“Adalet;
halkın dirliği ve düzeni, idarecilerin ise süsü ve güzelliğidir.” (Hazreti Ali
-kv-)
ADALET olmasaydı, nasıl
bir karmaşanın içinde olurduk, düşünebiliyor musunuz?
Kimsenin
kimseye adil davranmadığı, hakların yenildiği, yanlış kararların alındığı bir
dünyada olduğunuzu, adaletle yönetilmeyen bir devlet, hakkınızı arayamadığınız
bir yönetim şekli, insanların birbirine karşı haksızlıkla muamele ettiğini,
kimsenin kimseye güveninin kalmadığı kaos, çatışma ve gaspın sürdüğü, çalıp
çırpmanın, çocuk veya yaşlı demeden, haklı haksız ayırt etmeksizin herkesin birbirine
zulmettiği bir yaşam şekli düşünün…
Birinin
çıkıp, “Burası bana ait! Hepsi benim hakkım!” dediğini, “Sen kim oluyorsun da
benim verdiğim karara karşı çıkıyorsun?” diye hükme karşı çıktığını, kimin elinin
kimin cebinde olduğu belli olmaksızın kimin kiminle iş tutarken ortalığı
karıştırarak kaide tanımadan ve kafasına göre hareket ettiğini düşünün…
Nasıl,
korkunç geldi gözünüze, değil mi?
Bu
düzensizlik, bu karmaşa, bu haksızlık tahammül edilir gibi değil! İnsanın,
kafasında canlandırırken bile nefesi kesiliyor. Allah’ın “El-Adl” ismi tecelli
etmese, bizler böyleyiz işte! O isme sıkı sıkıya tutunmadığımız sürece söz
edilebilir mi dünya üzerinde adaletten? Mümkün değil!
“El-Adl”,
“mutlak adalet sahibi, hiçbir şeyde ayrılığa düşmeyen” mânâsına geliyor bu İsm-i Şerîf. Dünya
üzerinde birbirimize karşı da adil olmamız ve adaletli davranmamız
gerekmektedir. Bunu başarabiliyor muyuz? Başaramadığımız kesin! “Adaletin bu mu
dünya?” diyerek şarkılar terennüm etmemizden belli değil mi?
“En
büyük erdem nedir?” diye sorulursa, buna verilebilecek en doğru yanıt, “Adaletli
davranmak” olacaktır. Hiçbir olay ve durum karşısında adil değilseniz,
güvenilirliğiniz tartışmalı olur. Olaylara nereden, nasıl bakarsanız bakın,
karşınızda kim olursa olsun, aldığınız kararlar için sorgulanmaya başlanırsınız.
İster ülke yöneten bir hükümdar, ister şirkette bir yönetici, ister aile içinde
bir fert olun, durumları adaletle yönetemediğinizde, ortaya çıkacak sorunların
üstesinden gelemezsiniz.
Buna
bir tanımlama getirebiliriz: “İnsanların birbirleriyle, eşyayla ve devletle
olan ilişkileri sırasında hak ve hukukun düzenlenmesi, gözetilmesi ve uygun bir
şekilde yerine getirilmesi adalettir.” Haklı olan ile haksız olanın birbirinden
ayırt edilmesi, ancak “adalet” kavramı içinde gerçekleşir. Bu tanımı çeşitlendirerek
“sosyal adalet” ve “hukukî adalet” diye ayırabiliriz.
Hukukî
çerçevede kurallar olduğu gibi, sosyal yaşam içinde de oluşan kuralların
saptanması ve o kurallara göre hareket edilerek yaşamın kolaylaştırılması
zorunludur. Adalette dengenin önemli olduğunu varsaydığımızda, önce insanın
kendisine olan saygısı ve faydası ortaya çıkacaktır. Sonra insan, tüm olayları
ölçüp biçecek ve ona göre davranış biçimi sergileyecektir.
