Doğu Türkistan ölüyor!

Çin, “eğitim kampı” adını verdiği toplama kamplarında Uygurları hücrelere atıyor, burada işkence ediyor. Kendi dillerini unutturmaya, kendi inançlarından koparmaya çalışıyor.

UZUN yıllardır Çin tarafından kendi topraklarında türlü eziyetlere maruz bırakılan Doğu Türkistanlı Müslümanlar, iki ölüm formülüyle karşı kaşıya: Çinli cellatlar ya can alıyorlar ya da bütün insanî hakları ihlâl yoluyla Doğu Türkistanlıları yaşayan ölülere çeviriyorlar.

Burada “yaşamak” kavramına dair tek şey, bir günü daha ölmeden ve en az hasarla atlatabilme rüyası…

Çin’in kurtarılmış bölge olarak adlandırdığı “Sincan”, aslında Doğu Türkistan, dünya tarafından da yok sayılıyor. Bir bölge ve o bölgede yaşayanlar, o bölgenin gerçek hak sahipleri hukuken tanınmadığı için burada yapılan işkenceler ve yaşam hakkı ihlâlleri de kolayca görmezden gelinebiliyor.

Doğu Türkistan öyle bir yer ki, Çin gibi yamyam devletlerin ağzının suyunu akıtmak için bulunmaz bir kaynak. Yeraltı kaynakları son derece zengin. Bu bölgeye tamamen sahip olmak isteyen ve burada Müslümanların sayısının artmaması yolunda bütün kıyacı faaliyetleri hayata geçiren Çin, şu ana kadar 35 milyondan fazla Doğu Türkistanlının canını aldı. Peki, ya kalanlar? Hayata bir şekilde tutunmayı başaranlar? Onların hâli ise çok daha vahim!

Zorla kürtaj, asimilasyon ve hücre cezası

Çin’in komünist yönetimi en gaddar kanunlarla insana hükmetme ve sindirme politikasıyla meşhur. Bunu çok zaman kendi insanına bile çeşitli baskı ve zulümlerle icra ettiği herkesçe biliniyor. Fakat mevzubahis Doğu Türkistanlı Müslümanlar olunca, işkencelerin, baskıların ve zulmün hududu iyice belirsizleşiyor.

Burada Müslüman kadınların iki çocuktan fazla doğurması yasak. Bazı hâllerde üçe kadar izin verilebiliyor. Fakat izinsiz bir doğum haberi alındığında Çin yetkilileri bu süreci istediği an sonlandırabiliyor. Zaten bir cinayet şekli olan kürtaj, burada Müslüman kadınlara zorla yaptırılıyor ve daha da beteri, hamileliğin son aylarında bile bu cinayetler işleniyor. Amaç, Müslüman nüfusunu sürekli baskılamak.

Zaten bölgeye sürekli Çin halkının yerleştirilmesi ve Uygur Türklerinin oran olarak da yalnızlaştırılması yönündeki politika hız kesmeden devam ediyor. Bölgede Çinli sayısı periyodik olarak arttırılırken, Müslüman nüfusun kırılması için her türlü yol deneniyor.

Bu yollardan biri de mesnetsiz tutuklamalar. Çin polisi yolda yürüyen bir Doğu Türkistanlıyı istediği gibi arayabiliyor ve herhangi bir suç isnadıyla hapse atabiliyor. Hapis dediğimizse daracık hücreler. Bu hücrelerde yıllarca tutulan insanlar bir gün özgürlüklerine kavuşsalar da psikolojik olarak çökmüş olununca normal bir yaşam sürmeleri mümkün olmuyor.

Burada insanların kendi din ve dilini öğrenmeleri yasak. Kur’ân okuduğu için dövülen ya da öldürülen insanların günlük yaşamda nasıl bir ruh hâline sahip olduklarını kestirmek zor değil. Her an bir sebeple hücrelere atılabiliyor ya da işkenceye maruz kalabiliyorlar. Böyle bir vasatta çocuklar da, anne-babalar da her günü yeni bir korku ve dehşet tünelinden geçer gibi bitiriyorlar. Günün sonunda ise açlık en rutin yoksunluklardan biri.

Doğu Türkistan toprakları verimli, kaynaklar bol. Fakat bu pastadan tek bir dilim bile gerçek sahiplerine verilmiyor. Bütün pastayı Çin midesine götürüyor ve pastanın asıl sahiplerini dövüyor.

Farklı Türk lehçeleri konuşan Doğu Türkistanlılar, Çince öğrenmeye ve Çince konuşmaya zorlanıyorlar.

Süslü politikalarla buradaki Uygurlara yapılan işkenceler çok çeşitli bir hâl almış durumda. Bunlardan biri de iş gücü fazlasını başka memleketlere yönlendirme safsatası. Bu kapsamda genç kızlar Çin’in farklı bölgelerine, güya çalışma-çalıştırma gayesiyle gönderiliyorlar. Genç kızların başına neler geldiğini tahmin etmekse zor değil.

Urumçi’de başlayan kitlesel katliamlar hız kesmeden diğer bölgelerde de devam ediyor. Toplu cinayetler ve toplu infazlar ardı ardına gerçekleştiriliyor.

Çin, “eğitim kampı” adını verdiği toplama kamplarında Uygurları hücrelere atıyor, burada işkence ediyor. Kendi dillerini unutturmaya, kendi inançlarından koparmaya çalışıyor.

Yazılacak ve söylenecek o kadar çok şey var ki… Meselâ milyonlarca ölü… Ama bu kadar da değil, yaşama hakkı elinden alınan, işkenceyle akıl ve ruh sağlığı kaybettirilen ve hâlihazırda inandığı gibi yaşayamayan daha niceleri var. Ve tüm bunlar olurken “Doğu Türkistan” adını tanımayan dünya ülkeleri, buradaki cinayet ve işkenceleri de duymuyor, görmüyor. Arada bir sivil toplum kuruluşlarınca buradaki kıyımlar yüksek sesle dile getiriliyor olsa da çok kısa bir süre içinde bütün aykırı sesler kısılıyor.

Zulmü bitirmenin ve zalimin elini kırmanın tek yolu, onu dünyaya bağırmak ve zulmün karşısında inananlar olarak bir olmaktır. Bir olamazsak, aynı acıya ah edemezsek, daha dünyanın pek çok yerinde benzer kıyımlar ve benzer yok oluş hikâyeleri sürüp gidecek.

Müslümanlar, küffarın ortak düşmanıdır. Küffar nerede Müslüman görse aynı zulme başvurur. Yeter ki eline bir fırsat geçsin. Burada bize düşen, Allah’ın görünmez ordularının yardımına erişebilmek için O’na yakışır bir imanla ve sarsılmaz bir ümmet şuuruyla mücadele etmek ve birliğimizi kaim kılabilmek adına tek tek emek vermektir.  

Halkaları emekle birbirine eklersek, kırılmaz zincirler oluşturabiliriz. Bir halkayı değersiz bulmak, devasa bir zinciri daha en baştan yok etmekle eş değer. Her halka kıymetli…