Dizi ve filmlerle gizli anlatım

Bir yerlerde tarihimizi ve Türk-Müslüman kimliğini hem yeni nesillere, hem de dış dünyaya anlatmayı ve sevdirmeyi amaçlayan dizi ve filmler varken onların yanına daha sübliminal içerikli ve eğmez kızmaz hikâyeleri de eklemek gerekiyor.

BİLGİ ve söz, soyut varlıklardır. Bir soyut varlık insanda düşünme ve karar verme süreçlerini doğrudan etkiler. Bir bilgiyi yalnızca işitmek yoluyla zihnimize ilettiğimizde, sorgulama evresi devreye girer. Çünkü duymak, ikna edici bir eylem değildir. Duymak, bilginin sunuluş ve aktarılış hâlidir. Bir başka detay ise, duyarak öğrenilen bilgilerin çok da kalıcı olmamasıdır. Frekans hâlinde yayılan bütün cümleler, insanın hafızası tarafından kayda geçmez. Ancak kabul ettiği ve sorgulama sürecine lâyık gördüğü birkaç cümleyi belleğe dâhil eder. Hâl böyleyken, insanı ve toplumları bir istikamete çevirmek veya bilinçaltına bilgi sızdırmak, sözden ziyade görsel dayatmalar yoluyla mümkündür.

Televizyon, sinema, dizi ve reklâm sektörü de soyut bilgiyi somutlaştırma, ikna sürecini kısaltma ve bilinçaltına ajan gönderme ideolojisi üzerinden faaliyet gösterir. Biz Müslüman Türkler, şimdilik espri kalitesi düşük, avam komedi filmleri çekmekle meşgulüz. Fakat Batı dünyası sazı eline alıp peşrev geçeli bir hayli zaman oldu. Fakat bu arada Hindistan ve İran sineması da en az Batı propagandası kadar etkin bir seviyeye erişmiş durumda.

Meselâ İran filmi kadar İslâm’ı sevdiren ve Hint sineması kadar kültürünü izleyiciye zerk eden çok az çalışmamız olduğu bir gerçek. Gerçi hakkını teslim etmek gerekir ki, son dönemlerde çekilen tarihî diziler dünyada da ilgi görmeye başladı.

Gündemden bir kıpırdanışla, Batı dünyasının amacına sinema ve televizyon aracılığıyla nasıl eriştiğini de örneklendirmek mümkün. ABD’nin Afganistan’da yirmi yıl kalışını nasıl yorumlarsınız, bilemem. Taliban gözünüzde nerededir, onu da bilemem. Ama ben hiç Taliban’ı yorumlamadan, direkt ABD’yi yorumlamak istiyorum.

ABD’nin Afganistan’da bulunma sebebinin oradaki insanların refah sorunu olmadığını herkes kadar biliyorum. Amacın ilk başta parasal, sonra dinsel içerikli bir gösteri olduğundan da şüphem yok. Batı, Orta Doğu’da, Afrika’da ve Asya’da otlayan bir büyükbaştır. Ama her gittiği yere refah, demokrasi, insan hakları gibi sloganik değerler götürdüğünü iddia eder. Kimse inanmaz, ama inanmış gibi yapmak herkesin işine gelir.

Taliban’ı kötü biliyorsan ve eğer Taliban gerçekten kötüyse (hepsi bir varsayım), bunun sebebi senin bilmen ya da onların gerçekten kötü olması değildir. ABD’nin 20 yıl boyunca Afganistan’da yapmadığı kadar icraatı sinema sektöründe yapmasındandır. ABD Afganistan’da hiçbir şey yapmadı. Ama bu süreçte öyle filmler çekti ki ABD bu filmlerde hep bir kahramandı ve “Taliban” adı altında Müslümanlar da birer terörist. Ayrıca teröristlerin başında her zaman Muhammed adında bir lider vardı. Ve bu lider her zaman için en kötü olandı. ABD işte dünyaya 20 yıl boyunca bunu anlattı! Sonra oradan çekip gitti. Ama Müslümanlar bile Taliban’ın ABD’den daha kötü olduğuna bu filmler sayesinde ikna oldu. Taliban’ın doğru veya yanlış olduğuna dair bir makale yazmıyorum. Bu çok daha çetrefilli ve çok yönlü ele alınması gereken bir konu. Ama ABD’nin bir algı sineması ile milyonlarca insana “Muhammed” adını nasıl anlattığını çok iyi biliyorum.

İran sinemasına gelecek olursak… Her ne kadar İslâm’ı anlama ve uygulama yönüyle büyük farklara da sahip olsak, İslâm’ı sevdirmeye yönelik gerçek bir çaba içinde olduklarını film ve dizilerinde görmek mümkün. İnsanı İslâm’la doğru anlatan bir kurguları var. Ve hemen bütün karelerde bunu karşıya anlatma çabaları göze çarpıyor.

