DİN anlayışı insanlık
tarihine kadar uzanır. Varlığını hissettirmiş olan dinî inancın, toplumun
birlik, beraberlik, dayanışma, kaynaşma ve bütünleşmesinde daima önemli rolleri
olmuştur.
Din,
toplum yaşamında olumlu ve yapıcı etkilere sahip olmakla birlikte bazen de
çatışma, kargaşa ve hatta savaşlara da sebep olmuştur.
Fertler
dine hiçbir zaman ilgisiz kalmamışlardır. Dine inanmayanlar bile dinle
ilgilenme yoluna gitmişlerdir. Bir toplumun tümüyle inançsız olduğuna da
rastlanmamıştır. Dünyanın her şehrinde ibadet yerleri görülmektedir.
Dünya
insanlar için iyi bir yaşama biçimiyle anlamlı hâle gelmektedir. Bunun da ancak
inançla mümkün olacağı bilinmektedir. Çünkü insanın dinle ilişkisi kendi
doğasında bulunmaktadır.
Her
fert dinin temel kavramları örgüsünü iyice tanımasıyla ve dinin hükümlerine
göre yaşamasıyla bilgi sahibi olacaktır. Ayrıca bu örgünün mantığını
yakalamasıyla dinî verileri sağlıklı bir şekilde değerlendirmesi mümkün olacaktır.
Sahih
bilgiler
Fertlerin
inanç alanında bilgi alışverişinde bulunurken bazı iletişim ve anlam açısından
engelleri de bulunmaktadır. Dinî inanç anlamında en önemli kaymalar dinî
öğretileri anlama ve pratikteki uygulamalarda olmaktadır. Bunun nedeni de
kaynak kişilerin aktardığı konularda yeterli bilgiye sahip olmamalarıdır. Fertleri
aldatan ve istismar edenlerin çokluğu da göz ardı edilmemelidir. Bir diğer
önemli konu da, dinî bilgiler konusunda kaynakların tartışılır olması ve sahih
olup olmadığıdır.
Dinî
bilgilerin berraklığı konusunda yeterince ilmî toplantının yapılmadığı ve
toplumun aydınlatılmadığı kanaatindeyim. Meselâ “İslâm’da resim günah mı, değil
mi?” sorusu daima “Yasak!” olarak kalmış, Diyanet İşleri Başkanlığı 90’lı
yıllarda veya sonlarında yayınladığı ilmihâllerde resim çizmenin günah olmadığı
içtihadında bulunmuştur.
Bir
konu ele alınırken her yanıyla değerlendirilmeli, bölge ve coğrafî durumlar
dikkate alınmalı, hükümler de ona göre verilmelidir. Örneğin meshetmek ile
ilgili olarak, abdest alırken fıkhî anlamda bir kolaylık düşünülerek karar
verilmiştir. Hazreti
Peygamber ve ashabı, abdest alırken ayaklarını yıkamış, ayrıca ayaklarını
yıkayara,k giydikleri ayakkabılarını yeniden abdest alırken çıkarmadan,
elleriyle üzerlerini silmekle yetinmiş. Bazı hadîs otoriteleri tarafından sahih kabul edilen
rivayetlerde ise Hazreti Peygamber’in çorapları üzerine de meshettiği
bildirilmiştir. Hanefîlerin ve Şafiîlerin kalın ve içini göstermeyen
çoraplara, Hanbelîlerin ince de olsa ayakları kapatan çoraplara meshetmeyi
uygun gördükleri, fakat Malikîlerin çorap üzeri meshi kabul etmedikleri
bilinmektedir. Bu ve benzeri ihtilaflı konular fertler arasında tartışmalara ve
farklı inanmalara sebebiyet vermektedir. Bir konuda yapılan yanlış örnek alınarak
bu durum başka konulara da etki etmektedir.
İnanç
konusunda kaynak kişiler kadar, kaynağı aktaranlar da kuşkusuz önemlidir.
İnanma ve uygulamalarda ortaya çıkan problemler daima nasıl bir din anlayışının
olması gerektiğini de tartışmalı hâle getirmektedir.
Fertlerin
din karşısında tutum ve davranışları farklı derecelerde olmuştur. Ülkemizde dinî
anlayış ve yaşayış en önemli faktördür.
Ülkemizde
dinî anlayış her ne kadar Cumhuriyet dönemiyle birlikte farklı anlamlar taşıyor
görünse de bunun izleri geçmişte de vardır. Bu anlamda Osmanlı sultanlarının
hayatları, evlilikleri ve devşirmeler iyi irdelenmelidir. Erken evlilikler ve
çok evlilikler günümüzde çok tartışılan bir konu olmakla birlikte, bunun
örneğini padişahların hayatlarında da görüyoruz. Konumuz elbette tarih ve
tarihle yüzleşmek değil, bu ülkenin nasıl olup da Doğu-Batı arasında kalıp
bocalamakta olduğudur.
Ülkemizde
Batılılaşma süreciyle birlikte dinin varlığı ve sosyal konumu tartışma konusu yapılmaktadır.
