BİR baktım, arkadaşım
Betül arıyor… Açtım. Kendisinin çok riskli bir rahatsızlığı olmasına rağmen, şaşkınlık
içinde, ne diyeceğini bilemeyecek bir hâlde Doğan Hoca’nın vefat ettiğini
söylüyor…
Duyar
duymaz eli telefona gitmiş ve bilinçsiz bir şekilde beni aramış. Doğan Hoca ile
yakın dostluğumuza, onun benim için anlamına, kendi rahatsızlığını unutup
bilinçsizce telefonla beni arayacak kadar şahit olanlardan biri de arkadaşım
Betül…
Dile
kolay, 23 senelik bir dostluk…
O
23 sene yaşadıklarımızı dünya âlem bilse, hepsi kendi inançlarında Doğan
Hoca’ya duâ eder, benim gibi onun Cennet’e gitmesi çok istenirdi.
Doğan
Hoca kendi acılarının, başkalarının mutluluk ve huzur vesilesi, daha doğrusu
eğitim ve iş hayatını da kapsayan hayat başarısı olması için bütün hayatını
adadı. Hani denir ya, “Ben yandım, el yanmasın”, tam da o! Kazandıklarını
seminerlerinde, kitaplarında daha iyisini verebilmek üzere kendini
geliştirmeye, güncellemeye yine başkaları için harcadı. Ve bu, son nefesine
kadar böyle devam etti.
Bir
ara Cihangir’de oturuyordu. Zaman zaman İletişim Gönüllüleri olarak onun evinde
buluşuyorduk. Hepimiz yaşadıklarımızı, öğrendiklerimizi paylaşıyor, Doğan Hoca’nın
rehberliğinde kendimizi geliştiriyorduk. Engellilerin ve ailelerinin de Doğan
Hoca’nın geliştirdiği yöntemlere, ürettiği bilgilere ihtiyacı olduğu
düşüncesiyle kendilerinden engellilere ve ilgililere bir seminer vermesini
talep ettim. Önce kendisinin bu konuda uzman olmadığını ve uzman birisinin
böyle bir seminer vermesinin daha doğru olacağını söyledi. Maalesef o yıllarda
bu sahada herhangi bir uzmanın olmadığını söyledik ve bu konuyla ilgili bilmek
istediği ne varsa kendisine temin edebileceğimizi bildirdik. Hiç bir zaman
baştan savma, geçiştirme gibi bir özelliği olmadığından, farklı engelli ve
yakınlarını temsilen farklı kişilerle buluşmak istediğini söyledi. Tophane’deki
Engelliler Merkezi’nde böyle bir grupla buluşturduk. Hocamız ihtiyacı gördü ve katkı
verebileceğine ikna oldu. Bütün ciddiyetiyle kollarını sıvadı.
Grup
olarak buluşmamızda toplantının sloganını üretmemiz gerektiğini söyledi. Bütün
dünyanın engelli yaklaşımı hâline gelmesi gereken şu sloganı yine kendisi üretti:
“Canda özür yok!”
Bu
sloganı, medeniyetimizin kaynaklık ettiği, “Oğlum, canın büyüğü, küçüğü mü
olur?” analığının sözüne dayandırdı. Çok iyi duyuramamış olmamıza rağmen
İstanbul’un yanı sıra Türkiye’nin farklı illerinden katılan misafirlerin
katılımıyla İstanbul’un güzide salonlarından Cemal Reşit Rey dolmuştu. İlk defa
engelliler olarak değerli, güvenilir, doğal, sevilmeye lâyık olduğumuzla ilgili
delilleri ve bilgileri öğrenmiş, aksi davranışların olduğu durumlarda neler
yapabileceğimizle ilgili yöntemleri edinmiştik.
Bu
vizyon ve yöntemler, genelde yok sayılan, anormal kabul edilen, genelde
kendilerinden kaçılan ve hâliyle değersiz oldukları hissettirilen, bir iş
yapabileceğine güvenilmeyen ve sevilmediğini hisseden engellilere ilâç oldu. Bu
seminerleri Türkiye Beyazay Derneği projeleri vesilesiyle tekrar ettik.
Sonuncusunu da Beyazay’ın Cevher Sohbetleri’nde verdi.
Kayseri’deki
program esnasında yemekten sonra arkadaşlar benim doğum günüm için bir sürpriz
yaptılar. Ben o günün doğum günüm olduğunu unutmuştum ve doğum günü kültürüm
olmadığını fark eden Doğan Hoca, hayatımda ilk defa duyduğum şöyle bir soru
sordu: “Lokman, ilk olarak sen, doğum gününün ne zaman farkına vardın?”
