Doğru bulmuyorum!

Hayır! Sezen Aksu’yu da, Sedef Kabaş’ı da ve tabiî ki hâddini aşanları sahiplenen hâdsizleri de hem adâlet önünde, hem de -hukukun izin verdiği ölçülerde- toplum içinde cezalandırmak şart oldu. Sınırsız özgürlük yoktur. Özgürlüklerin ardına saklanan saygısızlar vardır!

HİÇBİR görüşün resmî temsilcisi olmayan Sezen Aksu’ya, eski bir şarkısına yeni çektiği klip yüzünden Devlet’in tepesinden, Meclis kürsüsünden ve hatta camiden verilen tepkiyi…

“İktidarı savunacağım” diye, yıllardır büyük bir keyifle dinlediği şarkıcıyı “Zaten dinlemezdim” diyerek yok sayma gayretlerini…

İktidara saydırmak için aportta bekleyenlerin, meleklerin secde ettiği ilk Peygamber’e yapılan saygısızlığı içlerine sindirebilmelerini…

Biz, âmentümüz gereği tüm peygamberlere iman etmişken, Ali Babacan’ın Hazreti Âdem ile Havva’ya hakareti “düşünce özgürlüğü” olarak savunmasını…

Toplumsal dinamikleri bu ölçüde tetikleyebileceğini tahmin etmemiş olsa da bu eski şarkıya yeni klip çekme arzusunun belli yerlerden tetiklenmiş olduğunu düşündüğüm Sezen Aksu’nun kopan fırtınalara rağmen günlerce sessiz kalmasını doğru bulmuyorum.

Şivan Perwer’i, Ahmet Kaya’yı da yerden yere vurmuştuk zamanında. Sonra birini mitinglere çıkardık, diğerine övgü dolu sözlerle ödüller verdik. Ben hep mesafeli hissettim kendimi ama “Sanatı başka, siyâsî fikri başka” sözleriyle dizginlendim her seferinde. Korkarım ki, benzer durum, hem de çok daha kısa sürede Sezen Aksu için de gündeme gelecek.

LGBT’nin önüne geçebilmek için onlarca nutuk dinledik de Bülent Ersoy’un sanatçı kimliğini sorguladık mı hiç? Elton John hayranı olduk diye cinsel tercihini tasdik etmiş mi olduk? Peki, ne oldu da 2017’de çıkan bir şarkıya 5 yıl sonra tepki vermek ihtiyacı hâsıl oldu? 5 yıl boyunca gözden mi kaçmıştı, yoksa konjonktür gereği bugün mü kullanmak gerekti?

Sezen Aksu şarkılarından çok sevdiklerim de var, anlam veremediklerim de. Bazı sanatçılar vardır, “Konuşmasın, sadece yazsın ya da okusun” derim. Benim için o konumda biri Sezen; sadece şarkı sözü yazsın, onları okusun ama kalkıp da uluorta konuşmasın. Ama ne siyasetten, ne işten, ne hayattan konuşsun bir zahmet. Anlayamıyorum zira…

Sonuçta Sezen Aksu, toplumun inanç duvarlarını zorlayan bir mısra ile hâddini aştı bence. Eğer amacı bizim anladığımızdan farklı bir durumu ifade etmektiyse, çıkıp ilk gün “Bu sözlerden benim kastım sizin anladığınız değil” demeliydi. Ancak öyle anlaşılıyor ki maksadı hâsıl olmuş ve “Beni susturamayacaksınız” anlamına gelecek bir cevap vermiş sonunda.

Bu millet senelerdir dinledi, sevdi seni. Hem de FETÖ’nün has adamı olan babana rağmen. Hizmet hareketiyken karşı olanlar da sevdi, FETÖ olduktan sonra karşı çıkanlar da. Ancak şimdi durum değişti. Bırakın milleti, ümmeti, bence tüm semâvî dinlerin mensuplarını rencide edici bir durum var ortada. Ve “Beni yanlış anladınız” demeyip, “Beni susturamazsınız” dediğine göre bilinçli olarak suç işliyor demektir. O hâlde suç cezasız kalmamalı. Gönüllere taht kurmuş bir sanatçı da olsa, dinî değerleri aşağılayıcı ifadelerinin fikir özgürlüğü olmadığı kendisine ve dahi sadece Hükûmet’e vurmak için arkasında duranlara hatırlatılmalıdır.

Nereye kadar?

Özgürlük, diğer bir kişinin özgürlük alanının başladığı yere kadardır. Dolayısıyla sınırsız özgürlük diye bir kavramdan bahsetmek mümkün olamaz; düşünce özgürlüğü istisna...

İşte sorun tam da burada başlıyor!

Birilerinin -sözde- gelişmişlik ölçüsü olarak dikte ettirmeye çalıştığı özgürlük kriterleri gerçeklerle örtüşmüyor. Düşünce özgürlüğü ile düşünceyi ifade etme özgürlüğü arasındaki dağlar kadar büyük olan fark, görmezden geliniyor nedense. Herkes aklına geleni, istediği gibi ve dilediği yerde dile getirsin isteniyor.

Ancak bunu dayatmaya çalışanlar, sadece kendi özgürlük alanlarını genişletme çabasındalar. İş karşı tarafa gelince özgürlüklerin önüne koyabilecekleri kutsallar üretmekte çok mahirler. Meselâ şeriat isteyenin karşısına Anayasa’nın lâiklik maddesi koyulurken düşünceyi ifade özgürlüğü hatırlanmıyor. Ya da Allâh’a inanmadığını çok rahat ifade eden biri, M. Kemal’i sevmediğini söyleyene tahammül edemiyor. Bazen işi daha fazla abartıp kişilere hakaret etmeyi de normalleştiriyor birileri.

“Gazeteci” unvanı kullanan Sedef Kabaş diye bir tetikçi, çıkıp Cumhurbaşkanı’na hakaret ediyor. Hem de bir televizyon programında… Yanlış anlaşılmaya mahâl vermemek için bir de sosyal medya mesajı atıyor söylediklerini destekleyen. Tabiî, o Cumhurbaşkanı’nı o mevkie getiren milyonlar tepki koyuyor. Fütursuzca konuşması soruşturma sebebi oluyor. Savcılığa getirilirken, kelepçesiz ellerini ters kelepçe yapılmış gibi arkasında saklayarak tiyatro yapıyor ve işin garibi, buna binlerce kişiyi de inandırıyor.

Bir bakıyorsunuz, koca koca gazeteciler, milletvekilleri, genel başkanlar sahiplenivermiş Kabaş’ı. Neymiş efendim, düşünce özgürlüğü varmış. Neymiş, Erdoğan’ın adı bile geçmemiş o cümle içinde. Sonuçta tutuklanıyor o sözde gazeteci ve Uğur Dündar isimli başka bir tetikçi gazeteci de, “Bunu yazdık bir kenara. Keser döner sap döner” diyerek tehditler savurmayı hak görüyor kendinde.

Sabır, sabır da nereye kadar? Demokrasi, insan hakları, fikir özgürlüğü nereye kadar? Ahlâkını kaybetmişlerin ahlâksız saldırılarına göz mü yumacağız?

Hayır! Sezen Aksu’yu da, Sedef Kabaş’ı da ve tabiî ki hâddini aşanları sahiplenen hâdsizleri de hem adâlet önünde, hem de -hukukun izin verdiği ölçülerde- toplum içinde cezalandırmak şart oldu.

Sınırsız özgürlük yoktur. Özgürlüklerin ardına saklanan saygısızlar vardır!