
ÇİN’in Doğu Türkistan’ı istilası yüzyıllara
dayanan kanlı bir hikâye. 18’inci yüzyılda Doğu Türkistan’ın kasabalarını basıp
beraberinde pek çok bölgeyi işgal eden Çinliler, 1826’da Kaşgar’ı ellerinden
geri alan Sâlih Hoca’nın oğlu Cihangir’i idam etti. Devam eden karışıklıklar
süresince Osmanlı Devleti’nin asker desteği Çin’i ağır bir yenilgiye uğrattı.
Sultan Abdülaziz adına hutbe okutulmasıyla çileden çıkan Çin, Rusların da
yardımıyla yeni bir istila hareketi başlattı.
İçteki taht
kavgalarını fırsat bilen Çin, 1882’de Doğu Türkistan’ı yeniden işgal etti.
Adını değiştirip (Xin-jiang) burada Sinkiang (Sincan)
adıyla bir vilâyet kurdu. Sonrasında Doğu Türkistan’ı kurtarmaya yönelik pek
çok girişim başladı ve bunlarda başarı elde edilince araya Sovyetler girdi.
Sovyetler Birliği 1933’te kurulan Şarkî Türkistan Cumhuriyeti’ne son vererek
tam bağımsız bir cumhuriyet olamayacağına hükmetti. Ancak idarî bir bağımsızlık
kabulüyle sözde bir barış teklif etti. Ne var ki, bu barış anlaşması Şarkî
Türkistan Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanını ve beraberinde bağımsızlığı
destekleyenleri öldürmelerine mani olamadı.
Hemen on yıl kadar sonra ayaklanmalarla birlikte Şarkî
Türkistan Cumhuriyeti tekrar kuruldu. Fakat 1946’da Sovyetler Birliği tekrar
araya girdi ve Şarkî Türkistan ile Hsin-chiang eyalet hükûmetlerini
birleştirdi. Başına da bir Çinli getirerek Çin’e desteğini sürdürdü. Ardından
kurulan mahallî hükûmet de uzun süreli olmadı ve kısa sürede lağvedildi. Yüz yıllık
bu işgal hareketleri pek çok kişinin yerinden olmasına, ölmesine ve kayıplara
karışmasına neden olurken, 1955’ten bu yana Doğu Türkistan, Çin Halk
Cumhuriyeti’ne bağlı “Sincan Uygur Özerk Bölgesi” adıyla anılıyor. Burası Çin
sınırları dâhilinde çok geniş bir alan olarak biliniyor.
Doğu Türkistanlılar bugün kendi topraklarında vatandaş sıfatına lâyık
görülmedikleri gibi, zulüm ve haksızlıklar kan donduran bir hâl almış durumda.
Burada Müslüman Türklerin ibadet etmeleri, kadınların başlarını örtmeleri ve
erkeklerin sünnete uygun sakal bırakmaları suç kabul ediliyor.
Evet, yüzyıllardır devam eden işgal hareketleri, işkence ve zulüm nispetine
evrilmiş durumda. Dünyanın sessiz kaldığı kan akıtma eylemlerinden biri de
burada sürüp gidiyor. Çünkü burada yaşayan halk, Müslüman. Bizi alâkadar eden
ilk kavram da tabiî ki halkın Müslüman oluşu. Ama bir yakınlığımız daha var.
Millet ve soyca da bizi çok yakından ilgilendiren topraklardan bahsediyoruz.
Doğu Türkistan, Türklerin en eski yurtlarından. Burası ana yurdumuz. Türklerin
İslâm’la şereflendiği ve bu şerefle dünyanın dört bir yanına yayıldığı, İslâm’ı
da gittiği topraklara götürdüğü ilk adres. Sözün kısası: Türklerin ülkesi…
Hun İmparatorluğu’ndan Göktürk İmparatorluğu’na kadar ev sahipliği yapmış
bu ata toprakları, bugün yalnızca işgal altında değil, soydaşlarımız ve
dindaşlarımız ana yurdumuzda türlü cefalarla nefessiz bırakılıyorlar. Nefes
almaya devam edenler içinse hak ve hürriyetten, standart bir yaşam sürmekten
söz edilemez.
Komünist Çin Devleti’nin işgal ve baskıları, Batı tarafından da üç maymunun
oynandığı bir tiyatro sahnesinden ibaret. Buna en güzel delil olarak, Çin’in
şimdilerde işkence alanlarına “eğitim kampı” adı vermesi ve bunu da tüm dünyaya
-sözde- yutturması gerçeği var.
Bu topraklar yalnız Türk medeniyetlerinin gündoğumu olmasıyla değil,
üzerinde yatan tarihin kokusuyla, çok geniş yüzölçümüyle ve Batı’nın tabiriyle
Asya’nın kalbi oluşuyla da önem arz ediyor.
