İNSAN için din, bir
zarurettir. Hazreti Muhammed’e (sav) göre din, nasihattir. Konunun uzmanlarına
göre ise, farklı anlamlar taşımakla birlikte, basit bir ifadeyle “yol, inanç, âdet,
bağ, kulluk” olarak da belirtilebilir.
Din,
sözlük anlamına göre, “insanların yaratıcı olarak kabul ettikleri üstün güce
olan imanlarını, ona yapacakları ibadetlerin bütününü ve bu imana göre
davranışların nasıl olması gerektiğini düzenleyen inanış yolu” olarak tarif
edilir.
Allah
katında din
Din,
bir tür boyun eğme ve itaattir. Kur’ân’da “Din gününün Sahibi” denildiğine göre,
din günü, “hüküm günü” demektir. Yani her kul, yukarıdaki ifadeye göre gittiği
yolun, sahip olduğu inancın, yaptığı yapmadığı, yapamadığı kulluğun hesabını
din gününde din gününün sahibi olan Allah’a verecektir.
İslâm
âlimlerinin dinler tasnifi Kur’ân’a dayanır. “Allah katında din”, “dosdoğru
din”, “Hak Din” tabirleriyle diğer dinlerden de bahsedildiği, İslâm dışındaki
inanç sistemlerine de din denildiği görülür. Buna göre kaynağının İlâhî olması
ve orijinalitesini koruması sebebiyle İslâm, Hak Din’dir. Diğer dinlerden İlâhî
vahye dayanmayanlara “bâtıl dinler”, İlâhî vahye dayanmakla beraber aslî
şeklini koruyamamış olanlara da (Hıristiyanlık ve Yahudilik) “muharref dinler”
denilmiştir. (İslâm Ansiklopedisi)
Ayrıca
vahye dayanan dinlere (İlâhî dinler) “semavî dinler” de denilmektedir.
Din,
çok farklı açılardan ve anlayışlardan olmak üzere farklı şekilde de
adlandırılabilir: İlkel dinler, millî dinler (geleneksel yapıdaki dinler),
dünya dinleri… Hıristiyanlık da, Budizm de, İslâmiyet de bir dünya dinidir.
Dini çok farklı ve kapsamlı olarak elbette ifade ve tahlil etmeyeceğiz. Bizi
alâkadar eden husus, Hak Din olan İslâm dinidir ve İslâm’a göre anlayış,
kavrayış ve yaşayışlardır.
Din,
boyun eğmektir. Zira “Allah katında din, İslâm’dır”. Kul, Hak Din olarak İslâm’a
iman edecek ve icaplarına göre hareket edecektir. Bu hâl İslâm dini ve diğer
dinler ayrımını da belirtir. Her kulun nasıl bir dine inanacağını da belirler.
Dinin
kul tarafından işlerlik kazanması, inancı ve bu inanca göre yaşamayı
gerektirir. İnanç ise kişilerin bireysel ve toplumsal hayatlarında etkindir.
Fertlerin kendi dünyalarındaki, sosyal yaşantılarındaki dengeyi kurmada önemli
işleve sahiptir. Kalp ve akılla birleşen inanç/iman durumu kişinin bilse de,
bilmese de kendine göre doğru kabul edip kendine verilene itaat ettiği şeye
boyun eğmesi, kişinin inancıyla doğrudan ilgilidir.
“Allah
katında din ve yaratıkların katında din, peygamberlerine indirdiği dindir. Bu
din, şeriatların formlarında ortaya çıkış aşamalarında birliğini yitirmez.” (Cemâlnur Sargut)
Kul
ve toplum açısından inanca bakıldığında ise, din, Allah tarafından
gönderilmemiş, halk tarafından âdet edinilmiş kanunlardır.
Dinin
esası: İman ve inanç
İnanmak,
bir şeyi doğru, gerçek olarak kabul etmektir. İkinci anlamıysa, bir kimseyi
doğru sözlü olarak bilmek, bir kimseye güvenmektir. Hazreti Mevlâna’ya göre
inanmak, “ayırt etmektir”.