Biz Türkler, İslâm’ın sancağını en iyi taşıyan milletlerden biri olarak, doğru bir anlatımı film ve dizilere aktarma konusunda çok başarılı sayılmayız. En iyi yaptığımız şey, tarihî dizilerle dünyaya bir kompozisyon anlatmak. Bu işte gerçekten başarılıyız. Fakat yeterli değil. Çünkü tıpkı Hint ve İran sinemasında olduğu gibi -yani sadece tarihî içerikli dizi ve filmlerle değil- hayatın normal akışı içinde bir duygu aktarımı sağlamak çok daha mühim. Düşünün ki, tarih kokan film, dizi ve kitaplarda hep bir nesnellik kaygısı sezilir -ki vardır-, ancak bir İskoç tarihini hamasetle anlatan filme denk gelseniz, her sahneye doğru gözüyle bakar mısınız? İşte o yüzdendir ki, bu tip tarihî oluşumlar millî duyguları coşturmak amacıyla olduğunda çok başarılı olsalar da doğru, iyi niyetli ve toplumlara hitaben bir bilgi ve inanç aktarımında son derece geçersizdirler. Geçerli olan, dünyanın herhangi bir bölgesinde yaşayan, her tip inanç ve görüşten insanın sahip olabileceği gündelik duygular üzerinden kendi inanç ve kültürünüzün var ettiği hareketi aktarma amacıdır.

İnsanı doğal bir akışta, insanî durum ve olgular içinde bir film karesine hapsedersiniz, o kareye hem her insanın duygusuna dokunacak bir küresellik, hem de kendi ideolojinizi kabul ettirecek bir hareket dizisi koyarsınız. İşte film ve sinema dünyası üzerinden gerçekleştirilen algılar da böyle bağırmayan karelerle mümkün olabilir. Yoksa tarihî kahramanlıkları anlatan diziler ve filmler, millî birlik ve beraberlik şuurunu yeniden uyandırsalar da toplumları yönlendirebilecek ve yeni tanıştığı bir inanç ve duyguya ikna edebilecek kadar etkili değildirler. Elbette bunlar da benim öznel fikirlerim.

Toplumlararası propaganda içerikli film ve dizilerin kuşkusuz çok usta zihinlerin ürünü olmaları gerekiyor. Ama bundan da evvel, belli bir amaçla, belli bir güzergâhta ilerlemek gerekiyor.

Peki, nesillerin ahlâkını bozan ve kendi içimizde âdeta bir hezeyan olan dizilere ne demeli? Şu an gündemde olan birkaç dizi hariç bütün diziler, bizim gelenek, âdet, inanç ve toplumsal şuur düzeyimize zerre dokunmayan bir çarpıklığa sahip. Hattâ kültürel değerlerimize teğet bile geçmeyen anlatımlar, bu dizi ve filmlerin bir yozlaştırma çetesinin elinden çıktığı izlenimini veriyor. Kıyafetler, konuşma tarzları, evler, sokaklar ve insan ilişkileri, Batı’nın aile kavramını öldürme idealine hizmet etmekten geri durmuyor. Sapkınlık övülüyor ve sapkınlığın ayıplanması ayıp karşılanıyor. Yani aslında dünyaya kendimizi ve inançlarımızı anlatma gayesinin yerlerde olmasından daha vahim olan, kendi içimizde, inancı ve millî kimliği yok etme gayretinin bu dizilerde bağırıyor olması. 

Aslında tam zamanı! Bir yerlerde tarihimizi ve Türk-Müslüman kimliğini hem yeni nesillere, hem de dış dünyaya anlatmayı ve sevdirmeyi amaçlayan dizi ve filmler varken onların yanına daha sübliminal içerikli ve eğmez kızmaz hikâyeleri de eklemek gerekiyor. Bir Müslüman veya bir Türk-Müslüman kimliğinin gündelik hayattaki yerine, dürüstlüğüne ve ailevî değerlerine hayatın içinden bir öyküyle dokunmak gerekiyor.

Bir acıyı veya bir duyguyu anlatmak, her inanç ve görüşten insanın merakla izleyeceği sahneleri ihtiva eder. Bu merak duygusunu uyandırdıktan sonra gerçek bir kimlik anlatımı yapmak pekâlâ zor değil. Önemli olan, senaryodan sahne çekimine, kostümden dekora kadar her bir aktarımın belli bir amaca yönelik hazırlanması. Çünkü Batı, Müslümanları filmlerle kötülerken giydirdikleri kıyafetten seçtiği cümlelere, hattâ mimik ve jestlere kadar insanın bilinçaltında bir resim oluşturma hedefinden hiç şaşmıyor.