Dinime küfreden Müslüman olsa!

Açın bakın “mafya babası” sayfalarını; mesajların altlarında bir tek argo cevap bulamazsınız. Zira o dünyada cezalar ağır olur. “Ya bulunursam?” korkusu dizginler klavye delikanlılarını. İşte bu yakalanma ve ceza alma korkusunun sosyal medya kullanıcılarında daha fazla hissedilmesini sağlamak lâzım.

SOYSUZUN biri, sosyal medya hesabından, cezaevindeki Selahattin Demirtaş’ın eşine ahlâk dışı ifadelerle saldırmış. Bunun üzerine tüm terörist seviciler o soysuzun üzerinden AK Parti’ye vurmaya başladı. Zannedersiniz ki, kendi taraftarları daha önce hiç böyle çirkinleşmemiş, kendileri ülkenin Cumhurbaşkanı’na hiç küfretmemiş, geçmişleri o kadar temiz ki ahlâk bekçisi kesilmeleri haklarıymış…

Bir defa şunu çok net olarak ortaya koyalım: Küfür tek millettir ve hiçbir şekil ve şartta ahlâksızlığın savunuculuğu olamaz!

Yani bu yazıda Başak Demirtaş’a yapılan çirkinliği savunan cümleler bulamayacaksınız.

Evet, Başak Demirtaş, eşinin kimliğinden dolayı bizim sıcak bakamayacağımız biri. Evlâdı olsa, ebeveynini seçme şansı olmayacağından dolayı farklı düşünebilirdik ama eş olmak kendi tercihleri ve bir teröristi tercih eden, benim için o terörist gibidir. Dolayısıyla onu da savunmaktan hicap duyarım. O yüzden, son örnek olması hasebiyle konuya onunla girdim ama genel durumun üzerinden yorumlamaya devam edeceğim…

Adı, sanı, mesleği, kariyeri, ailesi, konumu, siyâsî fikri ne olursa olsun, hiç kimsenin hiç kimseye küfür etme, taciz etme, ahlâksız yakıştırmalar yapma, hayâl gücünü zorlayan îmâlarda bulunma lüksü olamaz.

Konuyu bu genellemeyle kabul edince hiç sorun kalmayacak aslında. Ancak, rakibime yapılan hakarete alkış tutar, haydi en hafifinden duymazdan gelir de benim tarafımda olan birine benzer terbiyesizlik yapıldığında çıngar çıkarırsam, bunun adı “ikiyüzlülük” olur.

Başak Demirtaş olayı da siyasetin bu konudaki duyarlılığını test etmek açısından önemli bir fırsat oldu hepimiz için. Zamanında, Ensar Vakfı ile ilgili taciz iddialarını, sanki AK Parti ve seçmeni destekliyormuş, hattâ AK Partililerin hepsi tacizciymiş gibi bir siyâsî malzeme yapan muhalefet, bu olayda da iktidara saldırmakta gecikmedi. Sonradan görüldü ki, o hesabın sahibi, her siyâsî fikirden kişiye küfürler etmiş, belli ki bundan haz almış, psikolojik yardıma muhtaç bir zavallı. Ya muhalefetin psikolojisi?

Argo ve küfürden ağzı kokan bir kadını İstanbul İl Başkanlığı, “gençlik hatâsı” diye savundukları “kızcağızı” İzmir Gençlik Kolları Sekreterliği ve ilçe meclis üyeliği ile ödüllendirenler bunlar değiller mi?

Sizin organize ettiğiniz, pislik kokan kadın yürüyüşlerinde açılan pankart ve dövizleri tutan kaç üyenizin Başak Demirtaş’a yazılandan yüzü kızarır ki? Şimdi kalkıp ne yüzle kadın namusundan dem vuruyorsunuz?

Türkiye’de bu konuda konuşacakları sıraya soksak, size sıra gelmez!

Hâlbuki iktidar kanadı hiç gecikmeden tavrını koymuş, Adalet Bakanı düzeyinde açıklamasını yapmış, Başak Hanım’a bir insan olarak destek vermişti. Garip olan, belki de görüntülenmesi birkaç yüzü geçmeyecek bir mesajın CHP ve HDP tabanı tarafından öyle bir yayılması ki, mesajın yayınlandığı hesabın askıya alınmış olması bile hiçbir işe yaramadı ve yayılım sürdü. Sonuçta bir kadın, küçük beyinli bir terbiyesizin küçük bir hesabından attığı düşük menzilli bir silahla vurulmaya çalışıldı.

O kadını koruduğunu iddia edenler ise, o mermiyi alıp menziline ulaştırmak adına ellerinden gelen gayreti sarf ettiler.

