Doğrunun gücü

Hak anlamındaki doğrunun alternatifi yoktur. Hakkı inkâr, herşeyi inkâr etmek anlamına gelir. Bu nedenle doğrudan uzak insanlar insanlıktan da ıraktırlar. Bu minvâldeki doğru kalıcı, yalan ve yalancılar ise geçicidir.

HERKES bilir, doğrunun önünde sonunda açığa çıkma gibi bir huyu vardır. Zira doğru tek gerçektir. Doğrudan sapmalar yanlış da olsa bu insanlık doğasındandır. Doğrudan ayrılmaların arka plânında yatan neden, tek kelime ile “normal dışı davranışlar” olarak görülebilir.

Normal dışı davranışların uzmanlar tarafından takip edilmesi gerekir. Bu nedenle doğrunun etrafında yekpare olmak, insanlığın fıtratı gereğidir. Doğrunun ne olduğu noktasında muhtelif fikir ve yolların olduğu da yaşanan bir gerçektir.

Sözlükte isim olarak doğruluk, “dürüstlük ve adalet” anlamlarına gelir. Felsefî açıdan bakıldığında ise “gerçekle uyuşması, yargı ve önermelerin gerçeğe uygun olması” olarak görülebilir. Gerçekle uyuşmak doğruluk olduğuna göre, ortada gerçek bir rol model olmalıdır.

Yûnus Emre, yanıp kül olacağını bildiği hâlde dergâha “Erenler meydanına eğri yakışmaz” düşüncesiyle odunun dahi doğrusunu getirmiştir. Tapduk, Yûnus’a dergâha her zaman doğru odun getirmesinin sebebini sorduğunda, Yûnus, “Doğru olmayan, bu kapıya lâyık değildir” cevabını vermiştir. Odunun dahi doğrusunu arayan bir düşünce, hayatta ne türlü kıymetli tohumlar saçmıştır, kim bilir. Bugün Türkiye Cumhuriyeti ve aziz milleti belâlardan kurtuluyorsa, bunda Tapduk ve Yûnus gibilerin payı çoktur.

Günlük hayatta doğruluğun hâkim olması toplu bir şekilde doğrunun yaşanmasına bağlıdır. Aksi durumda bireysel doğruluğun bir geçerliliği yoktur. Zira sapık kavmin içinde kalan çok sayıda doğru kişi helak olmaktan kurtulamamıştır.

Günümüzde demokrasinin Batı’dan farklı olarak yukarıdan aşağıya doğru indiği hengâmede aziz millet, demokrasi ve cumhuriyeti benimsemiş ve içselleştirmiştir. Yaklaşan seçim sürecinde istenmedik ve toplumun sinir uçlarını kaşıyan olayların varlığı demokratik Cumhuriyet’te halk iradesine pranga vurmanın yollarını arayan tali yollardır.

Gerçekte iz bir, yol tektir. Buna erişmek kolay bir iş değildir. Bu duruma fennî ve sosyal açıdan bakıldığında olay daha da netlik kazanır. Uzunluk, ağırlık ve zamanın bir standardı vardır. Bu standart dünyada “doğru” olarak kabul edilir. Uzunluk için metre, ağırlık için kilogram ve zaman için saniye standarttır. İnsanlar bunu kendi aralarında “doğru” kabul etmişlerdir.

Bu doğru aslında bir kabuldür. İnsanlığın ortak ölçüleri kullanmaları için bir referans noktasıdır. Sosyal alanda benzer durumlar vardır. Ahlâk, edep ve adap gibi konular gündelik hayatta referans noktalarından bazılarıdır.

Buradan bakınca sosyal hayatı düzenleyen doğru ölçüler ile fen açısından hayatta oluşan doğrularda sosyal olayların önde gittiği görülür. Zira sosyal doğrular fen doğrularını yönlendirmeye müsaittir, aksi için aynısını söylemek güçtür.

Sosyal doğrular toplumlara göre değiştiği için evrensel doğrunun fennî veya sosyal doğrulardan ziyade insanlık doğrusunun olması gerçeği ortaya çıkıyor. Buradan hareketle, ten rengi, ırk, lisan ve millet gibi kavramlar sadece insanlığın birbirini fark etmesi için ortada duruyor.

Yûnus Emre’nin “Beni bende demen, bende değilim/ Bir ben vardır bende, benden içeru” dizeleri, doğruya giden yola işaret ediyor. Zira fennî ve sosyal açıdan ölçü kabul edilen doğrular insanlık açısından farklılık gösterdiğinden, Yûnus’un dizelerindeki insanlık ölçüsü doğruya nasıl gidileceğine işaret ediyor.

Dizelerdeki “ben” kelimesi iki anlama işaret ediyor: Birincisi Yûnus’un şahsına, diğeri ise insanların içinde ortak nokta/ölçü olarak bulunan “ben”e… İnsanlık için ortak nokta olan “ben” sözcüğü, ölçü olarak “ego/ene” kelimelerine karşılık gelir.

İnsanoğlu içindeki “ben” kavramını Allah (cc) yolunda kul olmak için kullanırsa doğruya erişir. Aksi durumda ise yoldan çıkar. İşte “iz”in bir ve yolun tek olduğu vasıta, insanın içindeki bu “ben” duygusunun “kul” olmak için kullanılmasını gerektirir.

Her insanın dini, dili, ırkı, mezhebi, lisanı ne olursa olsun “ben/ego/ene” ölçüsü ile doğruyu bulup Hakk’a erişmesi gerekir. Bu nedenle doğru o değil, O’dur. Bu doğruya giderken O, doğrusu hak-sıdk ile insanlığı huzura eriştirir.

Batı’da çok sayıda düşünür, yazar ve çizer vardır. Hepsine saygım sonsuz ama bir Yûnus yoktur. Olmayacak da. Zira Batı madde eksenli, çıkar odaklı ve nedensellik denizinde boğulmuş hâlde gönül ve hislerden yoksundur. Fen bilimi ve teknolojik ilerlemeleri onları evrensel doğru yapmıyor. Bizim gibi ülkeler Batı’nın bilim ve teknolojisini elbette alacaklar ancak kendisine çare olmayan Batı’nın bizim gibi ülkelere merhem olması imkânsızdır. Bizim gibi ülkelerin Batı’yı körü körüne taklit etmekle bir yere gidemeyeceği ise gerçektir.

Doğrunun bir karşılığı da sıdktır. Bu kavram, “olaya uygun hüküm, yalanın karşıtı olan ve olması en makul olan şey” anlamıyla açıklanır. Bu nedenle “hakikati ifade eden, gerçeğe uygun olan söz, doğruluk, dürüstlük, güvenilirlik” anlamındaki “sıdk”, isim olarak kullanılmıştır. Diğer bir ifadeyle, “bir durumun tarafsız ve çıplak olarak durması, hak, durumun aslına uygun bir şekilde anlatılması” sıdktır. Hak doğrunun nesnel yüzü, sıdk ise sözün nesnel yüzü olarak görülebilir.

Hak anlamındaki doğrunun alternatifi yoktur. Hakkı inkâr, herşeyi inkâr etmek anlamına gelir. Bu nedenle doğrudan uzak insanlar insanlıktan da ıraktırlar. Bu minvâldeki doğru kalıcı, yalan ve yalancılar ise geçicidir. Doğruların önünde sonunda ortaya çıkma özelliği bundandır. Bu dünyada yaşanan hayat için de bu durum geçerlidir. Zira ölümlü insanın baki hayatta haktan yana olmadan kurtuluşa erişmesi mümkün değildir.