Dinlerde ve ideolojilerde cebir, zor kullanma, zora koşma, zora başvurma kabul edilemez

Bir atasözümüzde ifade edildiği üzere, “gönülsüz yenen aş, ya karın ağrıtır ya da baş”. Bir fikri veya ideolojiyi insanlara zorla kabul ettirme çabası büyük bir hata olur. Yarardan daha çok zarar getirir. Kişinin isteği ve iradesi altında olmayan işlerde beklenen neticeyi alamazsınız. Olumlu ve iyi bir sonuç elde edemezsiniz. Özelde mutsuzluğa, genelde toplumsal huzursuzluğa yol açarsınız.

KÂFİRÛN Sûresi 6’ncı ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “(De ki,) ‘Sizin dininiz size, Benim dinim Banadır’.”

Müfessirler bu ayette, iki din arasında bir uyumun söz konusu olamayacağı, bir anlaşmanın, aynı çizgide buluşmanın düşünülemeyeceğine işaret etmektedirler. Zira iki dini uzlaştırmak, hak ile bâtılın yan yana gelebileceğini düşünmek, doğru ile eğriyi, güzel ile çirkini, iyi ile kötüyü bir araya getirmek anlamına gelir ki bu mümkün değildir.

Din; bilgi, inanç ve amelden oluşan bir bütündür.

Din, akıl sahiplerini kendi hür iradeleri ile en iyiye, en doğruya ve en güzele ulaştıran, Allah’ın kanun ve kuralları ile teçhiz edilmiş İlâhî bir kurumdur.  Din, aklı olanlara hitap eder. Aklı olmayanlar din ve dinin hükümleri ile yükümlü değildirler. Din ile ilgili hükümler Allah tarafından konulmuştur. Din, insanlara bir yönüyle yaratılış gayesini, varoluş hikmetini bildirirken, diğer yanıyla da Yaratıcıya karşı ne şekilde ibadette bulunulacağını öğretir. Din, inanç sahiplerini iyi, faydalı ve güzel şeyleri yapmaya sevk ederken zararlı ve çirkin işlerden de alıkoyar. İnsanlar dini peygamberler vasıtasıyla öğrenirler. Allah gönderdiği peygamberlere bu hükümleri Cebrail (as) melek başta olmak üzere meleklerin getirdiği vahiy yoluyla bildirmiş, peygamberler de aldıkları dinî hükümleri insanlara duyurmuşlardır.

Peygamberlerin görevleri, Allah’ın kendilerine bildirdiği emir ve yasakları insanlara duyurmaktan ve tebliğ etmekten ibarettir.

***

Bilgi, doğruluğu yeterli delillerle ispatlanmış soyut ve somut şeylerin düşünceye, akla, mantığa ve gerçeğe uygun olmasıdır. Bilgi, Allah (Yaratıcı) ile kulu (inanan) arasında bir inanç bağı olması bakımından özneldir. Dinî bilgiler mutlaktır ve asla değişmezler. Kulların (inananların) ne yapmaları ile ne yapmamalarını gösteren bilgiler içerirler.

Kelime-i Şahadet veya Kelime-i Tevhid, İslâm inancında Allah’tan başka ilâh olmadığının, Hazreti Muhammed’in O’nun kulu ve elçisi olduğunun açık beyanıdır. İslâm’ın ilk şartı olan Kelime-i Şahadet’i her kim getirir, Allah’ın (C.C.) birliğini ve Hazreti Muhammed’in (sav) peygamberliğini şüpheye yer bırakmayacak şekilde kabul ederse, o kişi Müslüman olmuş olur.

İman, kişinin bir şeye aşırı derecede güvenmesi, o şeye samimiyetle sahip çıkması, tereddütsüz inanması, hislerini, duygularını, düşüncelerini daha rahat açığa vurması ve paylaşmasıdır. Her insanın yaratılışında iman etme kabiliyeti vardır. İman aynı zamanda, sahibine iç huzur vermesi, kendisine bildirilenlerin (bilgilerin) doğru olduğuna kanaat getirmesi, bir hayat tarzına gönülden bağlanması ve inanmasıdır. Dinî literatürde ise iman, Kur’ân’da sadece bir olan Allah’a ve O’nun peygamberleri vasıtasıyla verdiği mesajlarına, emir ve yasaklarına kayıtsız ve şartsız inanmak, güvenmek ve bağlanmak, dil ile söylenenleri kalp ile de tasdik etmektir.