Kadın haklarını, bir kadının namusunu koruma gayretinde olanların yapması gereken bu muydu peki? Olayın faili sıradan biri olduğuna göre, konu bu kadar dallanıp budaklanmadan, mağdurun psikolojisini bozacak kadar çok paylaşılmadan yani milyonlarca kişinin haberi olmadan çözülemez miydi bu?

Olurdu elbette! Bir şikâyete bakar sonuçta… O mesajı yazan, şimdi olduğu gibi o zaman da bulunur, tutuklanır, cezasını çekmesi için her adım atılırdı. Ama yok, olayı siyasileştirmek adına acıyı büyütmeyi seçtiler! Zira son yerel seçim örneğinde izlediğimiz üzere, “mağdur” edebiyatı yapmak, muhalefetin saflarının sıklaşmasına yardımcı oluyor. Yani “kadın hakları-insan hakları” gibi dâvâların savunuculuğuna soyunanlar, aslında mağduriyeti büyüterek oy devşirmekten başka bir gâyenin peşinde değiller.

Korkunun verdiği fren ayarı

Diğer tarafta da durum farklı değil aslında. Erdoğan’ın rahmetli annesini hedef alan sosyal medya mesajlarını raflardan çıkaran, eşine söylenenleri çarşaf çarşaf önümüze koyan, kendisine edilen galiz küfürleri hiç sansürsüz yayınlayan bizim mahalledekiler, doğru yaptıklarını mı düşünüyorlar acaba?

Asla!

O mesajlarla her karşılaştığımda benim bile sinirlerim altüst olduğuna göre, muhatapları ne hissediyordur, düşünün bir kere!

Medeniyet, merhum Âkif’in dediği gibi öyle bir “tek dişi kalmış canavar” hâlini aldı ki ona sahip olduğunu düşünenler, insanlığın gerektirdiklerini unuttular. Muhatabı ile yüz yüze iken kaşını gözünü oynatamayacak kadar âciz olanlar, klavyenin başında kendilerini dünyanın en güçlü adamı zannediyorlar. Aslında bu, büyüklenmekten ya da güçlü hissetmekten ziyâde, kanunî karşılığından korkmamalarından kaynaklanıyor biraz da.

Açın bakın “mafya babası” sayfalarını; mesajların altlarında bir tek argo cevap bulamazsınız. Zira o dünyada cezalar ağır olur. “Ya bulunursam?” korkusu dizginler klavye delikanlılarını.

İşte bu yakalanma ve ceza alma korkusunun sosyal medya kullanıcılarında daha fazla hissedilmesini sağlamak lâzım. Bunun adı, birilerinin iddia edeceği gibi despotluk falan olmaz. Mağdurun hakkını, gasp edenden sormaktır bu. Ve devlet olmanın da gereğidir aslında!

Biz sadece tanınmış kişilerin, siyasetçilerin, kadınların, çocukların mağdur olduğu konuları ön plâna çıkarıyor, bazen bir bardak suda fırtına koparmaktan çekinmiyoruz. Hâlbuki sosyal medyada bu tür utanmazlıklardan mustarip o kadar çok vatandaş var ki…

Devletin görevi, Başak Demirtaş’ın hakkını nasıl aradıysa, 82 milyonun hakkını aynı hızla arayıp aynı şiddetle kınamaktır.

Her bir vatandaş, tek bir e-posta ile şikâyetini delilleriyle bildirebileceği ve sonucu hakkında bilgilendirileceği bir sisteme dâhil olmalıdır. Göz önündeki hesaplar için daha erken refleks gösterilmesinin sebebi, yetkili mercilerin daha erken haberdar olmasından öteye geçmemelidir.

Hâlen kullandığımız sosyal medya plâtformları yabancı kaynaklı olduğu ve tüm dünyanın ortak kullandığı bir sisteme dayalı olduğu için, uygulamaların uygunsuz kullanımını önlemek zor elbette; her kimlik numarasına tek bir hesap açılabilmesi gibi teklifler de kontrol devlette olmadığı için havada kalıyor her seferinde. Ancak kullandığımız teknoloji ulaştığımız zekânın üstünde olmadığına göre, bir çözüm bulunabilir diye umuyorum. O çözüm üretilinceye kadar da ahlâk yoksunu insancıkları törpülemek adına caydırıcı cezalarla korku salınmasını bekliyorum.

Son söz

Gâvurun yaptığı ve benim de şu anda kullandığım yazı programı, “gâvur” ve “çıngar” kelimelerinin altını çizip beni “argo veya kaba sözcük” diye uyarırken, benim Müslüman kardeşiminse küfrü hayatının olmazsa olmazı gibi benimsemiş olması ne acı!