
YAHU kardeşim, bu kadar mı olur? Bu kadar mı sinsice, acımasız bir savaşa tutuşulur? Nereden bu cesaret? Şurada iyi, doğru, hayırlı bir iş yapalım, ilimle ilgili bir çalışma yürütelim dedik, nereden dedik Allah aşkına? Bu çalışmadan soğumak ve soğutulmak için her şey üstüme üstüme geliyor. Zannedilmesin dışarıdan, dış güçler falan… Hepsi iç güçler! İlim çalışmasında rastladığım bu hâle siyasetteyken de sık sık rastlardım.
Şöyle arz edeyim: Uzun süreden beri, neredeyse turşu olacak, yoğurda veya peynire dönecek ilmî bir çalışma yapmam gerekiyordu ve kolları sıvadım, başladım çalışmaya. İlmî çalışmaların hayırlı işler olduğunu duyardım lâkin yoğun bir engelleme çabasına girilecek kadar hayırlı olduğunu tahmin etmezdim. İlmî çalışmanın, eğer niyeti hayırlıysa, insanlık cihetinden etkisi de harika oluyor. Dolayısıyla Newton’un “Eylemsizlik Kanunu”ndaki yani “Duran cisimler harekete geçmek istemez, hareketli cisimler de durmak istemezler” gözleminde olduğu gibi, mevcut durumun aynı şekilde devam etmesi en kolayıdır. Eğer iyi bir şeyleri harekete geçirecek yahut yanlış gidişleri durduracak çalışmalar yapmak istiyorsanız aldınız başınıza püsküllü belayı.
Yıllarca aklından geçmeyen nefsanî ve pislik işler bile aklına gelir, içini tıka basa doldurmaya başlar, neredeyse nefes bile alamaz hâle gelirsin. Bundan kurtulmak kolay. Hemen şunu diyebiliyorsun: “Ulan bunca işin gücün arasında bunları mı yapacağım, haydi oradan!”
Bitti mi? Bitmedi tabiî ki...
Yavaş yavaş iyilik ve hayırla ilgili işler aklına gelmeye başlar. Bu süreç, “iyi ile kötüyü ayırma” işi gibi değil, “kötünün en az kötüsünü, iyinin en iyisini seçme” aşamasıdır. Bu o kadar kolay değil. Diğer hayırlı işi senden başka birinin yapıp yapamayacağına bakıyorsun, hangisinin daha faydalı olduğunu anlamaya çalışıyorsun, önemli ve hayırlı işi yaptıktan sonra hangisinin daha uzun vadeli ve geniş çaplı sonucu olacağını değerlendiriyorsun ve hangisinin ertelenmesinin daha iyi olduğunu kestirmeye çalışıyorsun. Tabiî bunları düşünüp kararlaştırmaya çalışırken zaman duraksamıyor, son hızla akıyor. Haydi bunları da aştın bir şekilde, ya sonra?
Telefonlar ve mesajlar gelmeye başlıyor. Seni kızdıranları mı ararsın, tahrik edenleri mi yahut içecek yiyecek, gezme tozma davetleri mi ararsın, hepsi sıraya diziliyor. Meselâ biri şöyle bir mesaj atmış: “Vekilken telefonlarımızı açıyordun, vekilliği bıraktın, telefonlara dönmeyi de bıraktın...”
Üzülsem mi, sevinsem mi, anlayamadım. Alışılmış olan ve şikâyet edilen, “vekilken ulaşılmaz olmak”tır. Tabiî ben işime geldiği şekliyle hayra yoruyorum ve “Hamdolsun, vekilken bana vekâlet veren vatandaşımın emrinde olabilmişim” diyorum. Mesaj ve telefonlarda en çoktan bir tık az zorlandığım, bu davetlere icabet edemeyeceğimi bildirmek ve o nezakete şükranlarımı bildirmek. Karşılarında eziliyorum, uzattıkça uzatıyorum. Maalesef kronometre son hızla çalışmaya devam ediyor.
En çok zorlandığım buluşma ve konuşma teklifleri ise kendilerini çok özlediğim ve kendileriyle zenginleştiğim arkadaşlarımın teklifleri. İçimdeki düşman diyor ki, “Bak hem arkadaşını özledin, hem teklifi kabul etmezsen onun gibi dünyanın birkaç harikasından biri olan bir insanı üzeceksin, hem de o, belki fikirleriyle senin ilmî çalışmana katkı verebilir, bunu kaçırma, benden söylemesi!”. Şu ana kadar nadiren, “Tamam, teklifini kabul ediyorum o hâlde” dediğim oldu. Tabiî bizim çalışmanın birkaç saati gümledi.
Neyi hatırladım? Yoğun siyâsî çalışmalar yaptığımız günlerde de aynısını yaşamıştık. Geriye baktığımda tespit ettiğim hakikat şu: O denli güzel çalışmaları yaparken de içimizde hep böyle savaşlar yaşamışız. İyi ki içimizdeki düşmana pabuç bırakmamışız. “Bu çalışmaları yapınca sana para mı verecekler?”, “Kadrini kıymetini bilmezler”, “Dünyayı sen mi kurtaracaksın?”, “Bak çocuklarını, aileni ihmâl ediyorsun”, “Yapıyormuş gibi yapsan kim fark edecek?”, “Böyle yaparsan önümüzdeki seçimlerde aday göstermezler”, “Vatandaşın derdiyle, meşakkatiyle uğraşacağına, karar vericilerle yakın ol, vakit geçir” ve daha bir sürü şey… Şu an zerre pişmanlığım yok! Demek ki doğru bir işi doğru yaparsam, neticesi mutlaka hayırlı oluyor.
Hem bu çalışma, hem de şimdiye kadar yaşadıklarıma bakıyorum da bir insanın doğru bir iş yapmaya karar vermesi çok zor. Doğru işler yapmak isteyip ne yapacağını bilemeyen insanlara ne olur, siz de, ben de hep beraber yardımcı olalım. Bir kişinin doğru iş yapması insanlığa faydadır. Çok yaşadım; hangi işin doğru olduğunu belirlemek hiç de kolay değil.
Diğer çok önemli olduğunu düşündüğüm durum da şu: İşi doğru yapmak isteyene mutlaka yardım edelim. Eğer imkânımız varsa yaptığı işe el verelim. İmkânımız yoksa sözle destek olalım. “Harika bir iş yapıyorsun. Çabalamaya devam et ve sabret, göreceksin ki başaracaksın. Elimden gelse yükünü almak isterdim” gibi ifadelerle en azından... Eğer buna da gücümüz yetmiyorsa, içimizden doğru işi doğru yapmak isteyene samimi dualar edelim.
Bu ay belediye başkan ve meclis üyeleri seçimini yapıyoruz. İnanın, belediye başkanlığı ve meclis üyeliği çok ama çok zor işlerdir. Bunu yapmaya razı olmuş insanlar bulmuşuz madem, kesinlikle destek olalım. Belediye başkanlığı, maaşı için bile yapılacak iş değil. Kaldırıma masa koyan esnaf, kaçak kat çıkan vatandaş, çalışmaya isteksiz veya rüşvet alan personel… Ne yaparsınız? “Yapamazsın” deyince belediye başkanını vuranlar oldu bu memlekette.
Siz değerli okurlarım ve cümle insanlar için doğru işi yapmanın ve doğru işi doğru yapmanın nasip olmasını diliyorum.