Soruyu
anlayamamıştım. Açıklık getirdi: “Ben doğum günü diye bir şeyimin olduğunun
farkına 23 yaşında vardım. Üniversitedeyken bizim sınıfta kızlar çoğunluktaydı
ve durumları iyi olan ailelerin çocuklarıydı. Bir gün benim doğum günümü
kutlamışlardı…”
Ne
ilginçtir ki, benim de doğum günüm ilk defa 23 yaşımdayken ve üniversitedeyken
kutlanmıştı. Belki birtakım vesilelerle değerli olduğumuzu hissediyorduk ama bu
şekilde pek de hissetmemiştik. Elbette ailelerimiz bizim için her türlü fedakârlığı
yaparlar, gerekirse hayatlarını da verirlerdi ama her nedense sevgilerini
hissettirmezlerdi. Yapan fakat belli etmeyen veya belli edemeyen, dışa vuramayan,
sanki pazarlayamayan özelliği sebebiyle toplumumuzu sevda derecesinde
seviyorduk.
***
·
Doğan
Hoca’nın hiçbir zaman yalan söylediğine veya hakikati hatır için dahi olsa eğip
büktüğüne rastlamadım.
·
Eğer
bir gerçeği keşfetmiş veya öğrenmiş ise ne ekonomik, ne mâkâmcı, ne de herhangi
bir menfaat kaygısıyla o keşfettiği veya öğrendiği hakikate ters bir davranışta
bulunmamıştır.
·
Kişisel
bütünlüğüne yani özü, sözü ve davranışlarının birbiriyle uyumlu olmasına ters
bir söz ve davranışına rastlamadım.
·
İnsanların
kendilerinin bile farkında olmadığı iyi yönlerini kendilerine söylemiş, ancak
inanmadığı veya muhatabının hak etmediği hiçbir iltifatı kendilerine
söylememiştir. Kendisinden iyi ve güzel bir söz veya muamele gördüyseniz, temin
ederim ki inandığı söz ve muamele o olduğu için söylemiş veya yapmıştır.
·
Sadece
kendi toplumumuzun değil, bütün insanlığın iyiliğini, mutluluğunu, huzurunu ve
doyumunu istemiş ve bunlar için çalışmıştır.
·
Hiç
kimseyi yargılamamış, inancından, siyâsî görüşünden, hâsılı herhangi bir
farklılığından dolayı kimseyi dışlamamış, aşağılamamış veya hor görmemiştir.
·
Farklı
kesimlerin kendi görüş ve yaklaşımları doğrultusunda kendisini istismar
etmelerine de müsaade etmemiştir.
Bunlar
gibi sayısız özelliğini sayabilirim. Düşünebiliyor musunuz, benim mutlu bir
insan olduğumu düşünüp mutlu olan ve mutluluk kahkahaları atmak için ortalama
ayda bir kez telefonla arayan bir insanın bu özelliğine ne diyeceksiniz?
Ne
vefa, ne de fedakârlık kelimesi bunu karşılayabiliyor. Bunun gibi nice iyi, hoş
ve güzel özellik… Böyle bir insanın Cennet’te olması ne kadar güzel olur, değil
mi?
İnşallah
sizler de Cennet’e gidersiniz… Gittiğinizde de oralarda Doğan Hoca’yı
gördüğünüzü düşünün. Ne kadar güzel ve hoş olurdu!
Doğan
Hoca’nın vefatına milyonlarca insan çok üzüldü. Bu da bana başka bir ümit
verdi. Bu insanlar onu yukarıda ifade ettiğim türden sayısız güzel ve hoş
özellikleri sebebiyle sevdiler. Demek ki, iyiyi, güzeli insanlar seviyor.
İyiyi, güzeli, doğruyu seven insanlar… Hele bir de bunları yaptığımızı düşünün…
Hep böyle insanların bulunduğu bir Cennet… Böyle insanlar, gittikleri veya
bulundukları her yeri cennete çevirirler Allah’ın izniyle…
Doğan
Hoca gibi veya onun önerdiği gibi yaşamak, bütün bir ülkenin iftihar ettiği bir
insan olmak demek... Büyük bir toplumun ortak değeri olmak demek… “Hocam, Allah’ım
benim ömrümden alsın da sana versin!” duâsına nail olmak demek… Çocuğuyla
yaşadığı mutluluğun gözyaşlarıyla paylaşıldığı insan olmak demek… İnsanlara
faydalı olmak üzere kaç kitap yazacağı, kaç seminer veya konferans vereceği,
kaç programa çıkacağı konusunda Allah’ın verdiği ömrün 84 senesini plânlamak
demek… Böyle yaşamak hiç de zor değil! Sadece içimizdeki kötü duygulardan
kurtulmak, kültürümüze bulaşıp ezberimiz hâline gelmiş yanlışlardan uzaklaşmak,
hakkaniyet kaygısı içinde olmak yeter de artar bile.
Selâm
olsun bunları yapabilenlere!
Selâm olsun yapmak için gayret edenlere!