Peki, burası sizce neden bu kadar kıymetli? Çünkü çok zengin petrol
yatakları ve değerli madenler burada! Altın, gümüş, uranyum, kristal, kömür,
bakır… Zamanın en kıymetli güzergâhı İpek Yolu buradan geçerken, altın beşiği
olarak anılan Taklamakan çölü de burada. Dağları, çölleri, gölleri ve
ırmaklarıyla tam bir tabiat şaheseri…
Din ve millî kimlik gibi görünen düşmanlığın arkasında çok daha derin
hesaplar var. Çin’in açgözlü bir dev gibi ağzının suyunu akıta akıta Doğu
Türkistan’a saldırmasında ve zavallı Batı’nın Çin’in anlattığı masalları tek
lokmada yutmasında böyle çekici sebeplerin varlığını da es geçmemek gerekiyor.
Orta Doğu’nun petrolüne göz diken yamyamların gözbebeklerini büyüten maddî
sebepler, Türklerin ana yurdu bu topraklarda zirve yapıyor.
200 yıldan fazladır burada Çin saldırılarına direnen bir karakter var.
Müslüman-Türk kimliği bunca istilaya, saldırıya ve orduya rağmen defalarca
bağımsız devletler kuruyor; fakat direniş, düşmanın hacmi ve aldığı destekle
uzun süreli olamıyor. Kurulan onca Doğu Türkistan devleti bir süre sonra
yıkılıyor. Geldiğimiz son noktada özerk bölge olarak anılmaktan öteye
geçemiyor. Ama içeride dönen işler, bir özerk cumhuriyetin varlığının bile olmadığı
gerçeğini su yüzüne çıkarıyor.
Sayılan onca zenginlikten Türkistan halkının bir nebze bile nasipdar
olamadığını biliyor muydunuz? Bölgenin asıl sahipleri ne altından, ne petrolden,
ne de kömürden bir gram nemalanabilirken, Çin ise midesini büyütmeye devam
ediyor.
Maddî zenginlik içinde sefalete mahkûm olan yerli halk, bu kadarla da
bırakılmıyor ve işkencelerle, dinî ve millî kimliği hedef alan birbirinden
utanç verici baskıyla sıradan bir yaşam alanına bile sahip olamıyor.
Masal anlatacaklardır, “Doğu Türkistan ile Çin Halk Cumhuriyeti arasındaki
çekişmeler, anlaşmazlıklar” diyeceklerdir. Karşılıklı bir savaş varmışçasına
sözde barış önerilerinde bulunacaklardır. Çin kendini süslü cümlelerle
savunurken, Batı ufak uyarılarda bulunarak insan hakları gösterisine devam
edecektir. Hâlbuki gerçekte olan, Çin’in burada bir sömürge hareketi başlatmış
olması istila ettiği toprakları ciğerine kadar içine çekerken, Batı’ya da sus
payı olarak birkaç lokma ifa etmesidir.
Son olarak, Çin’in soydaşlarımız ve dindaşlarımız üzerinde uyguladığı sözde
eğitime değinmek gerek.
Doğu Türkistan çöllerinde kanlar dökülüyor. Hem de öyle kolay yollu can
alma faaliyetlerinden bahsetmiyorum. Yıllara varan uzun ölümlerden
bahsediyorum. Önce buradaki insanların inancına aykırı her şeye
zorlandıklarını, işkence sandalyelerine oturtulup özsaygılarına halel getirecek
pek çok davranışa maruz bırakıldıklarını haykırmak gerek. Burada bir soykırım
var. Burada işkence ve zulüm var. Fakat Çin’in dünyaya anlatırken zikrettiği
terör mücadelesi masalını da ezip geçmek gerek. Uygur Türklerinin kendi vatan
topraklarında kendi inanç ve gelenekleriyle yaşam sürmelerine “terör eylemi”
diyerek iyice alçalan komünist Çin yönetiminin gayesini biz pekâlâ biliyoruz.
Buradaki beslenme programı öyle basitçe vazgeçilecek cinsten değil. Dünyaya
havlayabilmesi adına burada altın ve petrolle beslenmesi gerekiyor
zavallıların(!).
İnsanları minicik hücrelerde tutuyorlar. Demir sandalyelere zincirleyip, “Camiye
gidiyor musun, namaz kılıyor musun?” gibi sorular soruyor, zorla Çince
öğretiyor, Çince dinî sözleri ezberletiyorlar. Burada insanların akıl ve ruh
sağlığı hedef alınıyor, öldürülenler dışında insanların acıya dayanamayıp
intihar etmesi sağlanıyor. Çin’in işkence yöntemleri insanlık tarihini aşan bir
çirkinlikte her gün yeni bir merhaleye geçiyor.
O yüzden şimdi susmak zamanı değil! Elimizden bir tek anlatmak ve haykırmak
geliyorsa, onu yapacağız. Belki bu yazıların sayısını çoğaltacak, farklı
dillere çevirip dünyaya anlatacağız. Hiçbir şey yapamıyorsak bile susmayacağız.
Çünkü Doğu Türkistan’da zulüm var!
#DoğuTürkistandaZulümVar