Dinen canın korunması ve helâl gıdanın sırrı

Helâl beslenmenin uhrevî sorumluluk yönü olmakla beraber, aynı zamanda dünyada sağlığa yönelik zarureti de vardır. İslâm, başkasının yaşama hakkının korunmasını isterken, kişinin kendisinin de yaşama hakkını korumasını, hatta canına yönelik risk içeren tehlikeden de uzak durmasını ister. İslâm’a göre kişinin “Bu hayat benimdir, bedenim üzerimde istediğim değişikliği yaparım, istersem yaşamıma son verebilirim” deme hakkı bulunmamaktadır.

“EY insanlar! Yeryüzünde bulunan maddelerin helâl ve temiz olanlarından yiyin; şeytanın peşinden gitmeyin, çünkü o apaçık düşmanınızdır.” (Bakara, 168)

İnsanoğlunun varlığını sürdürebilmek için en önemli ve hayatî ihtiyaçlarından biri, gıda ihtiyacıdır. Bu ihtiyacı gidermek amacıyla helâl ve temiz olarak nitelenen gıda maddeleri insanın istifadesine sunulmuştur. İnsanın dünya ve ahiret mutluluğunun sağlanması amacıyla prensipler ortaya koyan İslâm dini, helâlin kapsamını geniş tutup haramın kapsamını daraltarak insanın yeme-içme gibi davranışlarına yön vermiştir.

Helâl ve haram kavramları dinî yaşayış açısından son derece önem arz etmektedir. Helâl gıda Müslümanlar için bir inanç konusudur. İslâm dini insanlara bir beslenme modeli önermiştir. Bu modelde helâl alanı olabildiğince geniş tutulmuş, sınırlı madde ise sağlık başta olmak üzere diğer birçok sebeple yasaklanmıştır. Bu bağlamda bedenler Allah’ın (cc) insanlara ihsan ettiği en önemli emanetlerdendir. Bu emanete yönelik tasarruflarımızın dünyevî sonuçlarının yanında uhrevî sorumlulukları da bulunmaktadır. İnsana düşen, emanet edilenlerden olan beden ve ruh sağlığının fıtrata uygun devam edebilmesi ve daha uzun sürdürülebilmesi için bünyeye/fıtrata uygun besinlerle ve ölçülü olarak ihtiyaçlarını karşılamasıdır.

İnanan bir insan hayatî faaliyetlerini helâl dairesi içerisinde, haram olan sahaya tecavüz etmeksizin sürdürmek durumundadır. Dinî terminolojide helâl, “dinen izin verilmiş ve serbest olanı”, haram da “dinen yasaklanmış olanı” işaret etmektedir.

Helâl ve haram sınırına riayet etmek, özellikle gıdalar konusunda ayrı bir önem taşımaktadır. Nitekim peygamberlere yönelik olan hitapta önce helâl gıda ile beslenilmesi, akabinde salih amel işlenmesi emredilmiştir (Müminin, 51): “Ey Peygamberler! Tertemiz nimetlerden yiyip için, güzel işler yapın. Kuşkusuz Ben, yaptıklarınızı eksiksiz bilmekteyim.”

Bir yoruma göre aslında burada özellikle Hazreti Muhammed’e (sav) hitap edilmekle birlikte, “tertemiz nimetlerden yiyip içmek ve güzel işler yapmak” diğer peygamberlerin dinlerinde de bir yasa olduğu için, ayette bütün peygamberlere yönelik bir hitap cümlesi kullanılmıştır. İslâm’da yer alan helâl ve haramların günümüzün evrensel değerleri ve ahlâkî ilkeleriyle sıkı bir münasebetinin olduğu da gözden kaçırılmamalıdır. Eğer günümüzde genel anlamda bir ahlâkî kriz yaşanıyor ve toplum ciddî bir dejenerasyona maruz kalıyorsa, hiç şüphesiz bunun en başta gelen sebeplerinden biri helâl-haram hassasiyetinin kaybolmasıdır. Dolayısıyla Kur’ân ve Sünnet’te yer alan yasakların önemli hedeflerinden biri de ahlâklı fertlerden oluşan temiz bir toplum inşâsıdır.