Amel, Allah’ın emir, tavsiye ve yasaklarına konu olan, sonunda ceza ve mükâfat bulunan, kulun dünya hayatı boyunca iradesine dayalı yaptığı iş, tutum, davranış ve eylemlerinin tamamı, işlediği günahlar ve sevapların yekûnudur.

İnanç bir düşünceye, bir sisteme, bir ideoloji veya dine çok sağlam bir biçimde, içten, gönülden, zihinden, herhangi bir sebebe bağlı olmaksızın inanmak, doğru bulmak durumudur ki bu, ferdî bir adanmışlık hâlidir. 

İman ve inanç, insanların ancak hür ve serbest bir irade ile karar vermelerine dayanır ki dinî amelin özü de ihlâstır. İhlâs ise yapılanların ve yapılacak olanların Allah rızası için gerçekleştirilmesi ve çaba gösterilmesidir.

Yerin ve göklerin sahibi Yüce Rabbimiz, Bakara Sûresi’nin 256’ncı ayetinde şöyle buyuruyor: “Dinde zorlama yoktur. Çünkü doğruluk, sapıklıktan ayırt edilmiştir. Artık her kim tâğutu inkâr edip Allah’a inanırsa sağlam bir kulpa yapışmıştır ki o hiçbir zaman kopmaz. Allah, her şeyi işitir ve bilir.”

Evet, dinde zorlama olmadığı gibi, Peygamber Efendimizin sünnetinde de herhangi bir zorlama, bir emare, bir işaret ve bir ipucu yoktur. Dini kişinin kendi tercihi ile dilemesi ve kabul etmesi gerekir. Zorlama ve baskı türü güç kullanmak, İslâm’ın başvurduğu bir yöntem değildir. Müslüman bir kişiye, Müslümana mahsus ibadetleri ihmâl ve ihlâl etmesi durumunda irşat (doğru yolu göstermek), nasihat (Allah’ın emirlerini yerine getirmesi ve haram kıldıklarından kaçınması için söylenen söz) ve hatırlatıcı (birinin unuttuğu bir şeyi aklına getirmek, anımsatmak, uyarmak) olmak dışında yapılacak bir şey yoktur.

Bir inancı, bir dini, bir siyâsî sistemi, bir dogmayı veya bir ideolojiyi kabul veya reddetmede asla zorlama olamaz. Eğer insanların zorbalıkla, tehdit edilerek, şantaj yapılarak veya mobbing uygulayarak bir inancı veya bir düşünce sistemini kabul etmesi için üzerlerine baskı yapılıyorsa, bu meşru, muteber ve doğru bir yol ve yöntem olarak kabul edilemez.

Soruyorum: Zora dayalı bir ibadet ve davranışta bulunan, üzerine baskı uygulanan kişinin dinî amelinden veya aidiyetinden söz edebilir misiniz?

Soruyorum: Cemaat, cemiyet, vakıf, dernek gibi sosyal veya meslekî bir grup veya ülkenin biriken sorunlarını çözmek, yönetiminde söz sahibi olmak üzere ortak bir düşünce ve amaç çevresinde toplanan kimselerin anayasaya ve yasalara uygun olarak kurdukları partiler kanalıyla yahut da devlet zoruyla, ceza öngörülerek, korkutularak, sindirilerek bir kişinin bir şeyin varlığına ve doğruluğuna zorla inanmasının sağlanabileceğini düşünülebilir, vatana, devlete, millete aidiyetinden söz edebilir, bunlardan emin olabilir misiniz?

Soruyorum: İnsanların kalbinden geçenleri başkalarının bilmesi ve/veya zihinlerinde olup bitenlerin okunması mümkün olmadığına göre, zora maruz kalan kişinin “İnandım” demesini, bunun iç dünyasındaki durumuna uygun olup olmadığını nasıl kontrol edecek, ne ile ölçeklendireceksiniz?

İman etmek, ibadetleri tam ve eksiksiz yapmak, iyi, güzel ve faydalı ameller işlemek ve bunları hür bir irade ile yapmak, dinin en önemli unsurlarıdır. Cebir kullanılarak, bir kişi zorla Müslüman, mümin ve dindar yapılamaz. Bir kimse zorla bir şeye inandırılamaz; zor altında inandığını söyleyenin içtenliğine, samimiyetine ve dürüstlüğüne güvenilemez. İnsanların yapmak istediklerini, niyet ettiklerini zorlamasız, hoşgörü ve rızaları ile yaptıkları zaman bir anlamı ve karşılığı olur.  

