Dinin fertler üzerindeki etkileri

Bu dünya Müslümanlar için bir cehennem, öbür dünya ise cennettir. Bâtıl dinliler için bu dünya cennet, öbür dünya ise cehennemdir. Peki, bir Müslüman zulüm gördüğünde kılı kıpırdamayanların durumu ne olacak? Dahası, onlara destek verenlerin hâli nicedir?

DİN anlayışı insanlık tarihine kadar uzanır. Varlığını hissettirmiş olan dinî inancın, toplumun birlik, beraberlik, dayanışma, kaynaşma ve bütünleşmesinde daima önemli rolleri olmuştur.

Din, toplum yaşamında olumlu ve yapıcı etkilere sahip olmakla birlikte bazen de çatışma, kargaşa ve hatta savaşlara da sebep olmuştur.

Fertler dine hiçbir zaman ilgisiz kalmamışlardır. Dine inanmayanlar bile dinle ilgilenme yoluna gitmişlerdir. Bir toplumun tümüyle inançsız olduğuna da rastlanmamıştır. Dünyanın her şehrinde ibadet yerleri görülmektedir.

Dünya insanlar için iyi bir yaşama biçimiyle anlamlı hâle gelmektedir. Bunun da ancak inançla mümkün olacağı bilinmektedir. Çünkü insanın dinle ilişkisi kendi doğasında bulunmaktadır.

Her fert dinin temel kavramları örgüsünü iyice tanımasıyla ve dinin hükümlerine göre yaşamasıyla bilgi sahibi olacaktır. Ayrıca bu örgünün mantığını yakalamasıyla dinî verileri sağlıklı bir şekilde değerlendirmesi mümkün olacaktır.

Sahih bilgiler

Fertlerin inanç alanında bilgi alışverişinde bulunurken bazı iletişim ve anlam açısından engelleri de bulunmaktadır. Dinî inanç anlamında en önemli kaymalar dinî öğretileri anlama ve pratikteki uygulamalarda olmaktadır. Bunun nedeni de kaynak kişilerin aktardığı konularda yeterli bilgiye sahip olmamalarıdır. Fertleri aldatan ve istismar edenlerin çokluğu da göz ardı edilmemelidir. Bir diğer önemli konu da, dinî bilgiler konusunda kaynakların tartışılır olması ve sahih olup olmadığıdır.

Dinî bilgilerin berraklığı konusunda yeterince ilmî toplantının yapılmadığı ve toplumun aydınlatılmadığı kanaatindeyim. Meselâ “İslâm’da resim günah mı, değil mi?” sorusu daima “Yasak!” olarak kalmış, Diyanet İşleri Başkanlığı 90’lı yıllarda veya sonlarında yayınladığı ilmihâllerde resim çizmenin günah olmadığı içtihadında bulunmuştur.

Bir konu ele alınırken her yanıyla değerlendirilmeli, bölge ve coğrafî durumlar dikkate alınmalı, hükümler de ona göre verilmelidir. Örneğin meshetmek ile ilgili olarak, abdest alırken fıkhî anlamda bir kolaylık düşünülerek karar verilmiştir. Hazreti Peygamber ve ashabı, abdest alırken ayaklarını yıkamış, ayrıca ayaklarını yıkayara,k giydikleri ayakkabılarını yeniden abdest alırken çıkarmadan, elleriyle üzerlerini silmekle yetinmiş. Bazı hadîs otoriteleri tarafından sahih kabul edilen rivayetlerde ise Hazreti Peygamber’in çorapları üzerine de meshettiği bildirilmiştir. Hanefîlerin ve Şafiîlerin kalın ve içini göstermeyen çoraplara, Hanbelîlerin ince de olsa ayakları kapatan çoraplara meshetmeyi uygun gördükleri, fakat Malikîlerin çorap üzeri meshi kabul etmedikleri bilinmektedir. Bu ve benzeri ihtilaflı konular fertler arasında tartışmalara ve farklı inanmalara sebebiyet vermektedir. Bir konuda yapılan yanlış örnek alınarak bu durum başka konulara da etki etmektedir.

İnanç konusunda kaynak kişiler kadar, kaynağı aktaranlar da kuşkusuz önemlidir. İnanma ve uygulamalarda ortaya çıkan problemler daima nasıl bir din anlayışının olması gerektiğini de tartışmalı hâle getirmektedir.

Fertlerin din karşısında tutum ve davranışları farklı derecelerde olmuştur. Ülkemizde dinî anlayış ve yaşayış en önemli faktördür.

Ülkemizde dinî anlayış her ne kadar Cumhuriyet dönemiyle birlikte farklı anlamlar taşıyor görünse de bunun izleri geçmişte de vardır. Bu anlamda Osmanlı sultanlarının hayatları, evlilikleri ve devşirmeler iyi irdelenmelidir. Erken evlilikler ve çok evlilikler günümüzde çok tartışılan bir konu olmakla birlikte, bunun örneğini padişahların hayatlarında da görüyoruz. Konumuz elbette tarih ve tarihle yüzleşmek değil, bu ülkenin nasıl olup da Doğu-Batı arasında kalıp bocalamakta olduğudur.

