Dışarı çıkıyorum

Kendime bile söylemediğim, yüreğime dahi yerini sormadığım, al ata binmiş al yeleli, gök bakışlı, yiğit huylu, Oğuz boylu, ata babaların gün saldığı ne varsa gözlerime ser olmuş da yâr hânesinde bir top mâzi, bir tutam âti birleşimine esinti olmak için dışarı çıkıyorum.

NEDENLİ nedensiz, bulunduğum mekân ve zamana aldırmadan, gökyüzü bulutlu bulutsuz, güneşli güneşsiz takılmadan, gecemi gündüzüme karıp dışarı çıkıyorum.

Bilgisayar arama ve taramalarına nokta koyup, sohbet akışındaki derinliğin hecelerini kelime yapmadan, cümleleri bütünleştirip henüz metinleşmeden dışarı çıkıyorum.

Kim bilir, dışarıda ne varsa, ne görünürse, ne eserse, önüme ne konursa, heybeme ne yüklenirse, üzerime ne yağarsa toplamak için dışarı çıkıyorum.

Caddeleri arşınlayan kaldırım mühendisleri gibi, mecburiyet (Tokat-GOP Bulvarı) caddesinde tanıdık tanımadık, eş dost, meslektaş, esnaf, çaycı, mobilyacı, beyaz eşyacı, marketçi, resimci, kuyumcu kimi görürsem selâm vermek, hâl hatır sormak, gönül almak, duâ etmek ve dahi duâ almak için dışarı çıkıyorum.

Önümde arkamda, sağımda solumda ne varsa bakmak, görmek ve şiirleşerek bir çift göz ekseninde yüreğimi alıp, bir turna akışınca, bir keklik sekişiyle, bir şahin uçmaklığında, bir leylek kanatlanışı büyüsüyle heceleri dizeleştirmek ve uzattığı ne kadar ağırlığı varsa taşımak için dışarı çıkıyorum.

Can varsa can olmak için, güneş varsa yanmak için, yağmur varsa ıslanmak için, çamur varsa batmak için hiçbir hazırlık yapmadan, bilinen ve bilinmezlerle sessizce dışarı çıkıyorum.

Dünün ay ay, yıl yıl tahlilini avuçlarıma alıp, etrafımdaki gönül dostlarımı, canları, yüreğimin derinliklerindeki yerini pekiştirerek, yarınlarda daha sağlıklı ve güvenli olmak için yol arkadaşlarımı yanıma alarak dışarı çıkıyorum.

Gerilmeden, sıkılmadan, üzülmeden, şiir ve edebiyatın neresinde olduğunu bilmeyenlerden uzak, kültür dünyasının merdivenlerinde usul usul, emin ve sağlıklı, reklâmdan ve riyadan uzak, kendi sessizliğimde dünya nimetlerine aldırmadan, şöhret ve şan hastalığına yakalanmadan, Tokat’ta Ali Paşa Camiî’nde öğle, Meydan Camiî’nde ikindi ve ötesinde duâya akmak için dışarı çıkıyorum.

Ben ki, köyümün çamurlu sokaklarında doğmanın, oynamanın, kuzularla büyümenin, öküzlerle çift sürmenin, ekin biçmenin, pancar sökmenin yanında, tütün tarlalarında sabahlayanlardanım. Varlığın ve yokluğun her zerresini bilerek, çilenin, emeğin karşılığını alamamanın, borcu kazançla kapatamamanın yanında, soğanları çarşıda boşaltıp haftalık eksiği göremeden köye dönenlerdenim. Kelkit’te sabahtan akşama yıkanırken tüm vücûdun kızgın kumlara teslim oluşu sonrasında yanıp deri değiştirmesinin günlerce süren sancılarıyla daha çocuk yaşta ilkokul sonrası gurbete (öğretmen okuluna) gidenlerdenim. Bugün üzerimde var olan sorumluluğu omuzlarımda hissederek, yaşayarak ve dahi yudum yudum içerek, bugünkü ben olmamdaki hizmetin devletim olduğunu bilerek dışarı çıkıyorum.

Doğduğum köy ötesi, il ötesi, ülke ötesi ufkun bütün birikimlerine doğru yolun sonunda önce milletime, sonra insanlığa hizmet aşkına dönüşen –bence- güzelliklerin tamamını biliyorum… Hazarı biliyorum; dört bir yanı Türk… Gönül coğrafyamdaki bir kardeşimin saçında bir teli incinse yüreğimde hissediyorum. Yaşadığım asırda dünya arenasında güçlü, sağlıklı, huzurlu yaşamak adına beyin jimnastiği yapmak için dışarı çıkıyorum.

Ülkemin yarınlarında ufku açık, tarihî ve coğrafî misyonunu üstlenmiş dünyaya nizam veren gücüne ulaştığını görmek, üzerime ne görev düşüyorsa yerine getirmek için dışarı çıkıyorum.

Şehitlik mâkâmına ulaşan, gazi olup onurlanmış vatan evlâtları bilirim. Vatan sevgisini bir ömür boyu sembolleştiren, Türk milletinin kahramanlığını, fedakârlığını, yaşayan destanlarını bilirim. Toprağın vatan olması, toplumun millet olmasındaki bütün değerleri bilirim. Bilirim de, sevdâsı türkü olanları yüreğime alıp dışarı çıkıyorum.

Sıra dağlar bilirim yamaçlarında binbir çeşit çiçek açan. Uzun ve dar yollarında dans ederek yol aldığım, yeşilin ve mavinin bütün tonlarını görüp kokladığım, gözelerden kana kana buz gibi sularını içtiğim, cümle cihana nam salan, koynunda ulu insanların yaşadığı ulu dağlar bilirim. Dünya hayatının feyz ve bereketiyle, saniyelere teslim birkaç damlalık ömrümü beynimde tamamlayıp dışarı çıkıyorum.

Bütün parçaları, tohumları içinde saklayan toprak gibi… Yüreğin derinliklerine gömer gibi… Yeniden başlayacak bir dostluk gibi…  Ölümüne, ebediyen yaşamak ve yazmak için; bir olmak, birlik olmak, diri olmak, güçlü olmak, asırların diz çöküp “Hoş geldin” diyeceği günlerin yeşereceği ve hasat vaktinde yine yarı çıplak ölümüne çalışacağım, ekin biçip, patos yapıp, saman toplayıp, ambarların doluşundaki huzuru ve mutluluğu yaşamak için dışarı çıkıyorum.

Can isen nefes vermen gerek, gül isen etrafına akman gerek, Yunusça yürümek ve söylemek gerek. Elif isen içten yanacak, kanayan ne varsa tuz basacak, ama dimdik ahuzar olacak, yalnız kalmış bir yaprak gibi rüzgâra teslim olmayacak, duyguları asla bitirmeyecek bir can işte! Bir yürekte kalp ritmini bozmadan, kan dolaşımını engellemeden, emin adımlarla yürümek için dışarı çıkıyorum.

Kendime bile söylemediğim, yüreğime dahi yerini sormadığım, al ata binmiş al yeleli, gök bakışlı, yiğit huylu, Oğuz boylu, ata babaların gün saldığı ne varsa gözlerime ser olmuş da yâr hânesinde bir top mâzi, bir tutam âti birleşimine esinti olmak için dışarı çıkıyorum.

Bir nefeste neyim varsa boşalmak, rahatlamak için dışarı çıkıyorum…