Dinî hükümlerin ortaya koyduğu “helâl hayatı yaşama” hükümleriyle insanın beslenme hayatının yanında çalışma hayatı, eğlence hayatı, ticarî hayatı, siyâsî hayatı gibi yaşamın tüm alanlarını kapsamış, beden ve ruh sağlığının bozulmasına sebep olacak olumsuzlukların barınabileceği hiçbir boşluk bırakmamıştır. Helâl ve sağlıklı beslenme, İslâm ahlâkının da gereklerindendir. Ahlâk anlayışının değerler ve itikadî hayat sistemiyle iç içe olması sebebiyle helâl ve sağlıklı hayatiyet sürme bilinci bireylere daha doğmadan, anne karnındayken, gebe anne adayının beslenme konusunda nitelik ve niceliğe verdikleri önemle kazandırılmaya başlanmıştır. Öyle ki, gelişim dönemi özellikleri doğrultusunda ruhî, fizikî, sosyal ve ahlâkî gelişim düzeyleri dikkate alınarak küçük yaşlardan itibaren anne babalar, rol model olmayı önemsemişlerdir. Bu çerçevede helâl gıdanın insan sağlığı açısından her aşamada önemi ortaya konulmaya ve yaşatılmaya çalışılmıştır. İşte bu nedenle ahlâkî açıdan da insan sağlığı ile helâl gıda arasındaki ilişkiyi ortaya koymaya gayret etmek isteriz.

Helâl gıda tüketmek ve helâl yaşamak

Allah’ın insana emanet ettiği beden ve ruh sağlığının korunmasında helâl ve sağlıklı beslenmenin yanında birtakım egzersiz ve sportif aktivitelere de ihtiyaç vardır. Gıda konusunda tarih boyunca birçok toplum, hassaten gıdaya ulaşma zorluğu ve kıtlık sorunu yaşamışken günümüzde de gıdaya ulaşma problemi yaşayan toplumlara, sağlığa zararlı besinler sebebiyle ortaya çıkan beşerî ve sıhhî problemler yaşayan toplumlar eklenmiştir.

İnsanlar yeni teknolojiyle üretilmiş, muhtevasını uzmanlarından başkasının bilemediği gıdalarla beslenmeye başlamışlardır. Dünyada bir tarafta yetersiz beslenme problemi yaşanırken, diğer tarafta sağlıksız beslenmenin getirdiği dertlerle boğuşulmaktadır. Tarihin her döneminde önemli olan gıda konusu, günümüzde insanlığı derinden etkilemesi yönüyle daha stratejik bir hâl almıştır.

Genetiği değiştirilmiş organizmalar (GDO) biyoteknolojik1 tekniklerle bitki, hayvan veya mikroorganizmaya kendi türü dışındaki bir canlıdan gen aktarılması suretiyle çiftleştiriliyor veya doğal rekombinasyon2 yoluyla kalıtımsal plânda belirli özellikleri değiştiriliyor. Bu tarz gen aktarımı ve değişimlerine dair fıkhî hükmün oluşması için sağlık, etik ve diğer hususlar dikkate alınmalıdır. Zira helâl veya haram gıdanın insanın akıl ve beden sağlığına etkisinin yanında ahlâkına, karakterine, tabiatına, ibadet hayatına olumlu veya olumsuz etkileri de olmaktadır. Bu bağlamda günlük dinî ve sosyal hayatta maddî ve manevî açıdan sağlıklı, akıllı, ahlâklı, Allah'’n huzurunda iyi bir kul olmak isteyen, ibadet ve dualarının kabul olmasını bekleyen Müslüman, helâl gıda ile beslenmelidir (Nahl, 116): “Ağzınıza geldiği gibi yalan yanlış konuşarak ‘Bu helâldir, bu haramdır’ demeyin! Çünkü Allah hakkında asılsız şey söylemiş olursunuz. Allah hakkında asılsız şey söyleyenler kesinlikle iflah olmazlar.”

