Dış ses

Hatırla, Soraya’ya da böyle olmamış mıydı? Bütün vücûdunu gömüp toprağa, kafasını taşlamadılar mı iki şâhit uğruna? “O boyun kesilir belki fakat çekmeye gelmez” demedik mi sana? Senin boynun çekmeye gelmez. Kesilir. Kesecekler...

ŞEHİRLEŞTİKÇE modernleşen, modernleştikçe güzelleşen, güzelleştikçe yalnızlaşan bir karanlıktan seslenirler: “Lâle zamanında menekşe koklayanlara bakmakla çürüyecek ömrün. Oysa bir kalp atışı uzaklığında bütün gücün. Bilirsin, bildiğin kadar yenilirsin; doğrulup doğrulup devrilirsin. Önemi yok. Sana senden daha fazla sahip çıkacak hiç kimse yok. Git kopar kökünden o menekşeleri, koklamasın kimse.”

Uyma onlara, koparma! Belki bir timtirik atabilirsin. Hani böyle başparmağınla işaret parmağını daire yapıp attırıveriyorsun ya başparmağını, kavak ağacının çok olduğu yerlerde “timtirik” derler ona. Bildin, değil mi? Bilmiyormuş gibi yapsan da bildiğini bildim. Bu yüzden çok mu acıktı nefsin, at bir timtirik, ama lütfen koparma!

Ben yaptım. Bir gün gittim, kökünden kopardım menekşeleri. Lâle zamanı mıydı bilmiyorum, ama gittim, tepesinden kavradım ve kopardım attım. Hani sıpıtıp atarsın ya… Sıpıtıp? İşte öyle attım! Yine de bununla gurur duymadım. Elimden utandım. Gözümden utandım. Dedemden utandım. Belki de bu yüzden hâlâ lâle zamanında menekşe kokar avuçlarım. Koklar koklar sayıklarım bildiğim tüm pişmanlık sûrelerini. Çünkü menekşe kokusu bile olsa, yok etmenin daimî hatırası hiç iyi gelmez insana. Yok olmanın da...

Doğrular değişir, insanlar değişir, bir gün mazlum diye sırtını sıvazladığın o biri çıkıp gelir, ilk seni devirir. İçindeki yaralı hayvan delirir. Gerçi buradaki “yaralı hayvan” tabiri çok klişe gelebilir, yine de delirmesin, söyle ona. Çünkü buna yenilmek daha klişe. Çünkü biz söz verdik. Daha hiçbir mevsim başlamamışken, menekşeler falan ortada yokken...

Sahipsiz değilsin sen. Kimsesiz değilsin. Yorgun olabilirsin, mutsuz olabilirsin, ama kimsesiz değilsin. Bu yüzden yakarak, yıkarak, kopararak, apararak medetlenemezsin. Feryâd etmen gerek. Belki de sana yalnızca bir gül gerek. Fakat ben de gülleri sevmem. Son tahlilde, güller de klişe. Biri dışında...

Onlar kollarında, boyunlarında ve hattâ evlerinde milyardolarlık putlarla gezerlerken çok zor, biliyorum. Ama evde put olur mu be, düşünsene? Yuva bu yuva! Yuvada put olur mu? “Boyunda” diyorum, boyunda put olur mu? Oldu işte! “Olmaz olmaz” dedikçe, olmazların hepsi oldu. Bir bir oldu. Tek tek oldu. Pat pat oldu. Güm güm oldu. “Olmadı yahu!” deyip durmanın kimseye bir faydası yok. Bu yüzden onların değil, ilk senin boynun kesilecek. İlk seni taşlayacaklar.

Hatırla, Soraya’ya da böyle olmamış mıydı? Bütün vücûdunu gömüp toprağa, kafasını taşlamadılar mı iki şâhit uğruna? “O boyun kesilir belki fakat çekmeye gelmez” demedik mi sana? Senin boynun çekmeye gelmez. Kesilir. Kesecekler. Bırak, kessinler. Yeter ki çekmesinler. Alter egoya puttan daha ağır gelir bu durum. Bir İbrahim çıksa gelse, şimdi söyle, ilk hangisini devirecek? Bu cümlemden sonra okumaya kim devam edecek? İbrahim!

Sen iyisi mi, her zamanki gibi en büyüğünden, gönlümdekinden başla!