karşı tahammülsüz olduğunu ilân etmektedir. Doğu Türkistan’da ise Çin’e ait zulmün
her türlüsü vardır. Oradaki insanların hakları ihlâl edildiğinden, oradaki Müslümanlara
dinleri sebebiyle zulmedildiğinden, oradaki Türklere etnik yapıları nedeniyle
baskı yapıldığından dolayı Türkiye onlara sahip çıkmak zorundadır.
Bütün bunların dışında, Türkiye, Çin ile “2017’de suçluların iadesi
anlaşmasını” yapmıştır. Böyle bir anlaşmaya Türkiye’nin ihtiyacı var mıdır?
Çin’in suçlu saydığı kimleri Türkiye iade edecektir?
Bu sorunun cevabını herkes biliyor. Ki Türkiye, anlaşma ile kendini
bağlamıştır. Yakın bir zamanda TBMM’den onaylanıp yürürlüğe girmesi hâlinde
Doğu Türkistanlı mültecileri Çin’e iade edecektir. Böyle bir işlem, Çin zulmüne
ortak olmak değil midir?
Oysa Türkiye’nin ABD ve Rusya örneğinde olduğu gibi, ABD ve Rusya ile bütün
ilişkilerini, ticâretini kesmeden bu ülkelerin yaptığı zulümlere, işgallere
itiraz ettiği gibi, hiç olmazsa Çin ile de ilişkilerini bütünüyle kesmeden,
Doğu Türkistan’da yapılan zulümleri kınayabilir. Dünya gündemine gelmesine, uluslararası
toplantılarda konu edilmesine aracılık edebilir. Böylece Doğu Türkistan’a karşı
kardeşlik görevini yetersiz de olsa yerine getirmiş olur.
Çin ile yapılan suçluların iadesi anlaşmasının iptal edilmesi, Türkiye’ye
olan güveni arttıracaktır. Kendi milletinden olan mazlumlara ilgisiz kalan Türkiye’ye
başka ülkelerin mazlumları nasıl inanabilecektir? Türkiye’nin Doğu Türkistan
siyâseti (belki siyâsetsizliği), mazlumlardan yana olmak, dünyanın beşten büyük
olması gibi söylemlerini de anlamsız hâle getirecektir.
Türkiye, diplomatik ve ticârî ilişkileriyle Doğu Türkistan’ı, olabileceği
kadar, oranın sahipleri için yaşanabilir bir yer durumuna getirmelidir.
Türklerin kamplara götürülmelerine, göç ettirilmelerine ve Doğu Türkistan’a Çin
nüfusunun yerleştirilmesine görüşmeler yoluyla engel olmaya çalışmalıdır.
Bunun için savaş ilânı veya savaş söylemi gereksizdir. Başta İSEDAK üyesi
bazı ülkeler olmak üzere başka birtakım ülkelerin yardımlar ile Türkiye böyle
bir sonucu bütünüyle elde edemese bile Çin’in işgal, tehcir ve zulüm
politikalarında önemli değişiklikler yapabilir.
Doğu Türkistan’da Çin, önemli bir nüfus değiştirme politikası yapmaktadır.
Türkiye, oradaki Türk nüfusunu daha da azaltacak şekilde, Türkiye’ye göçlerini
teşvik etmek yerine her nasılsa Türkiye’ye gelmiş olanları iade etme yanlışından
vazgeçmelidir. Suçluların İadesi Anlaşması, yeni Boraltan Köprüsü facialarının
tekrarlanması utancından başka bir şey değildir.
Boraltan Köprüsü Faciası nasıl ki İnönü döneminin hayırla anılmasına engel
ise, benzeri durumları fazlası ile Türkiye’ye yaşatacak olan bu anlaşma da
Cumhurbaşkanı Erdoğan dönemi için aynı sonucu doğurma potansiyeline sahiptir.
2019 yılında Çin’e bağlı Hong Kong’da kitlesel gösterilerin ana nedeni,
Doğu Türkistanlıların Çin’e iadesini öngören yasa teklifiydi. Türklerle hiçbir kültürel
ve dinî bağı olmayan Hong Kongluların “Türklerin Çin’e iadesini protesto etmek”
için aylar süren gösterilerine karşılık, Türkiye’nin Meclis’ine “suçluların
iadesini öngören bir anlaşmanın” gelmesi ve de Türkiye’de hiçbir kesimden
hiçbir itirazın olmayışı ibretliktir.
Hong Kong gibi yerlerdeki gösteriler, Doğu Türkistan’daki işgal ve zulümlere
insanlığın ortak vicdanî tepkisinin bulunduğunu göstermektedir. Türkiye bu
ortak insanî tepkiyi geliştirmeye katkı sunmalıdır. Çin gibi işgalcilere karşı
ortak insanlık tepkisi ile daha kolay ve etkili sonuç alınabilir.
Üstelik Türkiye’de bazı siyâsî parti ve çevrelerin Doğu Türkistan’da
yapılan zulümleri Çinlilerden daha çok savunmaları da Türkiye’de utanılacak bir
çevrenin varlığına işaret etmektedir.
İbni Havkal, 10’uncu Asırda İslâm
Coğrafyası, Tercüme: Ramazan Şeşen, İstanbul 2014