Önemli olan, Allah tarafından konulmuş olan hükümlere saygı duymamızı ve nimetlerinden ötürü O’na minnettar olmamızı sağlayan, bizi haksızlık ve aşırılığa sapmaktan koruyan bir dindarlık duyarlılığına sahip olmaktır. Buna karşılık, esef verici olan ve diğer taraftan da Allah’ın hükümlerini önemsemeyip haram ve helâl konusunu hafife alarak aslında kendi keyfî arzularıyla uluorta hükümler koyup bunları Allah’ın hükümleriymiş gibi göstermeye kalkışmak, “az bir faydalanma” yani önemsiz dünya menfaatleri uğruna “Allah üzerine yalan uydurmak” ikazına dikkat etmemek, insanı ebedî kurtuluştan mahrum bırakacak ve elemli bir azaba götürecek ölçüde ağır bir suçtur ve bu suçu işlemektir.

İnsanın doğumundan ölümüne kadar lehine ve aleyhine olan konuları düzenleyen İslâm hukukunun başlıca hedeflerinden biri de zarurat-ı hamse içinde yer alan canın korunmasıdır. Canın korunması ve hayatın devamı için beslenme en önemli ihtiyaçtır. 

GDO hakkında: Dinen olumlu mu, olumsuz mu?

Günümüzde yerli yersiz tartışmalara sebep olan ve kimi zaman insaf ve izan ölçülerini aşan meseleye nisbî açıklama olmak üzere, kamu efkârınca da merak konusu olan, özellikle de GDO’nun fıtrat açısından değerlendirilmesi hususunda ilmî bir araştırmadan bazı pasajlar vererek konunun ehemmiyetine dikkat çekmek isterim.

“Genetiği Değiştirilmiş Organizmaların (GDO) İslâm Hukuku Açısından Değerlendirilmesi” başlıklı makalenin yazarı Dr. Alpaslan Alkış’a ait tespitler önemli.

“‘Onları mutlaka saptıracağım, mutlaka onları kuruntulara sokacağım ve onlara emredeceğim de (putlara adak için) hayvanların kulaklarını yaracaklar. Yine onlara emredeceğim de Allah’ın yarattığını değiştirecekler.’ Kim Allah’ı bırakıp da şeytanı dost edinirse, şüphesiz o apaçık bir hüsrana düşmüştür.” (Nisa 117-119)

“İnsanlardan öylesi vardır ki, dünya hayatı konusundaki sözleri senin hoşuna gider; o, hasımların en yamanı olduğu hâlde kalbinde olana Allah’ı şahit de tutar. Hâkimiyeti ele aldığında ise ülkede bozgunculuk çıkarıp ürünleri ve nesilleri yok etmeye çalışır. Allah bozgunculuğu sevmez.” (Bakara, 204-205)

Alkış, işte bu iki ayet üzerinden yapılan yorumları şöyle ele alıyor:

“Bu ayetler delil getirilerek, başta Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır, Prof.  Dr. Faruk Beşer ve Bayram Yalçın gibi akademisyenler tarafından bitkilerin genetiğine müdahalenin caiz olmadığı ileri sürülmüştür. Ancak ‘fıtrat’ kavramına ayetlerde hangi anlamların yüklendiği ve nasıl anlamak gerektiği yoruma açık bir husustur. Fıtratın bozulmasını tevhid anlayışından sapma ve yeryüzünde fesat çıkarma olarak mı yoksa her türlü müdahale olarak mı anlamalıyız? Şayet her türlü müdahale ve değişikliği fıtratı bozma olarak kabul edersek, o zaman saç, sakal kesme, tedavi ve ameliyat olma gibi insan bedenine müdahaleler ile yeryüzünü imar için toprağı işleme, çevreyi değiştirme ve ağaçları aşılama gibi hususlar da fıtratı bozma olarak mı değerlendirilmelidir?

