Diyanet’in siyâseti

1930’larda, dönemin Diyanet İşleri Başkanı Rıfat Börekçi, CHP Ankara İl Başkanı bile yapılmıştır. Böyle bir örnekten utanmayanlar, şimdi Diyanet’i siyâset yapmakla suçlamaktadırlar. Ali Erbaş, kendileriyle birlikte Mısıroğlu’na hakaret etmediği için, “Lâiklik ne âlâ bir şeydir” demediği için onu mahkûm etmeye çalışmaktadırlar. Milât’tan “sonra” 2021’in Türkiye’sinde, varlığını altı oka armağan etmiş yeni bir Rıfat Börekçi örneği beklemektedirler.

27 Mayıs darbecilerinden olduğu hÂlde sonradan Devlet Bakanı yapılan Mehmet Özgüneş’in (D.1921-Ö.1992), “Benim için Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü ile Diyanet İşleri Başkanlığı arasında fark yoktur” dediği anlatılır.

Bu cümleyi sadece darbeci bir topçu subayının kişisel görüşü olarak ele almak isabetli olmaz. Kemalist cenahın ortak görüşü gibi düşünmek daha gerçekçi olur.

“Diyanet’i Kemal Paşa kurdu, Diyanet kurucusuna karşı vefalı davranmadı” gibi yakınmaları da her zaman olmaktadır. Her kuruluşu onu kuran kişinin özel mülkü, orada çalışanları da yine o kişinin marabası gibi gören bir anlayıştır söz konusu. “Madem Diyanet’i Kemal Paşa kurmuştur, o hâlde Diyanet sonuna kadar Kemal Paşa’nın izinden gitmeye, onun yaptıklarını övmeye, orada çalışan görevliler de ömürlerinin sonuna kadar Kemal Paşa propagandası yapmaya mecburdur” görüşü takıntıdan başka bir şey değildir.

Bu görüş sahipleri için, Diyanet çalışanlarının kendi görev alanlarına uygun şahsiyetler olup ahlâkî tutarlılıklarının ve bilimsel yeterliliklerinin toplum için özendirici birer örnek olmalarının, ülkeye ve millete karşı sadık ve minnet borçlu olarak davranmalarının hiçbir kıymet-i harbiyesi yoktur. Kemalist anlayışa göre ülke de, millet de zâten bir kişidir, o da Kemal Paşa’dır. Herkes ona karşı borçludur ve ömür boyu onun görüşlerine/partisine karşı sâdık kalarak borcunu kısmen ödeyebilir. Böyle yapmayanlar ise vatan haininden başka bir şey değildir.

Diyanet’in hangi kurumun yerine oluşturulduğunun hatırlanması, kuruluş amacının kavranmasını kolaylaştıracaktır. Diyanet, Halîfeliğin kaldırıldığı gün, 3 Mart 1924’te kurulmuştur. “Halîfeliğin görev alanlarını üstlenmiştir” denilse de tam olarak öyle değildir. Cumhuriyet tarihi boyunca Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü seviyesinde görülen Diyanet’in Halîfelik yerine, onun görev alanı için kurulduğunu düşünmek, akla ve vicdana sığmayacak bir iştir.

İslâm’ı toplum hayatının her kademesinden kazımayı kendisine görev bilen bir idâreye hizmet için kurulmuştur Diyanet ve o dönemde iktidarın yaptıklarını, onun izin verdiği ölçüler içinde övmekle, iktidar sahibinin eşi benzeri bulunmadığı propagandasını yapmakla görevlendirilmiştir.

Diyanet, kurulduğu günden beri kendisi için İslâmî cemaatleri, tarikat ve tasavvuf çevrelerini hedef olarak seçmiştir. Cemaat, tarikat ve tasavvuf çevrelerinin aleyhine iktidar sahipleri için gerekli görüldüğünde her zaman raporlar hazırlamıştır. Zâten kendisinden tam olarak istenen de bu olmuştur. Geçmişte övülen Rıfat Börekçi benzeri Diyanet İşleri Başkanları da dönemlerindeki iktidarların sâdık hizmetkârları değiller midir? Eski iktidar sahiplerine kapı kulluğu eden Diyanet için, “Diyanet siyâset yapıyor/siyâsete karıştı” denilmemiştir.

Ancak Türkiye, yüz yıl öncesinin Türkiye’si değildir. Yüz yıl önce ülke de, devlet de Kemal Paşa’nın ve onun partisi CHP’nindi. CHP’li olmayan bir gazete bile yoktu. Gazete çıkarmak CHP’li olmak şarta bağlanmıştı. Sadece gazete mi? Kitap çıkarmak da böyleydi. CHP’nin görüşlerine uymayan veya CHP’nin yapıp ettiklerini eleştiren kitap çıkarılamazdı.

