Doğu Türkistan’da zulüm var!

Doğu Türkistan çöllerinde kanlar dökülüyor. Hem de öyle kolay yollu can alma faaliyetlerinden bahsetmiyorum. Yıllara varan uzun ölümlerden bahsediyorum. Önce buradaki insanların inancına aykırı her şeye zorlandıklarını, işkence sandalyelerine oturtulup özsaygılarına halel getirecek pek çok davranışa maruz bırakıldıklarını haykırmak gerek. Burada bir soykırım var. Burada işkence ve zulüm var. Fakat Çin’in dünyaya anlatırken zikrettiği terör mücadelesi masalını da ezip geçmek gerek.

ÇİN’in Doğu Türkistan’ı istilası yüzyıllara dayanan kanlı bir hikâye. 18’inci yüzyılda Doğu Türkistan’ın kasabalarını basıp beraberinde pek çok bölgeyi işgal eden Çinliler, 1826’da Kaşgar’ı ellerinden geri alan Sâlih Hoca’nın oğlu Cihangir’i idam etti. Devam eden karışıklıklar süresince Osmanlı Devleti’nin asker desteği Çin’i ağır bir yenilgiye uğrattı. Sultan Abdülaziz adına hutbe okutulmasıyla çileden çıkan Çin, Rusların da yardımıyla yeni bir istila hareketi başlattı.

İçteki taht kavgalarını fırsat bilen Çin, 1882’de Doğu Türkistan’ı yeniden işgal etti. Adını değiştirip (Xin-jiang) burada Sinkiang (Sincan) adıyla bir vilâyet kurdu. Sonrasında Doğu Türkistan’ı kurtarmaya yönelik pek çok girişim başladı ve bunlarda başarı elde edilince araya Sovyetler girdi. Sovyetler Birliği 1933’te kurulan Şarkî Türkistan Cumhuriyeti’ne son vererek tam bağımsız bir cumhuriyet olamayacağına hükmetti. Ancak idarî bir bağımsızlık kabulüyle sözde bir barış teklif etti. Ne var ki, bu barış anlaşması Şarkî Türkistan Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanını ve beraberinde bağımsızlığı destekleyenleri öldürmelerine mani olamadı.

Hemen on yıl kadar sonra ayaklanmalarla birlikte Şarkî Türkistan Cumhuriyeti tekrar kuruldu. Fakat 1946’da Sovyetler Birliği tekrar araya girdi ve Şarkî Türkistan ile Hsin-chiang eyalet hükûmetlerini birleştirdi. Başına da bir Çinli getirerek Çin’e desteğini sürdürdü. Ardından kurulan mahallî hükûmet de uzun süreli olmadı ve kısa sürede lağvedildi. Yüz yıllık bu işgal hareketleri pek çok kişinin yerinden olmasına, ölmesine ve kayıplara karışmasına neden olurken, 1955’ten bu yana Doğu Türkistan, Çin Halk Cumhuriyeti’ne bağlı “Sincan Uygur Özerk Bölgesi” adıyla anılıyor. Burası Çin sınırları dâhilinde çok geniş bir alan olarak biliniyor.

Doğu Türkistanlılar bugün kendi topraklarında vatandaş sıfatına lâyık görülmedikleri gibi, zulüm ve haksızlıklar kan donduran bir hâl almış durumda. Burada Müslüman Türklerin ibadet etmeleri, kadınların başlarını örtmeleri ve erkeklerin sünnete uygun sakal bırakmaları suç kabul ediliyor.

Evet, yüzyıllardır devam eden işgal hareketleri, işkence ve zulüm nispetine evrilmiş durumda. Dünyanın sessiz kaldığı kan akıtma eylemlerinden biri de burada sürüp gidiyor. Çünkü burada yaşayan halk, Müslüman. Bizi alâkadar eden ilk kavram da tabiî ki halkın Müslüman oluşu. Ama bir yakınlığımız daha var. Millet ve soyca da bizi çok yakından ilgilendiren topraklardan bahsediyoruz.

Doğu Türkistan, Türklerin en eski yurtlarından. Burası ana yurdumuz. Türklerin İslâm’la şereflendiği ve bu şerefle dünyanın dört bir yanına yayıldığı, İslâm’ı da gittiği topraklara götürdüğü ilk adres. Sözün kısası: Türklerin ülkesi…

Hun İmparatorluğu’ndan Göktürk İmparatorluğu’na kadar ev sahipliği yapmış bu ata toprakları, bugün yalnızca işgal altında değil, soydaşlarımız ve dindaşlarımız ana yurdumuzda türlü cefalarla nefessiz bırakılıyorlar. Nefes almaya devam edenler içinse hak ve hürriyetten, standart bir yaşam sürmekten söz edilemez.

Komünist Çin Devleti’nin işgal ve baskıları, Batı tarafından da üç maymunun oynandığı bir tiyatro sahnesinden ibaret. Buna en güzel delil olarak, Çin’in şimdilerde işkence alanlarına “eğitim kampı” adı vermesi ve bunu da tüm dünyaya -sözde- yutturması gerçeği var.