GDO ve fıtrat ilişkisini tam açıklayabilmek için, aslında GDO’nun yaratılışı bozma olup olmadığına bakmak lâzımdır. GDO hayvan veya bitkilerin yapılarını yani genlerini bozma veya değiştirme olmayıp, aslında dışarıdan bir gen eklemektir. Örneğin, bitkide bulunan yaklaşık otuz bin adet gene bir gen daha ilâve edilmesi ve bitkide yeni bir protein üretilmesidir. Yani otuz binde bir değişiklik yapılıyor. Bu açıdan bitkilere ‘genetiği değiştirilmiş’ yerine, ‘yeni bir gen ilâve edilmiş’ demenin daha doğru olduğu söylenmektedir.” (Sebahattin Özcan, ‘İstihale’ Tebliğinin Müzakeresi, Güncel Dinî Meseleler İstişare Toplantısı-IV, Diyanet İşleri Bşk. Yay. Afyonkarahisar, 2011, s. 144)

Genetiği değiştirilmiş ürünlerin fıtratı bozma olup olmamasıyla ilgili olarak, GDO’lar ileri sürüldüğü ölçüde büyük zararlara yol açmıyor, aksine doğal hayatın ifsadına değil ıslahına hizmet ediyorsa, bitkiler üzerinde bu şekilde değişiklikler yapmak yaratılışı bozma yasağı olarak değerlendirilmemelidir. Zira Yüce Allah insanı yeryüzünde halife olarak yaratmış, yerde ve gökte ne varsa onun emrine, hizmetine vermiş, onlar üzerinde geniş bir tasarruf yetkisi bahşetmiştir. Her insan için belirli bir rızık tayin etmiş fakat bu rızkı elde etmek için çalışıp çabalamasını emretmiştir. Rızık, insanın doğaya müdahale ederek, hayvanları evcilleştirerek, toprakları ihya, bitkileri ıslah ederek ve bunları mübadele ederek elde ettiği şeydir.

İnsan, yaratıldığından beri bir şekilde tabiata müdahale etmektedir. “Kültür ve uygarlık” denen şey, insanın tabiat üzerinde gerçekleştirdiği değişikliklerin adıdır. Önemli olan, tabiata müdahale değil, bunun yoğunluğu, boyutları ve tabiatın bunu onarıp onaramayacağıdır. Öyleyse tabiat üzerindeki tasarruflarımızın meşruiyet ölçüsü bunların ıslah ve ifsat edici özelliğidir. Bu sebeple bitkilerin hastalıklı yönlerinin ıslahına ve verimlilik özelliğinin artışına yönelik genetik değişikliklerin caiz, hatta arzu edilen bir şey olduğu da belirtilmektedir. Fıtrata müdahale olarak görülebilecek bitki aşılama, ıslah amacıyla yapılmaktadır.

Hazreti Peygamber Medine’ye hicret ettikten sonra, hurmalara aşı yapanları görünce, bitkileri kendi hâline (doğal) bırakmanın daha doğru olacağını söyler. Ancak aşı yapılmayan hurmalardan iyi ürün elde edilemediği söylenince, “Siz dünya işlerinizi daha iyi bilirsiniz" buyurarak tecrübeye dayalı bilimin önünü açtığı ve aşılamaya engel olmadığı görülmektedir. Bitkinin ıslahı ve kaliteli ürün almak için aşılamaya izin verildiği gibi bitkileri böceklerden ve hastalıklardan koruma, ıslah ve kaliteli ürün elde edebilme amacına dönük gen naklinin yapılması, fıtratı bozma olarak değerlendirilmemelidir. Zira doğada ekolojik düzen içerisinde farklı çiçekler arasında tozlaşma yoluyla zaten gen nakilleri olabilmektedir. Ancak aşının belirli bitkiler arasında yapılabilmesi gibi gen nakli de belli cinsler arasında düşünülmesi ilmî ölçüler dâhilinde olmak ve fıtrata muhalif olmamak kaydı ile mümkündür.

İslâm’ın insanlığın yararına bir maslahat olması hâlinde insanlığa ve çevreye zarar vermemek kaydıyla bilimsel çalışmaları desteklediği dikkate alındığında, bitki ve hayvanlar üzerinde genetik çalışmalar yapılmasında herhangi bir sakınca olmaması gerekir. Hasan Ali Eş-Şâzelî gibi bazı araştırmacıların bitkiler ve hayvanlar üzerinde genetik çalışmalar yapmanın insanın hizmetine sunulmuş organizmaları geliştirmeyi ve bunlardan daha üst düzeyde istifade etmeyi zarurî, hâcî (ihtiyaca binaen) ve tahsînî (kolaylaştıran ve güzelleştiren) şeklinde üç sınıfta inceler. Bunlardan faydayı temine vesile olması nedeniyle caiz ve dinen gerekli olduğuna dair görüşler de nakledilmektedir.

