
“DİNLER Savaşı” olacak”
denilince, Peygamberimiz’in (sav) Miraç’a çıktığı, Müslümanların Kâbe’den sonra
ikinci kutsal mekânı olan Kudüs, Gazze, Filistin geldi aklıma. Sonra, “Yıllardır
Filistin’de yaşanan, Müslümanlara yapılan saldırı ve kıyımlarla alâkalı
tuttuğum anekdotlara göz atayım” dedim.
Müslümanlara
yapılan meşum olaylar o kadar çok ki, sadece 2009 yılına dair kaydettiğim kısa
bir pasajı aktarmakla iktifa edeceğim:
“13
Ocak 2009… Günlerden Salı… Bütün ajanslara düşen bir haber yine Gazze'den...
İsrail ordusunun, Gazze saldırıları sırasında uluslararası anlaşmalarla
yasaklanan fosfor bombasının yanı sıra ‘pudra bombası’ olarak adlandırılan
başka bir kimyasal bomba kullandığı görüldü.
Gazze'deki
Şifa Hastanesi’nde çalışan Norveçli doktorlar Mads Gilbert ve Erik Fosse,
Fransız Le Monde gazetesine yaptıkları açıklamada, ‘Biz Filistinli yaralı
çocuklarda fosfor ve misket bombası yanıklarının yanında başka değişik yanıklara
da rastladık. Amerikalılar tarafından denenen ‘DIME’ (yoğun ağırlaştırılmış
metal patlayıcı) adlı yeni bombadan kaynaklanan yanıklara rastladık’
ifadelerini kullandı. Söz konusu bomba yere 2 metre yükseklikte patlayınca vücudu
ortadan ikiye ayırıyor, 8 metreden bacakları koparıyor. Binlerce iğne deliği
açılmış gibi yanıklar oluşuyor. DIME adlı bomba 10 metreye kadar saçılarak büyük
bir patlama oluşturuyor; volfram, kobalt, nikel ve demir alaşımından oluşan
karbon tanecikleri meydana geliyor.”
(Burada
şunu hatırlatayım: Bu bombalar canavarlara, farelere değil, minicik Müslüman
bebelere, ağzı dualı Müslüman kadınların bedenlerine atıldı; cephede dahi
kullanılması yasak olan bombalar sivil halka uygulandı.)
İHH’nın
düzenlediği bir programda, Filistin’de olanlara müşahit olan başka bir doktorun,
yaralıların vücudunda uranyuma rastladıklarını söylediğini yazmışım. Bir diğer
doktor ise yaşanan vahşeti şöyle anlatıyor:
"Bombalar
karşısında çaresiz kaldık, yaralıların vücudunda şarapnel izi yok ama anlaşılamayan
iç kanamalar var. Bir de yanıklar vücutta hiçbir kurşun ve şarapnel olmamasına
rağmen bedendeki bütün organları çatlayarak kezzap dökülmüş gibi yanıyorlar. Yanıklar
kendi kendine bütün vücuda yayılıyor, etler yarılarak yanıyor, (mümkün değil) yaralı
kurtarılamıyor. Organlar diğer organa doğru parçalanarak yanıyor, geriye
kızarmış et yığını kalıyor."
Başka
bir Norveçli doktor, "Bu savaş, ölüm tüccarlarının laboratuvarı hâline
gelmiş" diyor.
Ey
kari! Ilımlı İslâm teraneleri ile Müslümanların birleşmesini engelleyen,
dinleri aynı gösterme çabasına düşen paralelcilerin eskiden beri, “Canım onlar da
ehl-i kitap, onlar da semavî dine inanıyorlar” dediklerini, onlara “Yahudi/Hıristiyan
kardeşlerimiz” dediklerini hatırlıyor, oynanan oyunun nasıl sinsice kurgulandığını
düşünüyorum. Paralelciler sadece ateistlere “kâfir” derler. Hâlbuki Resûlullah’ın
bisetinden sonra Son Peygamber’e ve Kur’an-ı Kerim’e inanmayan herkes bizim
inancımıza göre “kâfirdir”. Ve onların savunucularına, Kur’an-ı Kerim boyunca
kafirler hakkında nasıl uyarıldığımızı hatırlatmak isterim
Âl-i
İmran, 118. ayet: “Ey iman edenler, kendinizden aşağı olanı (kâfirleri) sırdaş
edinmeyin! Onlar size kötülük etmede kusur etmezler. Sıkıntıya düşmenizi
isterler. Onların (size) kinleri ağızlarından taşmaktadır. Göğüslerinin
gizlediği ise daha büyüktür. Size ayetleri apaçık açıkladık akıl edesiniz diye.”
Âl-i
İmran, 119. ayet: “İşte siz, onlar sizi sevmezken onları seven ve kitapların
hepsine iman edenlersiniz. Onlar size rastladıklarında, ‘İman ettik’ derler.
Yalnız kalınca da size olan kinlerinden parmaklarının uçlarını ısırırlar. De
ki, ‘Kininizle geberin’. Şüphesiz Allah, göğüslerdeki özü hakkıyla bilir.”