Ülkemizde Batılılaşma süreciyle birlikte dinin varlığı ve sosyal konumu tartışma konusu yapılmaktadır. Cumhuriyet döneminin bazı siyâsî iktidarları Türkiye’nin artık İslâm medeniyetinde kalamayacağı fikrini düşünmüşlerdir. İşte bu tür anlayışlar Türkiye’nin İslâm ve Batı kültürleri arasında bocalamasına sebep olmuştur. Bu hâldeki Türkiye ne Batı kültürüne tam anlamıyla girebilmiş, ne de İslâm kültüründe kalabilmiştir.

İslâm’ın meseleleri oldukça fazladır. Katı bir hâlden öte gitmeyen din ve vicdan hürriyeti anlayışı insanları bölmüştür. Dinî eğitimin yeterli düzeyde verilmeyişi, özellikle Cumhuriyet’in ilk yıllarında din anlayışının yer altına çekilerek ehil ve yeterli olmayan kişilerce uygunsuz mekânlarda gizlice yapılmasına neden olmuştur. Bu yasaklanma dinin kırsal alanda daha fazla yayılmasını ve kapalı bir hayat alanında yaşanmasını ortaya çıkarmıştır. 1950’li yıllardan itibaren dinî inanç anlamında kısmen de olsa sağlanan serbestlik, din hayatına şehirlerde de yönelmeyi göstermiştir.

1970’lerin sonlarına gelindiğinde, köyde yaşayan nüfusun şehirlere göç etmesiyle ülkenin dinî anlayışı çoğunlukla şehirlere de taşınmış oldu. Ancak dinî bilgilendirme sağlıklı bir anlayış/yapı oluşturamadığından, farklı bir İslâm anlayışı ortaya çıktı.

Din ve sosyoloji

Bir yandan dinî inanışın ferdî ve toplumsal sosyolojisi irdelenirken, diğer yandan din bilimleri de irdelenmektedir. Yani fert ve toplumların dinî yaşayışı ve olayların dinî boyutu, toplum sosyolojisiyle birlikte ele alınmalıdır. Toplumun oluşturduğu sosyal ve kültürel olgular da incelenmelidir. Aksi hâlde pek çok sosyolojik gerçek, tespit edilemeyecektir. Sadece dinin tabiatını anlamak yetmez, onun sosyolojisini de görüp anlamak gerekir.

Dinî inanç, düşünce ve öğretiler dinin teorik yönünü, ibadetler de pratik boyutunu ifade eder. Ritüel ve ibadet boyutu bulunmayan dinlerin yaşamaya devam etmesinin mümkün olamayacağı düşünülmüştür. Bu nedenle ibadet ve töre, bir din için en temel ve başta gelen tezahürler olarak düşünülmektedir. Dinî davranışlar ve ibadetler insanlarda ortak inanç ve tasavvurlara sahip olma duygularını yerleştirir ve insanları birbirine yaklaştırır. Ortak inanç, ortak ülkü ve inanç, insanları kaynaştırır.

Dinî inanç bireysel bir olgu olsa da toplumsal yöne de sahiptir ve göz ardı edilemez. Çünkü sosyolojik boyut, dinin pratik ve teorik yönlerinin tamamlayıcısıdır. İbadetler bir yanda Allah’a karşı bir görevi ifade ederken, diğer yanda da sosyal ilişkileri ayakta tutar.

Dinin bir çevrenin ve toplumun bir ürünü olduğunu ileri sürmekle beraber, din, topluma şekil vererek sosyal yapıyı oluşturur. Fakat burada en önemli husus ise karşılıklı etkileşimdir. Dinin toplum üzerindeki en önemli etkisi, şüphesiz ahkâm ve kurallarıdır. Toplum hayatında örf ve âdetlerin de din ile yakın münasebeti vardır ve dine göre de şekillenmektedirler. Fertlerin inanç ve tutumları din ile çok yakın bir ilişki içindedir. Dinî inanç ve yaşayış, toplumda istikrar ve devamı sağlar. Güven ortamı oluşturur. Yaşam kalitesi de mutluluğa bağlıdır. İnsanların mutluluk ve huzurunu temin etme çabası, dinî inancın hedefidir.

Müslüman toplumlar bu mutluluğu aramakla birlikte, dünyada huzur yüzü görememektedir. Burada iki soru karşımıza çıkmaktadır: Çağımızda Batı, İslâm dünyasına göre neden fazla savaş yüzü görmez? Müslümanlar neden zulümlere ve sürgünlere maruz kalır?

Bu sorularının cevabını belki de şu görüşe bağlamak mümkündür: Bu dünya Müslümanlar için bir cehennem, öbür dünya ise cennettir. Bâtıl dinliler için bu dünya cennet, öbür dünya ise cehennemdir. Peki, bir Müslüman zulüm gördüğünde kılı kıpırdamayanların durumu ne olacak? Dahası, onlara destek verenlerin hâli nicedir?

Fert, yaşadıklarından mesuldür. Doğru ve yanlış yaptıklarının hesabını verecektir. Bunların bir kısmı yaşarken başına gelmektedir. Ancak Batı toplumlarının ekonomik ve siyâsî üstünlükleri karşısında yerinde saymanın hiçbir mazereti olamaz!

Güçlü olmak için önce kişilikli, çalışkan, dürüst, üretimci ve katılımcı olmak mecburiyeti vardır. Yanlış bilgilerden arınmalı, İslâm’ı tam ve doğru anlayarak hayata hâkim kılmalıdır.