İlmî ölçüler, yalnız genetik çalışmalar iyi niyetle yapılsa dahi müdahale sonucunda beklenen yarardan çok zararın ortaya çıkması durumunda bu işlem bir ıslah değil ifsat olacağı için, bunun caiz olmadığı söylenebilecektir. GDO’lar hakkında çalışma yapan bilim adamlarının açıklamalarına bakıldığında, genetiği değiştirilmiş ürünlerin insanlığa birtakım faydalar sağladığı görülmekteyken, birtakım muhtemel risklerden de bahsedilmektedir. Bu risklere yönelik önlemler şimdiden alınmalıdır. Ancak zarar ve riskler hakkında verilen bazı bilgilerin abartılı olduğu da bilinmektedir. Çünkü sıralanan bazı riskler sadece GDO’lara has bir durum olmayıp genel problemlerin GDO özelinde tekrarlanmasından ibarettir. Şimdiye kadar ortaya konulan olumsuzlukların doğrudan GDO’larla ilgili olmaması nedeniyle konu hakkında dinen olumsuz hüküm vermek biraz acelecilik görünmektedir.

GDO’lar yarar ve zarar kriteri ile bilim adamlarının genetiği değiştirilmiş ürünlerin fayda ve zararlarıyla ilgili açıklamaları çerçevesinde incelendiğinde, öne sürülen zararların henüz gerçekleşmemiş ama ileride gerçekleşme ihtimâli varsayılan hususlar olduğu görülür. Ancak sayılan faydaların ise şu an açık ve gerçekleşmiş olduğu görülmektedir. Bu durumda zararın muhtemel olması, faydanın da açık ve gerçekleşmiş olması nedeniyle GDO’lar için “Caizdir” denebilir. Ancak ileride açık ve çoğunlukla bir zarar ortaya çıkması hâlinde yasaklanması mümkündür.

Buna göre birinci sonuç şöyledir: GDO’lar çağımızda ortaya çıkan yeni bir durum olması nedeniyle, hakkında ayet ve hadislerde açık hükmü bulunmamaktadır.

İkinci sonuç ise şudur: Kur’ân ve Sünnet’te yiyecek ve içeceklerin helâllik ve haramlığı ile ilgili net ölçüler vardır. Bu değerlendirmeler ışığında bu ürünlerin zararlı olduğu yönünde kesin bir kanıt var ise haram ve yasak, aksine yararlı olduğu yönünde kanıtlanmış kesin bilgiler var ise helâl olduğuna hükmedilmektedir. Saydığımız maddelerin sayısını çoğalmak mümkündür.

 

Yeme içmeye dair ifrat ve tefritler

Ayrıca şüpheli şeyler üzerine hüküm bina edilemez. “Tevehhüme itibar yoktur”, “Şek ile yakîn zâil olmaz” gibi Mecelle kaideleri gereği hüküm, açık, kesin ve mevcut hususlar üzerine bina edilebilir.

“İslâm’da helâl olan ve olmayan yiyecek ve içeceklere bazı dinî yapıların konuya bakışı nasıldır?” sualine cevap olarak kısa bir paragrafla yetinelim: Yiyecekler ve içecekler konusunda tarih boyunca milletlerin ve dinlerin düşünce ve tavırları farklı olmuştur. Bunları ifrat, tefrit ve itidal ölçüleri içinde toplamak mümkündür.  

1. Hayvanların da insanlar gibi can taşıdığını, onları öldürmeye hakkımız olmadığını ileri sürerek et yemeyi haram sayan Brehmenler bu konuda tefrite düşmüşlerdir. Hâlbuki bitki ve hayvanlar insanlara hizmet için yaratılmış, insanlar ise Allah’a kulluk ile vazifelendirilmiştir. Kâinata konulan nizam bunu gerektirmektedir.