1923-1950 arasında CHP’yi ve onun genel başkanı Kemal Paşa’yı eleştiren bir gazete, bir kitap çıkarılabilmiş midir? Kazara buna heveslenenler ya idam edilmiş, ya sürülmüş ya da 10-15 sene cezaevlerinde kalmışlardır.

Günümüzde 84 milyonluk nüfusu ile Türkiye büyümüştür, değişmiştir. Eski Türkiye’nin kalıplarına sığmayacak bir düzeye ulaşmıştır. Türkiye, özgürleştikçe CHP düzeninden de hızla uzaklaşmaktadır. Bir irtica hareketiyle Türkiye’yi yüz yıl öncesinin şartlarına döndürmek mümkün değildir. Türkiye’yi yüz yıl öncesine döndürmek çabası da aklın kanunlarına da, fizik kurallarına da aykırıdır. Nitekim askerî darbeler yoluyla bu irtica hareketi denenmiştir ama mümkün olmamıştır.

Büyüyen, değişen, gelişen Türkiye’de Diyanet’in 1924 şartlarında kalması mümkün müdür? Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü seviyesinde veya ondan daha alt bir düzeyde tutmak olabilir mi? Diyanet’in protokoldeki yerinin değiştirilmesi bile şikâyet konusu edilmektedir. Önceden gelip geçmiş hükûmetler Diyanet’e ancak kırkıncı sırada yer vermişken, şimdi Diyanet’in yerinin 28 sıra atlayarak 12’nci sıraya gelmesi bir felâket haberi gibi takdim edilmektedir. Protokol sırasını önceki hükûmetler tayin etme hakkına sahipken, şimdiki hükûmet niçin bir değişiklik yapamasın? Bugünün hükûmeti hükûmet değil de önceki hükûmetlerin yaptığı her işi devam ettirmek zorunda olan bir memur kadrosu mudur?

Bugünkü Hükûmet’in protokol sırası değiştirmeye dahi hakkı yok, öyle mi?

Bugünün hükûmetine protokol sırasını değiştirmeyi bile hak olarak görmeyenler, aslında bu hükûmeti seçen millet çoğunluğunu hâlâ eski Türkiye’nin marabaları saymaktadırlar. Oysa dünkü hükûmetlerin protokol sırası düzenleme yetkileri kadar, bugünkü hükûmetin de benzer yetkileri vardır. Zaten bu hükûmeti seçmiş olan millet çoğunluğu, eski hükûmetlerin yaptıklarını aynen tekrar etsin diye bu iktidarı seçmiş değildir.

Değişen, gelişen ve büyüyen Türkiye’nin ihtiyaçlarına göre yeni idari düzenlemeler yapsın diye bu hükümeti millet çoğunluğu seçmiştir. Hükûmet’e düşen temel sorumluluk ise, kendisini seçen millet çoğunluğunun beklentilerini emir sayarak gereğini yapmaktır.

“Diyanet siyâset yapıyor” diye ağlayıp sızlamaktadırlar. Bunun için verdikleri örnekler ibretliktir: Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, yazar Kadir Mısıroğlu’na hasta ziyaretinde bulunmuş. Oysa o Mısıroğlu, aşırı derecede Kemal Paşa ve CHP muhalifi imiş. Diyanet böylece siyâset yapmış…

Hasta ziyareti için, hastanın siyâsî görüşlerine bakmak hangi insanî değerle bağdaşabilir? “Bir hasta bizim siyâsî görüşümüzde, bizim vazgeçilmez saydığımız parti başkanını övüyor ise ziyaret edilebilir, aksi görüşte ise ziyaret edilemez” takıntısı, oldukça ilkel ve geri bir anlayıştır. Hasta ziyareti insanî nedenlerle yapılır. Hastanın siyâsî görüşüne, dinine, mezhebine, ırkına, aşiretine bakılmaz.

Mısıroğlu gibilerine hasta ziyareti bile yapılamayacağı takıntısı içinde olanlar, insanî değerlere ve düşünce özgürlüğüne düşman olanlardır. Düşünce özgürlüğünü, yazma ve konuşma hakkını yalnızca kendi siyâsî görüşleri için geçerli saymaktadırlar. Türkiye’yi 1923-1950 aralığında görmeye devam ediyorlar!

Bugünün iktidarına karşı muhalefet çevreleri, adâletsizlik yapıldığı, haksız kazanç elde edildiği görüşlerini savunmaktadırlar. Diyanet’in siyâset yaptığını iddia eden muhalefet çevreleri, Diyanet’ten Hükûmet’e karşı, “adâletsizlik yapıldığı, haksız kazanç elde edildiği” gibi kendi görüşlerinin sahiplenilmesini beklemektedirler. Yani Diyanet, muhalefetin iddialarını sahiplenerek bunları hutbe ve vaaz konusu ederse görevini yapmış olacak, muhalefetin iddialarına karşı ilgisiz kalırsa siyâset yaparak Hükûmet’in tarafında yer almış olacak... Bu mantığın çelişkisini anlatmaya kimin gücü yetebilir?

