Dinimizde kul hakkının ehemmiyeti

Resûlullah (sav) buyuruyor: “Şu dört şey, Müslümanların, senin üzerindeki haklarıdır: İyi yolda olanlarını desteklemen, günahları için af dilemen, doğru yola sırt çevirenleri Hakk’a çağırman ve tövbe edenleri sevmen.”

KUL hakkı, dinimiz açısından oldukça önemli bir konudur. Maddî ve manevî olarak insanlara yapılan her türlü haksızlık ve kötülük bu konunun içeriğini oluşturur. Bir kulun maddî veya manevî hukukuna saygı göstermemek, Allah katında da mühim bir mesele olarak görülür.

Bir kulun hakkını çiğneyenleri ancak o kul affedebilir. Kul, bu konuda kendi hakkını almadıkça yahut hakkından vazgeçmedikçe, Allah da o suçu affetmemektedir. Yani bir insan hatâ ve günahlarından dolayı gönülden tövbe edip Allah’tan bağışlanma dileyebilir, ama kul hakkı mevzu olduğunda, haksızlığa uğrayan kişiden bizzat helâllik alması gerekir. Eğer bu kişi vefat etmişse yakınlarıyla helâlleşmeli ve o kişiye duâda bulunulmalıdır.

Bu konuyla ilgili iki kıssaya yer vereceğiz. Öncelikle Hazreti Ömer’in kul hakkıyla ilgili şu durumuna bir göz atalım:

Hazreti Ömer Halîfe iken, bir gece mâkâmına ashabdan biri gelir ve selâm verip yanına oturur. Fakat verdiği selâm alınmaz. Hazreti Ömer işiyle meşgûldür ve sahabe bekler. Sahabenin yüzüne bakmayan Hazreti Ömer, işini bitirip mumu söndürür. Bir başka mumu yakar ve o an sahabenin selâmını alır, konuşmaya başlar. Sahabe sorar: “Ya Ömer, niçin hemen selâmımı almadın ve bir mumu söndürüp diğer mumu yaktıktan sonra konuşmaya başladın?”

Hazreti Ömer cevap verir: “Evvelki mum, devletin hazinesinden alınmıştı. O yanarken özel işlerimle meşgûl olsaydım, Allah indinde mesul olurdum. Seninle devlet işi konuşmayacağımız için, kendi cebimden almış olduğum mumu yaktım, ondan sonra seninle konuşmaya başladım.”

Bu ders verici sözler karşısında Sahabenin gözleri yaşarır ve ellerini kaldırarak şöyle duâ eder: “Ya Rabbi, Ömer’i başımızdan eksik eyleme!”

Kul hakkına riayet etmek, ecdâdımızın da önemle üzerinde durduğu bir konu olmuştur. Çanakkale’de, mermilerin havada çarpıştığı, ölümün o buhranlı günleri kapladığı günler de bile, ecdâdımız arkasında bir hak bırakmadan Allah’ın huzuruna varmayı dilemiştir. Yani Hakk’ın rızâsı kadar kulun rızâsına da ehemmiyet vermişlerdir. Şu ibretli kıssada bile buna şahit oluyoruz:

Yer Çanakkale... Kocadere köyünde bir sargı yeri kuruludur. Çanakkale Cephesi’nin üç kıtanın birçok toprağından gelmiş askerlerimizden yaralı olanları bir kısmı da buradadır ve onlardan biri de Çanakkale Lapsekili Halil’dir. Yarası çok ağırdır. Zor nefes alıp vermektedir. Bu hâl sebebiyle alçalıp yükselen göğsünü, biraz daha tutabilmek için komutanının elbisesine yapıştırmıştır. Nefes alıp vermesi oldukça zorlaşınca, “Ölme ihtimâlim fazladır Kumandanım. Bir pusula yazdım, Allah rızası için bunu arkadaşıma ulaştırın” der ve son bir derin nefesle ekler: “Köylüm, Lapsekili İbrahim Onbaşı’dan 1 mecit borç aldıydım. Kendisini göremedim, belki ölürüm, söyleyin, hakkını helâl etsin!”

Kumandan “Sen merak etme evlâdım” dese de, Halil şehit olmadan evvel son kez, “Arkadaşıma söyleyin, hakkını helâl etsin!” diyerek gözlerini yumar.

Aradan fazla zaman geçmez, sargı alanına yeni yaralılar gelir. Çoğu şehadete yürür. Şehitlerin üzerinden çıkan eşyalar ve künyeler kumandana ulaştırılır. İşte onlardan biri, kumandanın gözyaşlarına sebeptir: “Ben, Lapseki Beybaş köyünden arkadaşım Halil’e 1 mecit borç verdiydim. Kendisi beni göremedi. Biraz sonra taarruza kalkacağız. Belki ben dönemem. Arkadaşıma söyleyin, hakkımı helâl ettim.”

Kul hakkı, üzerinde işte böyle ince düşünülmesi gerekilen bir meseledir. İmam-ı Gazâlî, “Kalplerin Keşfi” adlı eserinde konuyla ilgili olarak hadîs-i şerîf çizgisinde şu notları aktarmıştır: “Başlıca kul hakları şunlardır: Müslüman kardeşinle karşılaşınca ona selâm vermen, seni davet edince davetine icâbet etmen, hastalanınca ziyaretine varman, ölünce cenazesinde bulunman, senin üzerine yemin ettiği zaman onu haklı çıkarman, senden nasihat isteyince ona nasihat vermen…”

Resûlullah (sav) buyuruyor: “Şu dört şey, Müslümanların, senin üzerindeki haklarıdır: İyi yolda olanlarını desteklemen, günahları için af dilemen, doğru yola sırt çevirenleri Hakk’a çağırman ve tövbe edenleri sevmen.”

Yine bazı hadîs-i şerîfler ile yazımızı bitirelim:

“Din kardeşine rahatsız edici nazarla bakmak, Müslümana helâl değildir.”

“Bir Müslümanın diğer bir Müslüman kardeşi ile üç günden fazla küs kalması ve karşılaşınca berikinin bu tarafa, ötekinin öbür tarafa dönmesi caiz değildir. Bu iki kişinin daha hayırlısı, ilk önce selâm verenidir.”

“Ayağı kayan bir Müslümanı tutup kaldıranı, Allah da kıyamet günü kaldırır.”