DOĞRU düşünme ve
bunun hayata geçirilmesi, Müslüman toplumlar için hayatî önem arz etmektedir. Kendileri
açısından doğru düşünmenin kaybedilmesi, sosyal yapının bozulmasına ve diğer kültürlerin
saldırılarına açık hâle gelmektedir. Başka bir kültür ve medeniyetin yaşanıldığı
Müslüman beldelerin ne derece kendileri olduğu şüphelidir.
Söz
ve davranışların tutarlı bir şekilde gerçeğe uygun olması, dürüstlük ve
doğruluk olarak görülebilir. Doğruluk/sıdk, söz ve eylem tutarlılığını ifade
eden ahlâk üzerinde yükselir. Söz ve eylemin mihenk taşı, gerçek/hakikat
kavramıdır.
Müslümanın
iyi veya kötü olarak nitelendirilen huy, mânevî özellikler ve bunlarla ilgili
sosyal davranışlar bütünü, “ahlâk” kavramı içinde yer alır. “Ahlâk” kelimesi, tabiat
ve huy anlamlarındaki “hulk” kelimesinin çoğuludur. İnsanın mânevî yapısı için
“hulk”, fizik yapısı için “halk” kelimesi kullanılır.
Hakikat;
gerçek, sabit ve değişmeyen olup “hakk” kökünden türemiş bir terimdir. Hulk,
sözün eylemle sınandığı anlamında hakikati ifade eder. Sabit olan, işte bu
minvâldeki değişmeyendir. Maddî evrende “halk” terimi her şeyi ifade ederken,
“hulk” sözcüğünün de mânevî âlemde her şeyi ifade ediyor olması akla aykırı
değildir.
“Halk”
kelimesi fizik evren sınırlarıyken, fen, bilim ve teknikse bu sınırların
içerisinde yer alır. Bilimsel verilerin ne derece “halk” kelimesini ifade edip
etmediği noktasında Müslümanların düşünme melekelerini şiddetle kullanması
gerekir. Bu şekilde bir düşünce oluşturamayan Müslüman toplumlar, diğer
toplumların etkisinden kurtulamazlar.
Benzer
şekilde, “hulk” kelimesinin ise sosyal ve mânevî açıdan hakikat ile ne derece
uyumlu olduğunun kontrolü Müslümanlarca yapılmalıdır. Ancak burada Batılı
ürünlerin sosyal alanlar açısından Müslüman toplumlarla pek uyuşmadığı da
görülür. Zira Batı’nın sosyal yorumlarının “hulk”tan ziyade “halk” kelimesine karşılık
gelmesi, Batı’nın hulk açısından mahrum olduğunun delilidir. Yani Batı
toplumları, gerçeği yaşayan Şark toplumlarına hitap edemezler. Şark
toplumlarında ve Müslümanlarda doğru düşünme ve “hulk” terimi anlamını yitirip
kaybolduğundan, Batı saldırılarına da açık hâle gelirler.
Batı’da
fen ve sosyal alanlar arasında disiplinler arası çalışmaya rahatlıkla rastlamak
mümkündür. Ancak Doğu’da ise fen ve sosyal bilimler arası çalışmaya rastlamak
neredeyse mümkün değildir. Üstelik fen ve sosyal alanlar bile kendi aralarında
yeni yeni işbirliğinin gerekliliğine vurgu yapmaktadırlar. Batı’nın bir
üstünlüğü de buradan kaynaklanmaktadır.
Batı’nın
sosyal alanda Doğu’dan daha üstün olduğunu söylemek pek doğru bir karşılama
olmaz. Doğu’nun sosyal alanı boş bırakması nedeniyle Batı’nın küçük adımları
büyük görünmektedir.
Sosyal
alandaki birikim açısından Batı kaplumbağa misâliyken, Doğu şimşek misâlidir. Ancak
Doğu bu alanda mesafe kat etmediğinden, Batı’nın kaplumbağa misâli ilerleyişi
artarak devam etmekte ve Müslümanlara dev gibi görünmektedir. Doğu’nun fen
alanında inşâ süreci öyle olmalı ki sosyal alanda birlikte ivmelensin.
Müslümanlar
doğru düşünmeyi, doğru düşünme yollarını ve doğru düşünme tekniklerini
öğrenmelidirler. Öğrenilen bu durumların dünyada çok büyük bir alanı fethetmesi
gerekir. Müslümanların bu türlü fetihleri olmadan Batı’nın işgalleri bitmez.
Müslümanlar,
cüce kalmış yaşayan irfan geleneklerini genele teşmil etmelidirler. Çünkü
yaşayan irfan geleneğini devam ettirmeden hayat bulmak bir yana, hayatta kalmak
bile neredeyse imkânsız olacaktır!
Müslümanlar
doğru düşüncelerini, hakikî ve irfan geleneği içinde sürdürebilmelerinin yolu,
evren/fen gerçekleri, Sünnet ve Kur’ân düzleminde olduğu açıktır. Müslümanların
sıkıntı, dert ve geri kalmışlıkları varsa bunun da nedeni, evren/fen
gerçeklerini Sünnet ve Kur’ân düzleminden en az birinde doğru düşünemiyor ve
yapmıyor oluşlarındandır.
Bu
çerçevede ilerleyince, Müslümanlar Batı’dan çok daha ileri giderler. Çünkü Batı,
Müslümanın doğru düşünme tekniğinin sadece evren/fen kısmıyla ve sadece bilim
boyutuyla uğraşıyor. Batı’nın biliminde maalesef mânâ boyutu yok, sadece madde
var. Hâl böyleyken, Batı’nın maddî açıdan ilerleyip Müslümanların geri kalması,
en azından evren/fen boyutunda (fiilî duâ) dahi yapmadıklarının bir delilidir.
Netice itibariyle Müslüman toplumlar, evren/fen gerçekleri ile Sünnet ve Kur’ân düzleminde doğru düşünmeyi, doğru düşünme yollarını ve doğru düşünme tekniklerini öğrenip dünyanın geneline bunu yaydıklarında, önlerinde kimse duramaz! En azından Türkiye gibi bir ülke bunu başarırsa, Selçuklu ve Osmanlı’dan daha güçlü bir devlet olması kesindir!