Cumhuriyet döneminin bazı siyâsî iktidarları Türkiye’nin artık İslâm
medeniyetinde kalamayacağı fikrini düşünmüşlerdir. İşte bu tür anlayışlar
Türkiye’nin İslâm ve Batı kültürleri arasında bocalamasına sebep olmuştur. Bu hâldeki
Türkiye ne Batı kültürüne tam anlamıyla girebilmiş, ne de İslâm kültüründe
kalabilmiştir.
İslâm’ın
meseleleri oldukça fazladır. Katı bir hâlden öte gitmeyen din ve vicdan
hürriyeti anlayışı insanları bölmüştür. Dinî eğitimin yeterli düzeyde
verilmeyişi, özellikle Cumhuriyet’in ilk yıllarında din anlayışının yer altına
çekilerek ehil ve yeterli olmayan kişilerce uygunsuz mekânlarda gizlice
yapılmasına neden olmuştur. Bu yasaklanma dinin kırsal alanda daha fazla
yayılmasını ve kapalı bir hayat alanında yaşanmasını ortaya çıkarmıştır.
1950’li yıllardan itibaren dinî inanç anlamında kısmen de olsa sağlanan
serbestlik, din hayatına şehirlerde de yönelmeyi göstermiştir.
1970’lerin
sonlarına gelindiğinde, köyde yaşayan nüfusun şehirlere göç etmesiyle ülkenin
dinî anlayışı çoğunlukla şehirlere de taşınmış oldu. Ancak dinî bilgilendirme
sağlıklı bir anlayış/yapı oluşturamadığından, farklı bir İslâm anlayışı ortaya
çıktı.
Din
ve sosyoloji
Bir
yandan dinî inanışın ferdî ve toplumsal sosyolojisi irdelenirken, diğer yandan
din bilimleri de irdelenmektedir. Yani fert ve toplumların dinî yaşayışı ve
olayların dinî boyutu, toplum sosyolojisiyle birlikte ele alınmalıdır. Toplumun
oluşturduğu sosyal ve kültürel olgular da incelenmelidir. Aksi hâlde pek çok
sosyolojik gerçek, tespit edilemeyecektir. Sadece dinin tabiatını anlamak
yetmez, onun sosyolojisini de görüp anlamak gerekir.
Dinî
inanç, düşünce ve öğretiler dinin teorik yönünü, ibadetler de pratik boyutunu
ifade eder. Ritüel ve ibadet boyutu bulunmayan dinlerin yaşamaya devam
etmesinin mümkün olamayacağı düşünülmüştür. Bu nedenle ibadet ve töre, bir din
için en temel ve başta gelen tezahürler olarak düşünülmektedir. Dinî
davranışlar ve ibadetler insanlarda ortak inanç ve tasavvurlara sahip olma
duygularını yerleştirir ve insanları birbirine yaklaştırır. Ortak inanç, ortak
ülkü ve inanç, insanları kaynaştırır.
Dinî
inanç bireysel bir olgu olsa da toplumsal yöne de sahiptir ve göz ardı edilemez.
Çünkü sosyolojik boyut, dinin pratik ve teorik yönlerinin tamamlayıcısıdır. İbadetler
bir yanda Allah’a karşı bir görevi ifade ederken, diğer yanda da sosyal
ilişkileri ayakta tutar.
Dinin
bir çevrenin ve toplumun bir ürünü olduğunu ileri sürmekle beraber, din, topluma
şekil vererek sosyal yapıyı oluşturur. Fakat burada en önemli husus ise
karşılıklı etkileşimdir. Dinin toplum üzerindeki en önemli etkisi, şüphesiz
ahkâm ve kurallarıdır. Toplum hayatında örf ve âdetlerin de din ile yakın
münasebeti vardır ve dine göre de şekillenmektedirler. Fertlerin inanç ve
tutumları din ile çok yakın bir ilişki içindedir. Dinî inanç ve yaşayış,
toplumda istikrar ve devamı sağlar. Güven ortamı oluşturur. Yaşam kalitesi de
mutluluğa bağlıdır. İnsanların mutluluk ve huzurunu temin etme çabası, dinî
inancın hedefidir.
Müslüman
toplumlar bu mutluluğu aramakla birlikte, dünyada huzur yüzü görememektedir.
Burada iki soru karşımıza çıkmaktadır: Çağımızda Batı, İslâm dünyasına göre
neden fazla savaş yüzü görmez? Müslümanlar neden zulümlere ve sürgünlere maruz
kalır?
Bu
sorularının cevabını belki de şu görüşe bağlamak mümkündür: Bu dünya
Müslümanlar için bir cehennem, öbür dünya ise cennettir. Bâtıl dinliler için bu
dünya cennet, öbür dünya ise cehennemdir. Peki, bir Müslüman zulüm gördüğünde
kılı kıpırdamayanların durumu ne olacak? Dahası, onlara destek verenlerin hâli
nicedir?
Fert,
yaşadıklarından mesuldür. Doğru ve yanlış yaptıklarının hesabını verecektir.
Bunların bir kısmı yaşarken başına gelmektedir. Ancak Batı toplumlarının
ekonomik ve siyâsî üstünlükleri karşısında yerinde saymanın hiçbir mazereti olamaz!
Güçlü
olmak için önce kişilikli, çalışkan, dürüst, üretimci ve katılımcı olmak
mecburiyeti vardır. Yanlış bilgilerden arınmalı, İslâm’ı tam ve doğru anlayarak
hayata hâkim kılmalıdır.