Madem Diyanet’in siyâsete karışmasına karşısınız, o hâlde aynı Diyanet’ten niçin sizin görüşlerinizle birlikte Hükûmet’e karşı cephe almasını bekliyorsunuz?

Diyanet’in en ağır şekilde eleştirilip mahkûm edildiği konulardan birisi de Başkan Ali Erbaş’ın lâikliği eleştirir gibi bir konuşma yapmış olmasıdır. Erbaş, lâikliği doğrudan reddedememiştir. Sadece eleştirir gibi yapmıştır. Bu kadarı bile tahammül mülklerini yıkmaya yetmiştir. Yahu madem lâikliği partiler üstü bir konu saymaktasınız, o hâlde Erbaş’ın konu hakkında görüş açıklaması niçin ayarlarınızı bozmuştur?

Lâiklik için Mimarlar Odası, Trakya Göçmen Kuşları Derneği açıklama yaptığında doğal sayılırken, Diyanet’in konu hakkında görüş belirtmesi niçin düşmanlığınıza, kin ve nefret dolu tepkinize yol açmaktadır? Lâiklik konusunda Diyanet’ten 1930’ların CHP görüşünü tekrarlamasını beklemek beyhudedir! Bu durum, Ali Erbaş’ın kişiliğinden kaynaklanan bir sonuç değildir. Türkiye değiştiği, geliştiği ve özgürleştiği gibi, Türkiye’nin kurumları da değişmekte, gelişmekte, özgürleşmektedir.

Diyanet’in protokol sırasının kırktan on ikiye gelmesi de yeterli değildir. Diyanet’in problemini protokol sırası olarak görmek büyük bir hatâdır. Diyanet’e 1924’te dayatılan tek adam, tek parti şartlarındaki kuruluş sınırları artık bir zincir durumuna gelmiştir. Diyanet, Müslüman bir halkın İslâm hizmetlerini yeterli ve kâmil ölçüde yürütecek ise, evvelâ kuruluş zincirlerinden arınmalıdır. Ali Erbaş, o zincirlerin kırılmasına olan katkısı ölçüsünde tarihte hayırla ve saygıyla yâd edilecektir. Aksi hâlde unutulup gidenler arasında, “Bir varmış, bir yokmuş” olacaktır.

1930’larda, dönemin Diyanet İşleri Başkanı Rıfat Börekçi, CHP Ankara İl Başkanı bile yapılmıştır. Böyle bir örnekten utanmayanlar, şimdi Diyanet’i siyâset yapmakla suçlamaktadırlar. Ali Erbaş, kendileriyle birlikte Mısıroğlu’na hakaret etmediği için, “Lâiklik ne âlâ bir şeydir” demediği için onu mahkûm etmeye çalışmaktadırlar. Milât’tan “sonra” 2021’in Türkiye’sinde, varlığını altı oka armağan etmiş yeni bir Rıfat Börekçi örneği beklemektedirler.

Günümüzde Diyanet’in ihtiyacı, evvelâ kuruluş kanununun kökten değişmesidir. Diyanet idârî, akademik ve mâlî bakımdan özerk hâle gelmelidir. Diyanet İşleri Başkanı, kendi çalışanları tarafından seçimle iş başına getirilmelidir. Diyanet, protokolde on ikiden “1” numaraya getirilse bile Diyanet’in ihtiyacı karşılanmış olmaz.

Diyanet İşleri Başkanı, ister Tapu Kadastro Genel Müdürü, isterse Meteoroloji Genel Müdürü gibi yalnızca ilgili bir bakanın uygun görmesiyle tayin edilme eksikliğinden ve o ilgili bakanın uygun görmesinden kurtulmalıdır. Bu da en başta kuruluş yasasının değiştirilmesiyle mümkün olabilir. Diyanet’in sorunu, kuruluşundan ve kuruluş amacından kaynaklanmaktadır. Bugünün hükûmetine düşen en acil ve ertelenemez sorumluluk ise, yeni bir kuruluş yasası ile Diyanet’i 1924 şartlarının zincirinden kurtarmaktır.

İdârî, mali ve akademik özerkliğe sahip olan bir Diyanet’in kuruluş amacı da, felsefesi de daha kapsayıcı ve daha güven verici olacaktır. Hasta ziyareti bile tartışma konusu yapılan bir Diyanet’ten İslâm’ın ruhuna uygun hizmetler beklemek gerçekçi değildir.

Ali Erbaş’ın geçmişinde FETÖ’cülerle içli dışlı olmasıysa kişisel bir vebâldir; doğrudan kurumun geleceğini ipotek altına aldıracak bir konu olarak düşünmek apayrı bir yanlıştır.