Aynı
durum devlet yönetiminde de geçerlidir. Toplumun düzenini, hak ve hukukunu
gözetmesi ve de kişiler arasında ülkeyi yönetenlerin adil davranması, huzurun
sağlanması açısından önemlidir. Bu hem kişinin, hem de toplumun yararına
olacak, güvenilirlik ve memnuniyet artacaktır. Düşünsenize, karşılaştığınız
sorunlar içinde bunun adil olarak çözüme ulaşacağına inanmıyorsanız, “adalet”
dediğimiz kavramın tanımını yapmak ne kadar da zor olacaktır!
Mutluluk
ve huzurun olmadığı, herkesin birbirine şüpheyle baktığı, savaşların,
ölümlerin, katliamların, zulümlerin arttığı bir dünya düşünebiliyor musunuz?
Oysa adil koşular ve adaletin tecelli ettiğini gördüğünüzde, sorunların daha
fazla büyümesine, karmaşanın ortaya çıkmasına izin verilmeyeceğine ve
istediğiniz sonucu alacağınıza, hakkınızın yenmediğine gönül rahatlığı ile
inanacak ve dünyanın yaşanılır bir yer olduğuna kanaat getireceksiniz.
Mevlâna
Hazretleri, “Adalet taksimcidir” der ve devam eder: “Bölüşülecek şeyleri o
bölüştürür; fakat şaşılacak şey şu ki, bunda ne cebir vardır, ne de zulüm!”
O
bu sözüyle, adil olanın ne olduğunu hatırlatır. Bu yüzden “adalet”, insanlar
arasında hakkın ve hukukun paylaşımcılığını esas alır. Kimseye zulmetmeden,
birine fazla verip diğerinden eksiltmeden, adilce sorunların çözümlenmesini
sağlar. Alanın ve satanın memnun olması için karşılıklı güven ve anlayışın
doğması, her şeyin yerli yerinde olduğunu gösterir.
Yine
Mevlâna’nın der ki, “Adalet, her şeyi lâyık olduğu yere koymaktır; ayakkabı
ayağındır, külâh başın”. Haksızlığa ses çıkaramıyorsa insan, yapılan zulmün de,
alınan haksız kararın da sorumlusu olmaktan kaçamaz.
“Bir
ülkede adaletin varlığı, kişinin özgürce ifade etmesinden anlaşılır. Bir ülkede
adaletsizliğin varlığı ise, kişilerin başına buyruk davranışından anlaşılır.
İyi insanlar, sorunları önlemek için çaba sarf ederler.” (Konfüçyüs)
“Adalet
mülkün temelidir” diyen Hazreti Ömer’i (ra), adaletin timsali olarak bu ölümlü
ve yalan dünyada yerini almış ve bu konuda tartışmasız adil yönetimi ile
tanımaktayız. Keşke tüm işlerde ve yaşadığımız her olayda onun adaletini
görebilsek, onun kadar olamasak da olmaya çalışsak, o vakit dünyada ne zulüm
kalır, ne savaş, ne kanunsuz iş, ne de haksızlık. Hesap günü geldiğinde, eminim
ki önce Allah’a olan inancımız, sonra da adil olup olmadığımız sorgulanacaktır.
Öyle ya, daha sonra diğer ibadetlerimizin, hâl ve hareketlerimizin hesabını vereceğimize
inanıyorum. Şayet hiçbir durumda adil değilsek, yaptığımız ibadetlerin de
geçerliliği kalmayacaktır. Ne güzel söylemiş adaletin timsali Hazreti Ömer (ra):
“Hesaba çekilmeden önce, kendinizi hesaba çekiniz, amellerinizi tartılmadan
önce tartınız!”
Her
an, gece gündüz, yatarken ve kalkarken, bir işte, oluşta veya davranışta, tüm
yaptıklarımızın hesabını vicdanımızın rahatlığı içinde verebiliyorsak, bizden
adil kimse yoktur! İşte o vakit, “adalet” kavramını ve “Adil” ismini rahatlıkla
kullanabiliriz!
“Adil”
devlet, “adil” toplum, “adil” insan, “adil” dünya temennimiz olsun…