Dinin
esası imandır. İman ise Allah’ı sevmektir. Gayesi ahlâk güzelliğidir Allah’ı ve
halkı sevmenin. Dinin bir ahlâkı vardır, o da hayâ ve edeptir. Kur’ân’daki bazı
ayetlerde imanın “hidayet” (doğru yolu bulma) kelimesiyle kullanıldığı da
görülür. Ancak iman, kalpte gerçekleşen ve akla dayanan rıza ve kabulü içeren
bir anlamdadır. Gündelik hayatta fertler İslâm ve iman şartlarını kabul edip bu
şartların yani farz ve sünnetlerin esaslarına göre yaşarlar. Kişinin gündelik
yaşamındaki inanç, daha çok, kişinin davranışlarındaki istikrarlı ve güvenilir
olduğundan emin olmaya bakar. Sosyal açıdan bakıldığında inanç, kişilerin
toplum hayatında nasıl tavır alacaklarının ve davranacaklarının işlevsel
boyutudur. Bu yönüyle inanç, insan ilişkilerinde temel belirleyici olma
açısından önemli bir etki alanına sahiptir. Peki, fertler din olgusuna inansalar
da bu, pratikte nasıl bir hayata tekabül ediyor?
Nasıl
bir din anlayışı?
Allah
katında bir din anlayışına iman etmekle birlikte halk katında bir din
anlayışının örtüşmediği de görülmektedir.
İnanmak
konusunda esas mesele, her ne kadar fertlerde sağlam bir bilgi temeli olsa da,
imanı salt bilgiye indirgemek ve imanın doğru bir inanç olacağını söylemek doğru
değildir. İman, belli bir sonucun iradî olarak ısrarla kabul edilmesi anlamına
gelir. Fertlerdeki dinî inanç altyapısına bakıldığında, insanlar inanmaya
yatkın, yakın ve elverişlidirler. Dinî inanç kabulünde toplum arasındaki güven,
tutum ve davranışlarda inancın yansımaları görülür.
Fertlerde
dinin izahlarını anlama ihtiyacı olmasına rağmen toplum hayatındaki değişimler,
özentiler, esinlenmeler dinî hayatı olumsuz etkilemektedir. Hâlbuki yaşanan
dinî tecrübeler fertlere mutlulukları yaşatır. Fertlerin yaşamında iman
tecrübesinin güçlü bir yeri vardır. Kişinin dünya hayatını dinî açıdan zaman
zaman sorgulama ve şüphe evreleri geçirdiği de bir gerçektir. Buna göre
değişimler de kaçınılmaz olur.
Fertlerin
davranışları iyi ve kötü ameller olarak ikiye ayrılır. Dinî düşünce ve inanca
göre iyi ameller; ibadetler ve dinin yapılmasını emir ve tavsiye ettiği, iyi,
doğru, faydalı ve sevap kazanmaya vesile olan işlerlerdir. Kötü ameller ise,
yapılması dince yasaklanan ve hoş karşılanmayan kötü, yanlış, zararlı ve günaha
yol açan amellerdir. “Kim salih amel işlerse kendi lehinedir; kim de kötülük
işlerse kendi aleyhinedir.” (Kur’ân-ı Kerim, 41/46)
Dinî
inanç ve dinî davranış yaşantısı süreci arasındaki uyum ve uyumsuzluk söz
konusu daima olmaktadır. İnsanın varoluşundan kaynaklanan temel ihtiyaç ve yaşantıları
ile dinî davranış yaşantısındaki çarpıklık, teorinin iyi anlaşılamaması ve pratikte
de iyi uygulanamamasıdır. İhtiyaçlarının giderilmesinde davranışlarını organize
ederken dinî hayata bağlanır insan. İnsan çatışmalı bir varlıktır. Ancak çoğu
zaman kendi içinde çatışmalardan da kurtulamaz. Fertlerin bu çatışmalarında,
yukarıda değinmeye çalıştığımız gibi halk katında bir din anlayışı yatar. Bu
anlayışta fertlerin dinî inançları ve dinî pratikleri, sosyal ve politik
tutumları etkilidir.
