ALNINI pencereye dayamış, yeni aldıkları arabanın etrafında gezinen babasını izliyordu. Ertesi gün yola çıkacaklardı, belli ki hazırlık yapıyordu. İçinden “Keşke ben de onlarla gitsem” diye geçirdiğinde, sıcak bir elin minik omuzlarını okşadığını hissetti. Dönüp baktığında annesinin buğulu gözleriyle karşılaştı. Mütebessimdi annesi, birbirlerine bir şey demeden sarıldılar.
25 Ağustos 1993, Cuma
O gece gözünü uyku tutmayınca erkenden salona geçti. Ağabeyi Osman, “Anne, benim aşağıda boya işim var, biter bitmez yukarı çıkarım” dediğini duydu. Antalya’ya gidileceğini biliyordu ama Antalya’yı bilmiyordu. Babası herkesten evvel aşağıya inmiş, elindeki bavulları yerleştirirken, bir yandan da son kontrolleri yapıyordu.
Bu yolculuğa dâhil olmak istercesine, annesinin gözlerinin içine daldırdı ceylan gözlerini. Anne yüreği daha fazla kayıtsız kalamadı bu bakışlara: “Hadi hazırlan, seni de götürelim!”
O, geceden hazırdı. Bir koşuda iniverdi merdivenlerden. Osman işini bitirmek üzereydi ki annesi aşağı kattaki daireye indi ve “Osman, vazgeçtik! Üzülmezsen, biz Hakan’la gitsek?” diye teklifte bulundu. Teklif eden annesi, teklife konu edilen ise henüz 11’inde olan küçük kardeşiydi. Başını salladıktan sonra “Olur” dedi.
Son anda yapılan değişiklikle dâhil olduğu yolculuk kadrosundan çıkarılan Osman, “ilk” şehirlerarası yolculuk deneyimini yaşayacak olan babasıyla, annesini ve kardeşini Antalya’ya uğurladıktan sonra lokantalarına gitmişti. Öğle servisi henüz bitmişti ki lezzetli yemeklerin mâhir eli, “Sen eve git, gerisini ben hâllederim” deyince Osman kısa bir şaşkınlığın ardından, “Medeni Usta doğru söyle, bir şey mi oldu? Daha önce de benzer bir sebeple göndermiştin, eve vardığımda amcamın sararmış benziyle karşılaşmıştım!” diye karşılık verdi. Aşçı, “Hayır, hayır! İş yok, sen git, gerisini ben hâllederim” diyerek ikna etti.
Henüz on altısında olan Osman, kafasında bin bir soru ile Dikmen'deki evlerine geldiğinde, sokağa kadar ulaşan ağlayışları duydu. Ağlama sesinin nereden geldiğini kestiremiyordu. Küçük adımlarını daha da hızlandırdı içeri girdiğinde. Tanıdığı, tanımadığı onca insanla karşılaştı. Ev tıklım tıklımdı. Ablası ve ağabeyine, “Komşularımız, akrabalarımız neden buradalar?” diye sordu, cevap alamadı. Herkes, her şeyden haberdardı ama bir tek onlar bilmiyordu gerçeği. Önce ablasına sarıldı, sonra ağabeyine. Birden sessizliğe gömüldü dünya.
Ay parçası Heyva Gelin
Tillolu Kemal, Kürtçe “dolunay, bedir, ayın on dördü” anlamına gelen Eruhlu Heyva’yı fotoğrafından görür görmez kabul eder.
Herkesin “Sadiye” diye seslendiği Heyva Hanım, 42 yaşındadır ve dördüncüye gebedir. Son beşiği doğurduğunda hemşire odaya girer ve “Çocuğa isim koydunuz mu?” diye sorar. “Henüz konulmadı” cevabını alınca, “Peki, kardeşi var mı?” diye sorar. “Evet, var! Özgül Zeynel ve Osman” derler. Bunun üzerine hemşire, “O zaman Hakan olsun, hem Osman’la da uyumlu olur” der, teklifi kabul görür.
“Başka gül koklamam”
1992 senesinde yaşanan feci kaza sonucu Tillolu Kemal Sadiye’sinden, çocuklar da annelerinden ayrı düşer. Aradan seneler geçer, kendisine “Evlen” diye telkinde bulunanlara kulak tıkar. Bunun tek bir nedeni vardır, Heyva’ya olan sevgisi. Sıklıkla evlâtlarına, “Ben ananızın üzerine gül koklatmam!” demiştir.
Son beşik Hakan, kendisine annelik eden ablasının desteğiyle liseyi bitirmiş, üniversite sınavlarına girmiştir. İlk ve tek tercihi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’dir. Bu hayâlini 2 puan farkla gerçekleştiremez. Üzülür ama çalışmaktan dur olmaz. Önceki yıla oranla iyi bir puan alır, tercihlerini yapar ve beklemeye koyulur. Cerrahpaşa yine birinci sıradadır ama sonuçlar açıklandığında şok yaşar! Ekranda “Ankara Üniversitesi Diş Fakültesi’ne yerleştirildiniz” bilgisiyle karşılaşır.
Böyle bir tercihte bulunup bulunmadığının farkında bile değildir. Üçüncü kez şansını denemenin riskli olacağını düşünerek kaydını yaptırır. Yokluğa, çileli yola alışır alışmasına da Dikmen'den Bahçeli’ye kadar yürüyerek gidip geldiği bölüme alışması zaman alır.
