Doğru düşünmeyi öğrenen Müslümanların önünde kimse duramaz!

Müslümanlar doğru düşünmeyi, doğru düşünme yollarını ve doğru düşünme tekniklerini öğrenmelidirler. Öğrenilen bu durumların dünyada çok büyük bir alanı fethetmesi gerekir. Müslümanların bu türlü fetihleri olmadan Batı’nın işgalleri bitmez.

DOĞRU düşünme ve bunun hayata geçirilmesi, Müslüman toplumlar için hayatî önem arz etmektedir. Kendileri açısından doğru düşünmenin kaybedilmesi, sosyal yapının bozulmasına ve diğer kültürlerin saldırılarına açık hâle gelmektedir. Başka bir kültür ve medeniyetin yaşanıldığı Müslüman beldelerin ne derece kendileri olduğu şüphelidir.

Söz ve davranışların tutarlı bir şekilde gerçeğe uygun olması, dürüstlük ve doğruluk olarak görülebilir. Doğruluk/sıdk, söz ve eylem tutarlılığını ifade eden ahlâk üzerinde yükselir. Söz ve eylemin mihenk taşı, gerçek/hakikat kavramıdır.

Müslümanın iyi veya kötü olarak nitelendirilen huy, mânevî özellikler ve bunlarla ilgili sosyal davranışlar bütünü, “ahlâk” kavramı içinde yer alır. “Ahlâk” kelimesi, tabiat ve huy anlamlarındaki “hulk” kelimesinin çoğuludur. İnsanın mânevî yapısı için “hulk”, fizik yapısı için “halk” kelimesi kullanılır.  

Hakikat; gerçek, sabit ve değişmeyen olup “hakk” kökünden türemiş bir terimdir. Hulk, sözün eylemle sınandığı anlamında hakikati ifade eder. Sabit olan, işte bu minvâldeki değişmeyendir. Maddî evrende “halk” terimi her şeyi ifade ederken, “hulk” sözcüğünün de mânevî âlemde her şeyi ifade ediyor olması akla aykırı değildir.

“Halk” kelimesi fizik evren sınırlarıyken, fen, bilim ve teknikse bu sınırların içerisinde yer alır. Bilimsel verilerin ne derece “halk” kelimesini ifade edip etmediği noktasında Müslümanların düşünme melekelerini şiddetle kullanması gerekir. Bu şekilde bir düşünce oluşturamayan Müslüman toplumlar, diğer toplumların etkisinden kurtulamazlar.

Benzer şekilde, “hulk” kelimesinin ise sosyal ve mânevî açıdan hakikat ile ne derece uyumlu olduğunun kontrolü Müslümanlarca yapılmalıdır. Ancak burada Batılı ürünlerin sosyal alanlar açısından Müslüman toplumlarla pek uyuşmadığı da görülür. Zira Batı’nın sosyal yorumlarının “hulk”tan ziyade “halk” kelimesine karşılık gelmesi, Batı’nın hulk açısından mahrum olduğunun delilidir. Yani Batı toplumları, gerçeği yaşayan Şark toplumlarına hitap edemezler. Şark toplumlarında ve Müslümanlarda doğru düşünme ve “hulk” terimi anlamını yitirip kaybolduğundan, Batı saldırılarına da açık hâle gelirler.

Batı’da fen ve sosyal alanlar arasında disiplinler arası çalışmaya rahatlıkla rastlamak mümkündür. Ancak Doğu’da ise fen ve sosyal bilimler arası çalışmaya rastlamak neredeyse mümkün değildir. Üstelik fen ve sosyal alanlar bile kendi aralarında yeni yeni işbirliğinin gerekliliğine vurgu yapmaktadırlar. Batı’nın bir üstünlüğü de buradan kaynaklanmaktadır.

Batı’nın sosyal alanda Doğu’dan daha üstün olduğunu söylemek pek doğru bir karşılama olmaz. Doğu’nun sosyal alanı boş bırakması nedeniyle Batı’nın küçük adımları büyük görünmektedir.

Sosyal alandaki birikim açısından Batı kaplumbağa misâliyken, Doğu şimşek misâlidir. Ancak Doğu bu alanda mesafe kat etmediğinden, Batı’nın kaplumbağa misâli ilerleyişi artarak devam etmekte ve Müslümanlara dev gibi görünmektedir. Doğu’nun fen alanında inşâ süreci öyle olmalı ki sosyal alanda birlikte ivmelensin.

Müslümanlar doğru düşünmeyi, doğru düşünme yollarını ve doğru düşünme tekniklerini öğrenmelidirler. Öğrenilen bu durumların dünyada çok büyük bir alanı fethetmesi gerekir. Müslümanların bu türlü fetihleri olmadan Batı’nın işgalleri bitmez.

Müslümanlar, cüce kalmış yaşayan irfan geleneklerini genele teşmil etmelidirler. Çünkü yaşayan irfan geleneğini devam ettirmeden hayat bulmak bir yana, hayatta kalmak bile neredeyse imkânsız olacaktır!

Müslümanlar doğru düşüncelerini, hakikî ve irfan geleneği içinde sürdürebilmelerinin yolu, evren/fen gerçekleri, Sünnet ve Kur’ân düzleminde olduğu açıktır. Müslümanların sıkıntı, dert ve geri kalmışlıkları varsa bunun da nedeni, evren/fen gerçeklerini Sünnet ve Kur’ân düzleminden en az birinde doğru düşünemiyor ve yapmıyor oluşlarındandır.

Bu çerçevede ilerleyince, Müslümanlar Batı’dan çok daha ileri giderler. Çünkü Batı, Müslümanın doğru düşünme tekniğinin sadece evren/fen kısmıyla ve sadece bilim boyutuyla uğraşıyor. Batı’nın biliminde maalesef mânâ boyutu yok, sadece madde var. Hâl böyleyken, Batı’nın maddî açıdan ilerleyip Müslümanların geri kalması, en azından evren/fen boyutunda (fiilî duâ) dahi yapmadıklarının bir delilidir.

Netice itibariyle Müslüman toplumlar, evren/fen gerçekleri ile Sünnet ve Kur’ân düzleminde doğru düşünmeyi, doğru düşünme yollarını ve doğru düşünme tekniklerini öğrenip dünyanın geneline bunu yaydıklarında, önlerinde kimse duramaz! En azından Türkiye gibi bir ülke bunu başarırsa, Selçuklu ve Osmanlı’dan daha güçlü bir devlet olması kesindir!