Dinler, toplum inşâsı ve global kurumlar

Ne söylemeye kalksak, ne eylemeye çalışsak, gayretlerimiz hep tutsak! “Bunca bariyer arasında Müslüman ülkelerin inkişâfı nasıl mümkün olur?” sorusunun cevabı ise, yazımızın başında belirttiğimiz âyet-i kerîmede saklı! Zira fertlerin Vahy-i İlâhî ve Sünnet-i Seniyye perspektifinden inşâsı, içinde bulundukları toplumların inkişâfı olacaktır. Ki bu prensipler dairesinde birey-toplum ilişkisi kurulduğunda eylediğimiz ve söylediğimiz her bir şey, ibadet hükmüne geçecektir.

DİNLER, insanlık var olduğundan beridir, toplumların inkişâfı için tartışılmaz bir dinamik olmaya devam ediyorlar…

Dinimiz İslâm ise tüm insanlığa, ülkelerin gelişimi, ülke halklarının kavuşacağı maddî-mânevî refah seviyesi için Ra’d Sûresi’nde yer alan “Bir toplum kendi nefislerinde olanı değiştirmedikçe, Allah onlarda olanı değiştirmez” âyet-i kerimesi, muhteşem bir izah ve pratik bir formülü İlâhî bir ilke olarak sunuyor.

Fakat zihinlerin ablukaya alındığı, hakikatin yasaklarla men edildiği, şirkin ve küfrün hızla servis edildiği koca bir asır mâzimiz olunca; bizim ülkemizde, öğrenilmiş çâresizliğimizle düşmanına gıpta, katiline intisabın yaygınlaşması bazıları için normalleşmiş durumda.

Öte yandan, Mescid-i Aksâ’nın kapıları kapatılıyor, inançlı kalplere kor düşüyor. El-Nur Camii’nde sapkın bir katil, mabette Müslüman kanı akıtıyor, uykularımız kaçıyor.

Dünya merhametini kaybetmiş. İçimizde ihanet, dışımızda zulüm kol geziyor…

İşgaller, ihanetler, iç savaş projeleri, terör ve algı operasyonları arasında can yangını yutkunmalarımız var.

Çünkü biz, izah aradıkça çâresizliğimizin arttığı, çözüm bulmaya çalıştıkça yetersizlikle kıvrandığımız bir asrın inançlı zümresiyiz. Müslümanlarız! Elhamdülillah!

“Ne yapabiliriz?” sorusunun cevabı, uluslararası kurum ve kurallara çarpıyor.

İslâm dininin değişmez gücünü ve Âlemlerin Rabbi tarafından kıyamete kadar korunacağı gerçeğini deforme edemeyenler, İslâm adına plânlarla terör örgütleri oluşturuyor.

İslâm dininin tartışılmaz hikmet, nezahet, merhamet ve metanet bahşeden hakikatinden habersiz olduklarından değil gayretleri, bilâkis paylaşımcı, eşitlikçi, dünyayı ve ahireti müreffeh kılacak prensiplerle güçlü bir disiplin olduğunun farkında olmalarından…

Değiştirip dönüştürmeye güç yetiremeyeceklerinin farkındalığı ile illegal ve sinsi bir kurnazlıkla plân-proje üretmekten başka çârelerinin olmadığının bilincindeler.

“Aklederek” (!) muharref dinlerini menfaatperest bir kurum hâline getirerek dünya mazlumlarına kötülük pompalıyorlar.

Üstelik dünyaperest anlayışlarıyla birlik oluşturmadıkları takdirde, son din İslâm’ın paylaşımcı düsturlarının onların muhteris hayâllerine müsaade etmeyeceğini bildiklerinden, nifak üretmekte mâhir, dünyayı yöneten “beş büyük güç” listesine adını yazdıran ülkelerin “üst akıl”larının tümü Hıristiyan…

Biz birbirimizle uğraşırken (uğraştırılırken), uzaktan kumanda ile antlaşmalarla engellenirken, küffar inkişâf ediyor (gibi görünüyor).

Sinsice ve ustalıkla İslâm’ın öngördüğü prensipleri kendilerine devşirirken, kurumsallaşıyor.

Bizlerin gözünden kaçan pek çok detay “Ne yapmalıyız?”, “Neden yapamıyoruz?”, “Ne zaman yapacağız?”, “Nasıl yapmalıyız?” sorularımızı cevapsız bırakıyor.

Aslında pekâlâ cevabımız var, ancak bulduğumuz cevapların uygulama alanları Haçlı zihniyetince ablukaya alınmış.

Nasıl mı? İşte birkaç örnek:

Meselâ 1095’te Avrupalı Katolik Hıristiyanların ve Papa’nın talebi ve çeşitli vaatleri üzerine Müslümanların elindeki kutsal topraklar üzerinde askerî ve siyâsî kontrol kurmak için düzenledikleri Haçlı Seferleri ve adına “Haçlı rûhu” dedikleri o proje ile insanlığa 1272 yılına kadar kan kusturmuşlar.

Meselâ 3 Mart 1924’te, devletin lâikleştirilmesi yolunda siyâsî bir devrim yapılarak ülkemizde “Hilâfet mâkâmı” kaldırılmış, ancak o tarihten kısa bir süre sonra 11 Şubat 1929’da Haçlıların halifelik mâkâmı, emsâli olmayan şehir devleti Vatikan kurulmuş.

Meselâ UNESCO ile kültürleri, UNICEF ile çocukları, BM ile savaş hukukunu, NATO ile silah tasarrufunu, AB ile ekonomi ve siyaseti, AİHM ile hak/sızlıkları kontrol etme hakkına haiz olmuş.

Ne söylemeye kalksak, ne eylemeye çalışsak, gayretlerimiz hep tutsak!

“Bunca bariyer arasında Müslüman ülkelerin inkişâfı nasıl mümkün olur?” sorusunun cevabı ise, yazımızın başında belirttiğimiz âyet-i kerîmede saklı!

Zira fertlerin Vahy-i İlâhî ve Sünnet-i Seniyye perspektifinden inşâsı, içinde bulundukları toplumların inkişâfı olacaktır.

Ki bu prensipler dairesinde birey-toplum ilişkisi kurulduğunda eylediğimiz ve söylediğimiz her bir şey, ibadet hükmüne geçecektir.

Dilimize pelesenk eylediğimiz ancak tesirinin ve tecellisinin hakiki boyutunu kaybettiğimiz “Allah râzı olsun!” duâsının ancak bu formül ile muhatabı olabiliriz.

Ki O’nun rızâsını kazanmış toplumlar için felâh vardır. Gayrısı için ise helâk…