Gezgin
Onun bir başka hayâli daha vardır: Okulunu bitirince Dubai'ye gitmek. Bunu bilen arkadaşları, ona “gezgin” anlamında kullanılan, 1977 senesinde uzaya fırlatılıp Jüpiter ve Satürn gezegenlerinden elde ettiği kareleri NASA’ya gönderen insansız uzay sondası “Voyager” lakabını takarlar.
Beş yıl çarçabuk bitmiş, sıra mezuniyet törenine gelmiştir. Diplomasını almadan Elazığ'a asteğmen olarak gider. 12 aylık vatan görevi devam ederken diş hekimliği kadro imtihanlarına girer. Tayin yeri, serhat şehri Erciş'tir. Vakit kaybetmeden işine sarılır. Bölgenin hassas yapısını bildiği için, edindiği bilgiler ışığında oradaki insanlara çok iyi davranır. Yaptığı her çekim karşılığında paradan evvel misliyle duâ alır. Yaptığı her dolguyla geçmişte oluşan boşlukları doldururken, yaptığı kanal tedavisiyle de gönül köprüleri kurar.
İlk tayin yerine adapte olmuş, yüzüne tomurcuk gülümsemeler yerleşmiştir. Kuzeninin düğününde rastladığı esmer güzeli Eda’ya âşık olur. Telefona sarılır, başkentteki yakınlarını davet ederek kıza talip olduklarını iletirler. Her şey istediği gibi gelişir. Temmuz sıcağında yapılan çifte düğünle dünya evine girer. Çok geçmeden “Ecrin” adını verdikleri biricik kızları dünyaya gelir. Gülümseyişi de, mutluluğu da artmıştır.
Tayini, görev yaptığı ilçeden Van Merkez’e çıkmıştır. Kısa bir süre sonra ilk görev yerini özlediğini fark eder ve yeniden dönmek için müracaat eder. Sebebini soranlara, “Biz, bir bütünün parçalarıyız. Ben onlara bayrağın altında birlikte yaşamayı öğrettim” der.
Son dakika!
Her sabah olduğu gibi, 23 Ekim 2011 sabahı da kardeşini arayan Osman “Neredesin?” diye sorduğunda, “Kafedeyim” cevabını alır. Konuşma uzayınca, “Kapat, kontörüm bitiyor!” diye şakalaşır. Odasına geçen Osman bilgisayarı açar açmaz, ekrana “Van'da 7,2 şiddetinde deprem meydana geldi” notu düşer. Gördüklerine inanamaz! Salona döner, ablasını TV başında bulur. “Son dakika” notu ile işlenen aynı haberle karşılaşır. Vakit kaybeden ikinci kez telefona sarılırlar, ancak birkaç dakika önce görüştükleri kardeşlerine ulaşamazlar.
Geçen her dakika ile yürekleri burkulur, ümitleri azalır. İki saat sonra Van’da bulunan kuzenleri Yavuz arar ve “Hakan’a biz de ulaşamıyoruz. Gelseniz iyi olur” der.
Giderek kalabalıklaşan ev halkı, bir yakınlarının minibüsüne atlayarak vakit kaybetmeden yola koyulurlar. Van, bıraktıkları gibi değildir. Hakan’ın yokluğu, tüm şehri âdeta karanlık bir kabristana çevirmiştir. İki günlük uzun ve meşakkatli bekleyişin ardından, akşam saatlerinde Hakan'a ve kayınpederine ulaşıldığı bilgisi gelir. Herkes onun sağ olduğuna dair umudunu korumaktadır ama gelen haber daha farklıdır!
Ayağında spor bir ayakkabı, altında kot pantolon, üzerinde ise mavi desenli tişörtüyle mobil bir yıkama aracının içerisine uzatılmıştır; hiçbir yerinde yara ve kan lekesi yoktur! Atleti ise bembeyazdır. Onu gassal ile birlikte son yolculuğuna hazırlayanlar arasında en yakın mesai arkadaşları vardır. Gözyaşları, üzerine dökülen suyun miktarını arttırmıştır. Kefenleme işlemi bittiğinde yine beyazlar içindedir; beyaz önlükte olduğu gibi ak kefen de yakışmıştır. Ambulansa konulan cenazesi, 100 kilometrelik karayoluyla Van’a, askerî uçakla Malatya’ya, oradan da Ankara'ya ulaştırılır.
Annesi Heyva Hanım’ın göğsüne konur soğuk bedeni. Aradan geçen yıllar, baba Kemal’in gözlerindeki ışığı alır ve kapkaranlık bir zindana döner dünyası. Hasretini, diş hekimi oğlunun fotoğraflarına bakarak değil, torunu Ecrin'in sesi, sevgisi ve sımsıkı sarılışında içine çektiği kokusuyla giderecektir. Bir de rüyâsına konuk oluşuyla…
Rüyâyla hasret giderenlerden biri de ağabeyi Osman’dır. Hakan, her seferinde kaybolmaktadır ve ne zaman onu aramaya koyulsa, kardeşini bulamadan uyanmıştır…
O her ne kadar 29’unda mezara konulsa da, adı İpekyolu Belediyesi tarafından Van Ağız ve Diş Sağlığı Merkezi bahçesine yapılan “Dr. Hakan Yurtkuran Parkı”nda, soyadı ise kızı Ecrin’in kimlik cüzdanında ilelebet yaşayacaktır.