Bu topraklar yalnız Türk medeniyetlerinin gündoğumu olmasıyla değil, üzerinde yatan tarihin kokusuyla, çok geniş yüzölçümüyle ve Batı’nın tabiriyle Asya’nın kalbi oluşuyla da önem arz ediyor.

Peki, burası sizce neden bu kadar kıymetli? Çünkü çok zengin petrol yatakları ve değerli madenler burada! Altın, gümüş, uranyum, kristal, kömür, bakır… Zamanın en kıymetli güzergâhı İpek Yolu buradan geçerken, altın beşiği olarak anılan Taklamakan çölü de burada. Dağları, çölleri, gölleri ve ırmaklarıyla tam bir tabiat şaheseri…

Din ve millî kimlik gibi görünen düşmanlığın arkasında çok daha derin hesaplar var. Çin’in açgözlü bir dev gibi ağzının suyunu akıta akıta Doğu Türkistan’a saldırmasında ve zavallı Batı’nın Çin’in anlattığı masalları tek lokmada yutmasında böyle çekici sebeplerin varlığını da es geçmemek gerekiyor. Orta Doğu’nun petrolüne göz diken yamyamların gözbebeklerini büyüten maddî sebepler, Türklerin ana yurdu bu topraklarda zirve yapıyor.

200 yıldan fazladır burada Çin saldırılarına direnen bir karakter var. Müslüman-Türk kimliği bunca istilaya, saldırıya ve orduya rağmen defalarca bağımsız devletler kuruyor; fakat direniş, düşmanın hacmi ve aldığı destekle uzun süreli olamıyor. Kurulan onca Doğu Türkistan devleti bir süre sonra yıkılıyor. Geldiğimiz son noktada özerk bölge olarak anılmaktan öteye geçemiyor. Ama içeride dönen işler, bir özerk cumhuriyetin varlığının bile olmadığı gerçeğini su yüzüne çıkarıyor.

Sayılan onca zenginlikten Türkistan halkının bir nebze bile nasipdar olamadığını biliyor muydunuz? Bölgenin asıl sahipleri ne altından, ne petrolden, ne de kömürden bir gram nemalanabilirken, Çin ise midesini büyütmeye devam ediyor.

Maddî zenginlik içinde sefalete mahkûm olan yerli halk, bu kadarla da bırakılmıyor ve işkencelerle, dinî ve millî kimliği hedef alan birbirinden utanç verici baskıyla sıradan bir yaşam alanına bile sahip olamıyor.

Masal anlatacaklardır, “Doğu Türkistan ile Çin Halk Cumhuriyeti arasındaki çekişmeler, anlaşmazlıklar” diyeceklerdir. Karşılıklı bir savaş varmışçasına sözde barış önerilerinde bulunacaklardır. Çin kendini süslü cümlelerle savunurken, Batı ufak uyarılarda bulunarak insan hakları gösterisine devam edecektir. Hâlbuki gerçekte olan, Çin’in burada bir sömürge hareketi başlatmış olması istila ettiği toprakları ciğerine kadar içine çekerken, Batı’ya da sus payı olarak birkaç lokma ifa etmesidir.

Son olarak, Çin’in soydaşlarımız ve dindaşlarımız üzerinde uyguladığı sözde eğitime değinmek gerek.

Doğu Türkistan çöllerinde kanlar dökülüyor. Hem de öyle kolay yollu can alma faaliyetlerinden bahsetmiyorum. Yıllara varan uzun ölümlerden bahsediyorum. Önce buradaki insanların inancına aykırı her şeye zorlandıklarını, işkence sandalyelerine oturtulup özsaygılarına halel getirecek pek çok davranışa maruz bırakıldıklarını haykırmak gerek. Burada bir soykırım var. Burada işkence ve zulüm var. Fakat Çin’in dünyaya anlatırken zikrettiği terör mücadelesi masalını da ezip geçmek gerek. Uygur Türklerinin kendi vatan topraklarında kendi inanç ve gelenekleriyle yaşam sürmelerine “terör eylemi” diyerek iyice alçalan komünist Çin yönetiminin gayesini biz pekâlâ biliyoruz. Buradaki beslenme programı öyle basitçe vazgeçilecek cinsten değil. Dünyaya havlayabilmesi adına burada altın ve petrolle beslenmesi gerekiyor zavallıların(!).

İnsanları minicik hücrelerde tutuyorlar. Demir sandalyelere zincirleyip, “Camiye gidiyor musun, namaz kılıyor musun?” gibi sorular soruyor, zorla Çince öğretiyor, Çince dinî sözleri ezberletiyorlar. Burada insanların akıl ve ruh sağlığı hedef alınıyor, öldürülenler dışında insanların acıya dayanamayıp intihar etmesi sağlanıyor. Çin’in işkence yöntemleri insanlık tarihini aşan bir çirkinlikte her gün yeni bir merhaleye geçiyor.

O yüzden şimdi susmak zamanı değil! Elimizden bir tek anlatmak ve haykırmak geliyorsa, onu yapacağız. Belki bu yazıların sayısını çoğaltacak, farklı dillere çevirip dünyaya anlatacağız. Hiçbir şey yapamıyorsak bile susmayacağız.

Çünkü Doğu Türkistan’da zulüm var!

 

#DoğuTürkistandaZulümVar