2. Allah, deniz ve kara hayvanlarından birçoğunu Yahudilere haram kılmıştır. En’am Sûresi 146’ncı ayette bu hususa işaret buyurulmaktadır. Ancak bu haramlaştırmanın sebebi, Yahudilerin işledikleri zulüm ve günahlar olmuştur. Allah da ceza olarak bazı helâl yiyecek ve içecekleri onlara haram kılmıştır.

3. Hıristiyanlar ise yeme ve içme konusunda ifrata sapmışlardır. Pavlos bu konuda, “Ağızdan giren değil, çıkan onu pisler” diyerek, yeme ve içmenin sınırını son derece geniş tutmuştur.

4. Cahiliye Arapları da bazı hayvanları ibadet ve putlara yakınlaşmak niyetiyle haram kılarken, ölmüş hayvan ve akan kan gibi İslâm’ın haram saydığı bazı maddeleri de helâl saymışlardır. İslâmiyet bu konuda mutedil bir yol tutmuştur. İslâm’a göre eşyada, yenilip içilme itibariyle asıl olan ibâhedir4. Yani bütün eşya, insanların istifadesi için yaratılmıştır. Ancak yenilip içilen eşyanın bir kısmı temiz olmaktan uzak, insan aklına ve sıhhatine muzırdır. İslâmiyet, bu gibi temiz olmayan, insana zararı dokunan maddeleri haram kılmıştır. Kur’ân'da bu hususta şöyle buyurulmaktadır: “Ey insanlar! Yeryüzündeki temiz ve helâl şeylerden yiyin...” (Bakara, 168) “Ey iman edenler! Sizi rızıklandırdıklarımızın temizlerinden yiyin ve yalnızca Allah’a şükredin.” (Bakara, 172)

Görüldüğü gibi, ayetlerde yalnızca temiz ve helâl maddelerin yenilmesi emredilmektedir.

Canı korumak için helâl ve temiz beslenme

Unutulmaması gereken, insanın doğumundan ölümüne kadar lehine ve aleyhine olan konuları düzenleyen İslâm hukukunun başlıca hedeflerinden biri de zarurat-ı hamse3 içinde yer alan canın korunmasıdır. Canın korunması ve hayatın devamı için beslenme en önemli ihtiyaçtır. İnsanın en temel ve vazgeçilmez ihtiyaçlarından olan beslenmenin temel unsuru ise gıda maddeleridir.

İnsanın beden ve ruh sağlığını, üçüncü şahısların haklarını ve sosyal hayatın birçok yönünü ilgilendirmesi sebebiyle beslenme maddeleri ve maddelerin üretim aşaması önem arz etmektedir. Hayatın olağan akışı içinde doğal ihtiyaç olması yönüyle sağlıklı ve helâl gıda konusuna fıkıh kaynaklarında azımsanmayacak kadar bilgiye yer verilmiştir. Bu bağlamda İslâm ahlâkının gereklerinden olan helâl beslenmenin insan sağlığı ilişkisinin tespit edilmesi mühimdir.

“Gözden uzak olan gönülden de uzak olur” deyişinden hareketle, helâl gıda arayışı ve farkındalığı için yeni yeni çabalara ihtiyaç duyulmaktadır. Bu tür çalışmalar helâl ve sağlıklı gıda konusunun toplumun ve insanlığın gündeminde olmasına/kalmasına katkı sağlayacağını düşünmekteyiz. Zıtların dinamiği ilkesinden hareketle, “temiz, helâl, faydalı, sağlıklı” gibi olumlu kavramların beslenerek gündemde kalması, “necis, haram, zararlı, sağlıksız” gibi menfi eylem ve kavramların getireceği olumsuzluklardan insanları koruyacaktır. Aksi takdirde gıda ve sağlık konusunda helâl hassasiyetinin yitirilmesi veya gündemden düşürülmesi sonucu haram ve sağlıksız olan, ayrık otları misâli hayatın beslenme dâhil her alanını kuşatması kaçınılmaz olacaktır.