Âl-i
İmran, 120. ayet: “Size bir iyilik dokunsa, onları tasalandırır. Size bir
kötülük dokunsa, onlar neşelenirler. Eğer sabreder ve sakınırsanız, onların
hilesi hiçbir şeyle size zarar vermez. Şüphesiz Allah, yaptıklarını kuşatmıştır.”
Asırlardır
emperyalist güçler Müslümanlar üzerine “Özgürlük, barış getireceğiz!” diyerek
yaptıkları kıyımları meşrûlaştırma çabası içindeler. Dünya hâkimiyeti
hayâllerinde Müslümanlara ya ölümü ya da köleliği layık gören zihniyetin en korktuğu
şey, “gaza-cihat” kavramıdır. Bu yüzden Müslümanların lügatlerinden bu kavramları
söküp atmak, İslâmsız İslâm üretmek için “ılımlı İslâm” söylemlerini şuur
altlarına nasıl zerk ettiklerini görüyor, buna “Hizmet” diyerek alet olanları
esefle kınıyorum.
Ve
buradan bir kez daha “barış” kavramını sadece göz boyamak için, kılıf uydurmak
için dayatan emperyal güçlerin oyununu onlara yine Bakara Sûresi’ndeki şu
ikazla hatırlatmak isterim: “Onlara, ‘Yeryüzünde, ülkede nifak çıkararak,
kâfirlerle işbirliği yaparak, mü'minleri bölerek fesat çıkarmayın, bozgunculuk
yapmayın!’ denildiği zaman, ‘Biz düzen sağlayıcılarız, ıslah edicileriz, barış
taraftarıyız, din ve dünya işlerini, sosyal ilişkileri düzgün yaşayanlarız’
derler.” (Bakara, 11)
Müslüman
coğrafyanın durumu ortada! Parçalanan bedenler, ağlayan analar, yetim çocuklar,
küçük vücudu parçalanmış bebeler… Suriye, Irak, Arakan, Filistin ve Kudüs…
Kudüs!
Ey kutsal Kudüs! Selahaddin’in elleriyle aklanan, yıkanan duvarlarını şimdi
kimler kirletiyor? Nurlu cidarına kimler çamur sürüyor? Mahzun olma, ağlama! Dirilecek
yine bir gün Selahaddinler, Fatihler, gelecek elinde anaların yeni yetiştirdiği
taze goncalarla…
Biliyorum,
yıkanacak her cephen! Onca kan, onca zulüm, onca masum dirilecek, gül bahçesi
olacak her yüzün. Sen mahzun olma! Değil mi ki Rasûlullah’ın ayaklarını Miraç’a
taşıyan basamak oldun, sana düğün yakışır, sana bayram! Sen kutlu yolculuğa
durak olmadın mı, neden boynunu bükersin? Yakışır mı Rasûlullah’ın nazar ettiği
yere matem?
Ey
Kudüs, gölge mi düştü üstüne, güneş dahi küstü mü bizlere? Bekle, az kaldı! Az
kaldı, kışın ardı bahar! Bunca zulmün ardı, Müslümanın baharı… Kara kıştan çıktı
ümmet, şimdi dirilme zamanı! Ellerimiz duada, gözlerimizde yaş kalmadı. Gazze’de
genç, Filistin’de gonca kalmadı. Ver Allah’ım, ver artık kutlu nehârı! Ver artık
zafer nâralarını! Ver de toprağın damarlarına kanını zerk eden yiğitler
hürmetine Kudüs’ün yüzü gülsün! Varsın, varlığımız parke parke yol olsun ona
giden güzergâhta!
Bizlerde
ne Fatihler, ne Selahaddinler, ne Tarık bin Ziyadlar, ne Halit bin Velidler
biter.
Ey
küffar! Küçük nefesle orman yangını nasıl söner? Biz de ne çınarlar, ne ağaçlar
biter, kork artık! Sen kestikçe, yerine hep tazeleri biter.
Biraz
mühlet verildiyse, sanmayın Rabbim bizi size bıraktı. Bak, nasıl çıkacak bütün
bunların acısı! İkrime’yi hatırlar mısınız? Rasûlullah’tan aldığı bedduanın korkusuyla
uykularını yitirmişti. Aslana yem olup Cehennem’e gitmişti. Bekleyin şimdi siz
aslanları! Kurtaramayacak sizi ne füzeniz, ne bombanız! Medet dilenmeyi bırakın,
işe yaramayacak âlet edevatınız!
Rabbim
sabreder, sonra hak edeni helak eder. Yazık ettiniz yazık! Kendi elinizle
gazabı üzerinize çektiniz. Ne İsa, ne Musa Aleyhisselam size sahip çıkacak, ne
de yaptıklarınız yanınıza kâr kalacak! İki dünyanız da başınıza yıkılıp kapkara
zindan olacak.
Ey İsrail’in bozuk oğulları! İnsanlığın tarihine Lût gölü gibi koku saldınız. Sonu kader belirler, siz sadece zulmünüz ve günahınızla kalakaldınız…