
HİÇBİR görüşün resmî temsilcisi olmayan Sezen Aksu’ya, eski
bir şarkısına yeni çektiği klip yüzünden Devlet’in tepesinden, Meclis
kürsüsünden ve hatta camiden verilen tepkiyi…
“İktidarı savunacağım” diye, yıllardır büyük bir
keyifle dinlediği şarkıcıyı “Zaten dinlemezdim” diyerek yok sayma gayretlerini…
İktidara saydırmak için aportta bekleyenlerin, meleklerin
secde ettiği ilk Peygamber’e yapılan saygısızlığı içlerine sindirebilmelerini…
Biz, âmentümüz gereği tüm peygamberlere iman etmişken,
Ali Babacan’ın Hazreti Âdem ile Havva’ya hakareti “düşünce özgürlüğü” olarak
savunmasını…
Toplumsal dinamikleri bu ölçüde tetikleyebileceğini
tahmin etmemiş olsa da bu eski şarkıya yeni klip çekme arzusunun belli
yerlerden tetiklenmiş olduğunu düşündüğüm Sezen Aksu’nun kopan fırtınalara
rağmen günlerce sessiz kalmasını doğru bulmuyorum.
Şivan Perwer’i, Ahmet Kaya’yı da yerden yere vurmuştuk
zamanında. Sonra birini mitinglere çıkardık, diğerine övgü dolu sözlerle
ödüller verdik. Ben hep mesafeli hissettim kendimi ama “Sanatı başka, siyâsî
fikri başka” sözleriyle dizginlendim her seferinde. Korkarım ki, benzer durum,
hem de çok daha kısa sürede Sezen Aksu için de gündeme gelecek.
LGBT’nin önüne geçebilmek için onlarca nutuk dinledik
de Bülent Ersoy’un sanatçı kimliğini sorguladık mı hiç? Elton John hayranı
olduk diye cinsel tercihini tasdik etmiş mi olduk? Peki, ne oldu da 2017’de
çıkan bir şarkıya 5 yıl sonra tepki vermek ihtiyacı hâsıl oldu? 5 yıl boyunca
gözden mi kaçmıştı, yoksa konjonktür gereği bugün mü kullanmak gerekti?
Sezen Aksu şarkılarından çok sevdiklerim de var, anlam
veremediklerim de. Bazı sanatçılar vardır, “Konuşmasın, sadece yazsın ya da
okusun” derim. Benim için o konumda biri Sezen; sadece şarkı sözü yazsın,
onları okusun ama kalkıp da uluorta konuşmasın. Ama ne siyasetten, ne işten, ne
hayattan konuşsun bir zahmet. Anlayamıyorum zira…
Sonuçta Sezen Aksu, toplumun inanç duvarlarını
zorlayan bir mısra ile hâddini aştı bence. Eğer amacı bizim anladığımızdan
farklı bir durumu ifade etmektiyse, çıkıp ilk gün “Bu sözlerden benim kastım
sizin anladığınız değil” demeliydi. Ancak öyle anlaşılıyor ki maksadı hâsıl
olmuş ve “Beni susturamayacaksınız” anlamına gelecek bir cevap vermiş sonunda.
Bu millet senelerdir dinledi, sevdi seni. Hem de FETÖ’nün
has adamı olan babana rağmen. Hizmet hareketiyken karşı olanlar da sevdi, FETÖ
olduktan sonra karşı çıkanlar da. Ancak şimdi durum değişti. Bırakın milleti,
ümmeti, bence tüm semâvî dinlerin mensuplarını rencide edici bir durum var
ortada. Ve “Beni yanlış anladınız” demeyip, “Beni susturamazsınız” dediğine
göre bilinçli olarak suç işliyor demektir. O hâlde suç cezasız kalmamalı.
Gönüllere taht kurmuş bir sanatçı da olsa, dinî değerleri aşağılayıcı ifadelerinin
fikir özgürlüğü olmadığı kendisine ve dahi sadece Hükûmet’e vurmak için
arkasında duranlara hatırlatılmalıdır.
Nereye kadar?
Özgürlük, diğer bir kişinin özgürlük alanının
başladığı yere kadardır. Dolayısıyla sınırsız özgürlük diye bir kavramdan
bahsetmek mümkün olamaz; düşünce özgürlüğü istisna...
İşte sorun tam da burada başlıyor!
Birilerinin -sözde- gelişmişlik ölçüsü olarak dikte
ettirmeye çalıştığı özgürlük kriterleri gerçeklerle örtüşmüyor. Düşünce
özgürlüğü ile düşünceyi ifade etme özgürlüğü arasındaki dağlar kadar büyük olan
fark, görmezden geliniyor nedense. Herkes aklına geleni, istediği gibi ve
dilediği yerde dile getirsin isteniyor.
Ancak bunu dayatmaya çalışanlar, sadece kendi özgürlük
alanlarını genişletme çabasındalar. İş karşı tarafa gelince özgürlüklerin önüne
koyabilecekleri kutsallar üretmekte çok mahirler. Meselâ şeriat isteyenin
karşısına Anayasa’nın lâiklik maddesi koyulurken düşünceyi ifade özgürlüğü
hatırlanmıyor. Ya da Allâh’a inanmadığını çok rahat ifade eden biri, M. Kemal’i
sevmediğini söyleyene tahammül edemiyor. Bazen işi daha fazla abartıp kişilere
hakaret etmeyi de normalleştiriyor birileri.
“Gazeteci” unvanı kullanan Sedef Kabaş diye bir
tetikçi, çıkıp Cumhurbaşkanı’na hakaret ediyor. Hem de bir televizyon
programında… Yanlış anlaşılmaya mahâl vermemek için bir de sosyal medya mesajı
atıyor söylediklerini destekleyen. Tabiî, o Cumhurbaşkanı’nı o mevkie getiren
milyonlar tepki koyuyor. Fütursuzca konuşması soruşturma sebebi oluyor.
Savcılığa getirilirken, kelepçesiz ellerini ters kelepçe yapılmış gibi
arkasında saklayarak tiyatro yapıyor ve işin garibi, buna binlerce kişiyi de
inandırıyor.
Bir bakıyorsunuz, koca koca gazeteciler,
milletvekilleri, genel başkanlar sahiplenivermiş Kabaş’ı. Neymiş efendim, düşünce
özgürlüğü varmış. Neymiş, Erdoğan’ın adı bile geçmemiş o cümle içinde. Sonuçta tutuklanıyor
o sözde gazeteci ve Uğur Dündar isimli başka bir tetikçi gazeteci de, “Bunu yazdık
bir kenara. Keser döner sap döner” diyerek tehditler savurmayı hak görüyor
kendinde.
Sabır, sabır da nereye kadar? Demokrasi, insan
hakları, fikir özgürlüğü nereye kadar? Ahlâkını kaybetmişlerin ahlâksız
saldırılarına göz mü yumacağız?
Hayır! Sezen Aksu’yu da, Sedef Kabaş’ı da ve tabiî ki
hâddini aşanları sahiplenen hâdsizleri de hem adâlet önünde, hem de -hukukun
izin verdiği ölçülerde- toplum içinde cezalandırmak şart oldu.
Sınırsız özgürlük yoktur. Özgürlüklerin ardına
saklanan saygısızlar vardır!