Helâl beslenmenin uhrevî sorumluluk yönü olmakla beraber, aynı zamanda dünyada sağlığa yönelik zarureti de vardır. İslâm, başkasının yaşama hakkının korunmasını isterken, kişinin kendisinin de yaşama hakkını korumasını, hatta canına yönelik risk içeren tehlikeden de uzak durmasını ister. İslâm’a göre kişinin “Bu hayat benimdir, bedenim üzerimde istediğim değişikliği yaparım, istersem yaşamıma son verebilirim” deme hakkı bulunmamaktadır. Nihayet ifade edilebilir ki din, akıl, mal, nesil gibi temel değerlerin varlığı canın varlığına bağlıdır. Bu değerler ancak hayat sahibi insan için bir önem ifade eder ve hayat sahibi insanın şahsında bir önem kazanır. Canın en önemli korunma yolu, bulaşıcı hastalıklara direnç sağlamakta olduğu gibi “koruyucu sağlık” olarak adlandırılan, ortaya çıkmadan veya gerçekleşmeden önce canın teleften korunması için tedbir alınmasıdır. Bu sebeple insanların kullanımına sunulan mal ve hizmetler, tüketicinin hayatını ve sağlığını normal şartlar altında tehlikeye düşürmeyecek derecede güvenilir ve kaliteli olmalıdır.

 

Katkı maddeleri sağlığı ne derece tehdit ediyor?

Öte yandan hayat ve sağlık için tehlikeli ve zararlı olan mamul ve mallara, hizmetlere, üretim, süreç, yöntem ve usullerine engel olunması gerekir. Her geçen gün sayıları sürekli artan ve bugün binlerle ifade edilen, ürünün lezzetini, besin değerini, raf ömrünü, görünüşünü, rengini, kokusunu, aromasını, kıvamını sağlamak için kullanılan ve önemli bir kısmının insan sağlığına olumsuz etkilerinin olabileceği iddia edilen gıda katkı maddeleri, günlük temel ihtiyaç duyduğumuz hemen hemen her gıdada bulunmaktadır.

Çiftleşme veya doğal rekombinasyon yoluyla normal olarak meydana gelemeyecek bir şekilde kalıtımsal olarak belirli özelliklerin biyoteknolojik tekniklerle değiştirildiği genetiği değiştirilmiş organizma ve gen aktarımı yapılan maddeler gıda üretiminde yer almaktadır. Tarımsal ilaçlama ve sulama yoluyla üretilen bitkisel gıda ve içme sularıyla yüksek nitrat ve nitrit5 gibi maddeler insan vücuduyla buluşmaktadır. Hayvan ve bitkilerin hızlı gelişmesi/büyümesi için kullanılan antibiyotikler, insandan insana, hayvandan hayvana, bitkiden bitkiye veya bu varlıklar arasında karşılıklı yayılmasıyla canlılarda antimikrobiyal ilaçlara karşı direnç geliştirerek küresel riske neden olmakta, gıda güvenliğine ve güvenilirliğine, insan sağlığına ciddî tehlikeler oluşturmaktadır.

Çevre alanında habitatın tahrip edilmesi ve parçalanması, tarımsal yoğunlaşma, geniş arazi örtüsü değişikliği, şehirleşme, sanayileşme ve mühendislik, iklim değişikliği ve çevre kirliliği gibi başlıca sebepler gıda kaynaklı sınır ötesi birçok hastalığın yayılmasına zemin hazırlamaktadır. Teknolojinin üretilen malın niteliklerini değiştirmesi karşısında yeterli teknik, tıbbî ve hijyenik bilgiye sahip olamayan tüketici, yediklerinin helâl veya haram kökenli maddelerden elde edilip edilmediğine vâkıf olamamaktadır.

Hayatın her alanında olduğu gibi, en temel fizyolojik ihtiyaçların karşılandığı gıda alanında da helâl-haram sınırlarına riayet edebilmek, dindar bir tavır alışın olmazsa olmaz şartları içerisinde yer almaktadır. Özellikle insanların tükettikleri gıda maddelerinin üretim süreciyle alâkalı fazla dâhillerinin söz konusu olmadığı, tamamen tüketici kimliğinin öne çıktığı günümüzde, bu alanla ilgili yeni problemler ortaya çıkmaktadır. Katkı maddeleri, sayılarını takip etme imkânını müteazzir (meydana gelmesi zor olan) kılacak ölçüde artmış, bunların köken ve üretim süreçleriyle ilgili hill ü hürmet (haramlık, yasaklık) meseleleriyle yüz yüze gelinmiştir.

