Arayan genç
BİLMEK. Ne aradığını bilmek… Belki de bulmaktan ziyade arama yolunda olmak. Çok okumak, gezmek veya bir insanın gölgesinde yetişmek. Bu meyanda bir güç, bir takat birikmesi ve taze heyecanlar olmalı ki bereket olsun. Düşlere dokunup yeni gezegenler bulmak gibi heyecan verici olsun.
Bunlara mukabil, başka başka bakış açıları yok değil elbet. Aradığımız kadar gövde gösterimiz olsa da bulduğumuz kadarız daha çok; akılları dinç tutan bir yolculuk ferahlığında olan… Aramalarla bulunanların yanında bahşedilenler de var tabiî ki...
Stefan Zweig’in, “Bir kez kendini bulmuş olan kişinin bu yeryüzünde yitirecek bir şeyi yoktur artık” sözündeki gibi, bir arayıp bulma serüveni en doğrusu olsa gerek. Bizi, kendimizi kendimize getirebilecek bir arayış hâli. Cesareti güdüleyen bir tevarüs hâliyle… Hep bir tutuşma ve hazrolmalardan beslenen çabayla… Arayalım biz yeter ki… Yollarda içimize kaçmış bir manzara olacaktır illâ.
Rehrev
Yola revan olmak hangi derde çare olur bilinmez ama insanı kendisine getireceği ve kendini bulduracağı kuvvetle muhtemel. Sadra şifa olacak belki de bu çekicilik, kim bilir, arayıp bulma intibaına yol verecek, iç sesi hareketlendirip beklenen meçhule hücum edecek, seferi ölüm öncesi alınan bir yol doğuracak, sırtlarda taşınacak yük, bağdaş kurup sesleyecek. İnsanın hem muhayyilesi ve hem de havalisi arasında hep bir gelgit serüveni yaşatacak. Yerine göre gurbeti çağıracak, sılayı savuşturup türküler toplayacak. “Yolculuk insanı iyi bir hikâye anlatıcısına dönüştürür”¹ denmesi gibi takatler taşıyacak yabancılığa. Hep batıya, hep batıya göç eden atalarımız gibi anı üstünde revan olma bu hayata hiç mi hiç zor gelmeyecek. Evrene kendi dallarıyla yol veren zaman, insanla kendini bütünleyecek. Doygun çağrışım, çok yaşanmışlık bu değirmene tahıl olacak. Uzayan yolda hayat, varsın kendince yeni bir şans doğursun. Biraz rehrev, biraz yol, biraz sükûnet… Gördük ve gidiyoruz hanedanını kursun artık bu çarşı; bu gül pazarı, bu temaşa mürg-i bâgini bulsun.
Yenileyen güç
Yol bilmek, iz bilmek, yordam bilmek... Hep bilmelere gebe bir seyrüsefer. “Yol gidenin, kılıç kuşananın” olduğu bir hâl. Hayatı, hareketi ve bereketi merkezine alan... “Ne kadar uzağa gidersem kendime o kadar çok yakınlaşıyorum”² bakışında bir arınma ve bir yenilenme hâli. Çok gezenin, çok bilenin en çok da etkileşim alanlarının göbeğinde bir uygulama merkezi gibi… “Topalla gezen aksamak öğrenir” atasözünde olduğu gibi, hayatın göbeğinde, doğrusuyla yanlışıyla bir cenk meydanı hüviyetinde her şey.
Zorunlu olmaya görsün yeter ki bu gidişler, gerisin geri dönüşleri yedeğinde tutabilen müdavimlerini hep yenileyecektir. Aramayı, akabinde alabilmeyi ve bulabilmeyi nüvesinde barındıran bir güçle… Sefer, göç, gurbet, seyr-ü sülûk gibi birçok müteradif kere barındırdığı çok boyutlu bir olgusallıkla... Bununla birlikte, içerisinde özlemi, hasreti ve vuslatı barındıran bir güçle…
Hava değişimi
Kıvamıyla beraber umut ve huzur, bütün hayatlara gökçek oluyor. Hava değişimi de gönül mülkünü büyütmeye ve geliştirmeye bir vesile. Her türden olumsuzluk ve imkânsızlığa rağmen umudu avucunda. Ruhu canlı tutacak bir güç ve bir takat eşliğinde. Hayat mücadelesinin büyüklüğüyle cebelleşen insanın kötü serüvenini duraksatıp kendini dinlemeye ve soluklanmaya alacak. Yürümeye mecâl ve ruha müsekkin bir yolla…
İnsan bu. Öyle veya böyle zamanın yek ahenk akışını değişimle sağlayacak. Yer değiştirmelerden daha çok iç varlığına yürüyecek. Her şeyde, her işte erinci arama çabasını körükleyip farklı pencerelerden farklı görüntülere ulaşılacak. Özellikle iç dünyayı düzene sokma gayretiyle ya da başka bir ifadeyle duygu ve düşüncelerin ehemmiyetle eğilinmesine ve de eğitilmesine yönelik bir havuzluk ferahlıkla…
Havf u reca: Umutla korku arası genç
Her genç, her insan kendince, kendi tahayyülünce hayat yolunu alamaz. Bu güçlük içindeki insan hayatını, zamanını belirli roller ve birliktelikler içerisinde yaşar. Bu kimi zaman bir okul olur, kimi zaman bir aile olur, mahalle olur, şehir-köy olur. Ama hayatı algılayış şekli ve beklentiler hep farklı farklıdır. “Kiminin gönlü inekte danada, kiminin gönlü Döndü’de Döne’de” anonim sözünde olduğu gibi bir hayatı yaşarız. Hayatı renklendiren de bunlar olmalı. Başka bir tarafta, eskilerin dediği gibi, “Topalla gezen aksamak öğrenir” şeklinde yolunu alır.
Hayatın içindeki zıtlıklar hep olagelen bir vakıa. Harabat ehli olmak da bir vakıa, tığ teber olmak da. Gökdelenler de, viraneler de… Korku ve umut da… Aynı zaman diliminde ve az veya çok her coğrafyada yaşanır bunlar. Hatta dört başı mamurluk dahi en çok kayba uğramayacak mıdır? “Tavus kuşuna haddini bildiren ayaklarıdır” sözündeki gibi… Gülün dikenleri gerçeğini de yadsımamak gerekir. Omuzlarda hep ağır yaşam sancılarıyla beraber güneş çarığı, çarık da insanın ayaklarını sıkmaya devam edecek maalesef.
Her ne kadar umarsızca bir hayatı arzulasak da hayatı daha çok telaşlarıyla yaşıyoruz. Kimisi hayatında şansını önceler, kimisi de daha az örselenmenin hesabını yapar.
Her ne kadar bütün yaşananlar ve gelecekte yaşanacak olanlar bir hayat zayiatı olarak kalacak da olsa, yine de mücadele etmek, yaşamak asıl olacaktır. Kıt hayata bir aydınlık olacaktır. Öyle veya böyle yaşarız hayatı; getirileri ve götürüleriyle. Biz yine zihinleri olumlayalım ve bir çiçekle başlayıp koskoca bir orman olmaya çaba olalım.
¹İbn Battuta
²Andrew McCarthy