Din
hayatının gerekliliğine inanan fertlerin bir bölümü veya daha fazlasının bu
inanca uygun davranmadıkları görülmektedir. Bunun sebebi çoktur. Fert dinî bir
hayata geçiş öncesi dinî bilgi sahibi olmalıdır. İslâm dini tam mânâsıyla
anlaşılmadığından, uygulamalarda eksiklik ve yanlışlıklar oluyor. Müslümanlara,
dolayısıyla İslâm ülkelerine musallat olan musibetlerde İslâm bilincinin tam
olarak yerleşememesi gerçeği yatar.
Dinî
bilgilerin yarım, yalan-yanlış bilinmesi, pratikteki uygulamalar ve tutumlarda
da kendini gösterir. Yüzde 90’nın üzerinde İslâm inancı taşıyan bir ülkede insanlar
nasıl olur da harama, günaha, men edilen şeylere tevessül ederler?
Eksik
bilgilere sahip olmak, tam bildiğini, hatta en iyi bildiğini sanmak, çok vahim
bir yanılgıdır. Fertler, dinî inanç ve dinî davranış ilişkilerindeki
uyumsuzlukları sebebiyle inançlarına ters düşen davranışlarda bulunabilmektedirler.
Fertlere
dinî bilgiler öğretilirken eksik olan bazı şeyler olduğu muhakkaktır. İnsanın
dinî yaşantısı için salt bir ibadet de yeterli değildir. Doğru düşünme,
olayları muhakeme edebilme, analizler yapabilme yeteneği, tetkik ve tahkik
anlayışı, önyargısız bakabilme yetisi de mutlak gereklidir.
İnsan
çelişkileri sürecinde çeşitli savunma mekanizmaları devreye girer. Bunların
başında aklîleştirme yoluyla kendi mevcut davranışlarını ideal dinî
davranışların yerine koymaya çalışır. Vahim hata budur! Fertlerin kendi
bütünlüğünün var oluşunun ifadesi ile kişilik ve benliğin temel bir unsuru olan
özgüven duygusunu yok edebilir.
Fertlerin
ve toplumsal bunalımların sürekliliği, insan kavrayışını aşan bir gizem ve de anlamsızlık
duygusu oluşturabilir. Bu duygu başta olmak üzere bütün olumsuzluklara bu
açıdan bakıldığında, din, toplum yaşamındaki düzensizlik ve çatışma
eğilimlerine bir düzen getirme çabasıyla ilişkilendirilebilir. Fertlerin dinî
hayata yanlış yerden bakmaları ise bu gerçekliği tersyüz edebilir.
İslâm,
kendi sistematiği içinde temel problemleri aşmada fertleri olgunlaştırmayı
amaçlar. Ancak modernliğin etkilediği inançlar, kimlik ve tasavvurlar, din
algısını da değiştirmektedir.
Fert
her açıdan kendini geliştirebilmelidir. Kişilik sorunları, şahsî ve politik
çıkarlar fertlerin İslâmî hayat idealini yerle bir etmektedir. Siyâsî bir
çıkarım için de olsa yalan söylemek, iftira atmak, kişiye zarar verir.
Şahsiyeti zedeler. Güveni bozar, inanılırlık kaybolur.
Batılılaşma,
modernleşme, dünyevîleşme çabası dinî hayat tipolojisini değiştirmekte ve yeni
dönüşümlere kapı aralamaktadır. Buna bağlı olarak inanç ve bilgi kollarında
yarattığı sarsıntı ve söz konusu oluşumların ürettiği din algısı, dindarlığı
yeni değişkenler ve yeni belirleyiciler ekseninde farklılaştırmıştır.
Howard
Reed, 1950’lerde, “Müslümanların bu yeni
dindarlığı nereye gidecek?” sorusunu sormuş. Bu belirsizliğin bugün ortadan
kalkmış olabileceğini düşünmek isteriz…