Zor kullanarak bir kişiyi asla iman sahibi yapamazsınız. Çünkü zorlama ile gösterilen iman, gerçek iman değildir.

Zor kullanarak bir kişiye asla namaz kıldıramazsınız. Çünkü zorlama ile kılınan namaz, gerçek namaz değildir.

Zor kullanarak bir kişiye asla oruç tutturamazsınız. Çünkü zorlama ile tutulan oruç, gerçek oruç değildir.

Zor kullanarak bir kişiye asla umre ziyareti veya hac ibadeti yaptıramazsınız. Çünkü zorlama ile yapılan umre ziyareti ve hac ibadeti, gerçek ibadet değildir.

Zor kullanarak bir kişiye Kelime-i Şahadet getirtip Müslüman yapamazsınız. Çünkü İslâm’ın ilk şartı Kelime-i Şahadet (Eşhedü en lâ ilâhe illâ-Allah ve eşhedü enne Muhammeden Abdu-Hû ve Resûlu-Hû) getirmektir. Kelime-i Şahadet getiren kişi Müslüman olmuş olur. İslâm’da Kelime-i Şahadet, Allah-u Teâlâ’dan başka ilâh olmadığına ve Hazreti Peygamber (sav) Efendimizin Allah-u Teâlâ’nın kulu ve Resûlü olduğuna şahitlik etmek, bunu kalp ile tasdik, dil ile ikrar (söylemek) ve bunun gereği üzere amel etmektir.

**

Yalnızca bireysel bazda değil, kurumsal anlamda da belirlenen temel değerler ve bu temel değerlere göre geliştirilen politikalar için de aynı şeyleri söylemek mümkündür.

Bir atasözümüzde ifade edildiği üzere, “gönülsüz yenen aş, ya karın ağrıtır ya da baş”. Bir fikri veya ideolojiyi insanlara zorla kabul ettirme çabası büyük bir hata olur. Yarardan daha çok zarar getirir. Kişinin isteği ve iradesi altında olmayan işlerde beklenen neticeyi alamazsınız. Olumlu ve iyi bir sonuç elde edemezsiniz. Özelde mutsuzluğa, genelde toplumsal huzursuzluğa yol açarsınız.

Herkesin üzerinde ittifakla durması gereken şeyler, zorunlu edimler, cebrî davranışlar, gönülsüz eylem ve aktiviteler değil, isteğe bağlı fiil, tutum ve davranışlar olmalıdır.

Velhâsıl-ı kelâm, ne kadar zor ve kaba güç/yöntem kullanırsanız, insanları sadece etten ve kemikten ibaret, beyni boşaltılmış, ruhsuz ve cansız bir varlığa dönüştürürsünüz.

Demem o ki, kurum ve kuruluşların, işletmelerin kuruluş ayarlarıyla oynarsanız, ilkelerine, felsefelerine aykırı ekonomik, sosyal ve düşünsel politikalar geliştirirseniz, misyon ve vizyonlarından uzaklaştırırsanız, herkesi çöken o kurumsal çatının altında bırakırsınız. Herkesin siyaseti kendine! Herkesin düşüncesi kendine! Herkesin ideolojisi kendine! Herkesin ülküsü kendine! Herkesin inancı kendine!

Ama bir şartla: Cebir ve şiddet kullanarak, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya bu düzen yerine başka bir düzen getirmeye veya bu düzenin fiilen uygulanmasını önlemeye teşebbüs dahi etmemek, “Tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet” ülküsünden uzaklaşmamak, kan kırmızı bayrağımızı indirmeye, namaz ve İslâm için okunan ezanı susturmayı, vatanı, devleti, milleti bölmeyi aklından bile geçirmemek şartı…

**

Ne diyor harbi başkan, gerçek reis, mert insan Muhsin Yazıcıoğlu? “Vatanı sevmenin çilesini biz çektik, edebiyatını onlar yaptı.”

Sözün özü, İslâm akıl dinidir, mütefekkir insanların dinidir. Akıl eden, düşünen, sorgulayan bir kişi, adil bir insan, haklıdan yana, haksızlığa karşı durur. Hiçbir faninin önünde musalla taşındaki meyyit gibi durmaz. Gerçek bir mümin, harbi inanç eri olur.   

**

Sevdiğim iki söz:

“Eğer bir ülkenin kendi insanlarını aldatan bir medyası varsa, o ülkenin başka düşmana ihtiyacı yoktur.”

“Tarihi kazananlar yazar, yaşamayanlar tarafından baştan kurgulanır.”