Yabancı menşeli katkı maddelerine gösterilmesi gereken hassasiyet ayrı bir boyut kazanmaktadır. Tüm bu hususlar helâl gıda bilinci ve arayışının ne kadar zarurî olduğunu göstermektedir. Son zamanlarda bu bilincin yerleşmesi amacıyla faaliyet gösteren bazı kuruluşların bu yönde kamuoyu oluşturma çabaları dikkat çekmektedir. İlgili arayışlar kapsamında “Helâl Gıda Sertifikası” uygulamasının hayata geçirilmesi için yoğun çaba sarf edildiği de bilinmektedir. Ancak bu faaliyetler içerisinde dikkatli ve hassas olunması gereken en önemli nokta, helâl-haram çerçevesi belirlenirken nasslar tarafından çizilen kesin sınırlar ile anlama ve yorumlama bağlamında içtihada dayanarak ulaşılan yargılar arasındaki bağlayıcılık ve öncelik hiyerarşisinin gözden kaçırılmamasıdır.

Bu hususun göz ardı edilmesi, helâl gıda bilinciyle ilgili çalışmaları olumsuz etkileyebilecektir. İlgili hassasiyetlere dikkat etmek koşuluyla helâl gıda arayışı içerisinde olmak ve helâl gıda bilincinin canlı tutulmasına katkıda bulunmak, inanan insan için önemli bir görev ve anlamlı bir tavır alış biçimi niteliği taşımaktadır.

Bir Anadolu irfanı kelâmı ile “Son” diyelim…

Anadolu’da ahlâklı ve erdemli bir erkekten veya hanımdan bahsederken “Helâl süt emmiş” derler.

Vesselâm…

 

1Biyoteknoloji: Hücre ve doku biyolojisi kültürü, moleküler biyoloji, mikrobiyoloji, genetik, fizyoloji ve biyokimya gibi doğa bilimleri yanında bilgisayar ve mühendisliklerden yararlanarak, DNA teknolojisiyle bitki, hayvan ve mikroorganizmaları geliştirmek, doğal olarak var olmayan veya ihtiyacımız kadar üretilemeyen yeni ve az bulunan maddeler (ürünleri) elde etmek için tıp ve eczacılık alanlarında kullanılan teknolojilerin tümüne biyoteknoloji denilmektedir.

2Genetik çeşitlenme veya rekombinasyon, genetik materyalin (genellikle DNA, fakat RNA da olabilir) bir zincirinin kırılması ve sonrasında farklı bir DNA molekülüne katılmasıyla oluşan süreçtir. Ökaryotlarda çeşitlilik genellikle mayoz sırasında, kromozom çiftleri arasındaki kromozomal parça değişimiyle meydana gelir.

3İslam hukukunda yer alan beş temel ilke vardır. Bunlar sırasıyla can, din, akıl, mal ve nesildir. Bu beş ilkeye ''Zarurat-ı Diniyye'' ve ''Zarurat-ı Hamse'' adı verilir. İslam fıkhında da geçen bu kavramlar korunması gereken beş temel haktır.

4İbahe/ibâhe: Helâl kılma, mubah olmak.

5Nitritler, nitrojen atıklarının yan ürünleridir. Enfeksiyondan sorumlu bakteriler, bu atıkta beslenerek, idrarda görünebilen nitratlara ayrılır.

İstihâle: Sözlükte “bir nesnenin önceki durumundan başka bir duruma dönüşmesi” anlamındaki istihâle, fıkıh terimi olarak “dinen pis (necis) sayılan bir maddenin uğradığı değişimden sonra temiz (tâhir) hale gelmesi” anlamında kullanılır. Bir maddenin yapısında ve niteliklerinde bazı değişikliklerin meydana gelmesi sonucu başka bir maddeye dönüşmesi tabiatta sıkça rastlanılan bir durumdur.