ÇOK şey yazıldı, çok şey söylendi
fakat çözüm hâlâ bulunamadı. Sebep eğitim sistemi mi, değişen aile yapısı veya
kültümüz mü, bilinmiyor. Müsaadeniz olursa konuyu sebep-sonuç ilişkileri
bakımından irdeleyip devamında çözüm olacak şeyler söyleyelim. Çünkü çözüm için
çok geç kalıyoruz…
Çocuklar,
masum ve bir o kadar da tatlı varlıklar… Onlar ebeveynlerinin aynası. Her çocuk
kendi ailesinin fiziksel ve ruhsal izleri (özellikleri) ile hayat sahnesinde
rol alır. Tertemiz fıtrat üzerine dünyaya gelen çocuklar, sıfırdan yazılacak
birer kitap gibidirler adeta. Her aile kendi değerlerini, kültürünü, inancını,
duygularını yazar o kitaba. Her kitabı bir çocuk düşünürsek, yazdıklarımızı bir
gün okuyacağımızı da bilmeliyiz. İslâm fıtratı üzerine doğan çocukları yaratan
ve onları en iyi tanıyan Allah, çocukları Kur’ân’da şöyle tanımlar: “Doğrusu
mallarınız ve çocuklarınız sizin için bir imtihandır. Büyük mükâfat ise Allah’ın
yanındadır.” (Teğabun, 15)
Peygamber
Efendimiz (sav) ise şöyle demiştir: “Her doğan çocuk, İslâm fıtratı üzere
(temiz ve günahsız olarak, Tevhîd’e meyilli bir şekilde) doğar. Daha sonra anne
babası onu (inançlarına göre) ya Hıristiyan, ya Yahudî ya da Mecûsî
yapar.” (Buhârî, Cenâiz, 92)
Bu
merkezlerden yola çıkarak şunu söyleyebiliriz: Her doğan çocuk İslâm fıtratı
üzerine doğuyorsa, daha sonra o çocuğu bozan bizleriz. Peki, çocuklarımızı
nasıl bozuyoruz?
Geçmişte
zorlu bir yaşam alanında olan Müslümanlar, artık refaha ve rahata kavuştular. Dolayısıyla
dünya hayatına biraz daha fazla daldılar. Dünya hayatına âşık olan Müslümanlar
kendilerini kontrol etmekte zorlandıkları için dinin sadece ibadet kısmını
yaparak kendilerini oyalamaya çalıştılar. Dini namaz, oruç, zekât ve hacdan
ibaret gören, onu şekilcilik üzerinden yaşayan Müslümanlar, Allah’a karşı olan
samimiyetlerini kaybettiler. Kaybolan samimiyetle beraber güzel ahlâk da yok
olmaya mahkûm oldu. Güzel ahlâklı bir Peygamber ümmeti düşünün ki “güzel ahlâktan
yoksun”… Çok acı, değil mi?
Oysa
O Güzeller Güzeli, ahirette ümmetinin çokluğu ile övüneceğini söylemişti.
Nerede Peygamberimizin bahsettiği o ümmet? Nerede çocuklarını, torunlarını
sevgi, şefkat ve güzel ahlâk üzerine yetiştiren o Güzel Nebî’nin bahsettiği
ümmet? Nerede sadece kendi çocuklarının değil, tüm insanlığın yetim kalmış
çocuklarının babası Hazreti Muhammed Mustafâ’nın (sav) ümmeti? Nerede söyler
misiniz Cennet ayaklarının altına verilmiş o anneler? Nerede evlâdını Allah
yolunda kurban eden İbrahim’in (as) çocukları? Ümmet nerede?
Yok!
Çoktan dünya hayatının oyun ve eğlencesinde kaybolmuş! Çocukları ise mutsuz,
sorunlu, inançsız, kaygılı, psikolojik sorunlar içinde…
İsim
vermeden birkaç çocuğun sosyal medya mesajlarını yayınlayacağım. Yazıları
olduğu gibi aldım:
“Müslüman
olmayı bırakalı 3 yıl oldu. 2 yıldır ise agnostisizm görüşünü doğru buluyorum.
Bu yıl bir şekilde söyledim. İnanılmaz bir sabır gerektiriyor bundan sonraki
süreç. ‘Söyle kurtul’ olayı değil yani... Ailenin seni kabullenmesi süreci ki
(kabullenmeye de bilirler) sürekli dine getirmek için muhabbetler, kendi
inançlarına göre acımalar, üzülmeler, kötü şeyler olabileceği ile ilgili
tehditler... Kesinlikle kızıyor değilim. Onların kızıyım ve onlar da kendi
bakış açılarınca benim için üzülüyorlar. Ama ciddi bir sabır istediği bir
gerçek. Dinliyorum, sorular soruyorum, anlamaya çalışıyorum ama ben başka bir
açık buldukça onlar da daralıyorlar. Bir paradoks hâlinde ilerleyip gidiyor…”
“Ben
aileme açıklamayı düşünmüyorum. Açıklamayı tavsiye de etmem kimseye. Çok
dediler ‘Namaz kıl, Cuma’ya git’ diye ama yapmıyorum. Sonunda sustular. Aileme
söylesem sadece bir gün sıkıntı çekmekle kalmam, daha kötüye gider. Bir tek
kardeşim tahmin ediyor galiba, eleştirilerimden dolayı… Ne söyle, ne de
açıklamaya çalış. Anlamazlar, bu yaştan sonra çok zor! Hele eğitimsizler ise
sakın! Kendi kafana göre takıl! Ve en yakın zamanda evden ayrılmak,
tavsiyemdir. Zira çekilmiyor. Tamamen şahsî deneyim…”
“Aile
aşırı İslâmcı değilse pek sorun etmezler ama öyleyse geçmiş olsun. Hayata
sövdürürler yani çünkü anlamazlar, beyinleri yoktur. Namaz kılan babaya
acıyarak bakmak…”
Gerçek
örneklerde de gördüğümüz gibi, ne yazık ki yeni nesil çocukların çoğunluğu
böyle. Yeni nesil kurtarılmayı bekliyor!
Çocuk
yetiştirmek ilk önce annede başlar ve anne ne yaparsa çocuk onu taklit eder.
İslâm bu yüzden anneye çok değer verir ve Cennet’i annenin ayakları altına
serer. Anne sadece bir kişiyi, bir toplumu değil, dünyayı ve ahireti inşâ eder.
Annenin ruh hâli ne kadar sağlıklı ise, çocukların ruh hâlleri de o kadar
sağlıklı olur. Çocuk yemeyi içmeyi, oturmayı kalkmayı ilk olarak annesinden
görür; bu sebeple ilk öğretmeni ve eğitmeni annedir. Çocuk yaratılış itibari
ile dünyaya tertemiz geldiği için ilk işlemeyi anne yapar ve bu ilk işleme,
temel gibidir; sonrakiler tamamen bunun üzerine bina olur. Öyleyse anne ve baba
çocuğa güzel bir örnek ve ahlâklı bir terbiyeci olmalıdır.
Dünyevîleşmenin
hâd safhaya ulaştığı günümüzde, aile fertlerine ciddi bir eğitim verilmesi
ihtiyacı daha da önem kazanmıştır. İnsana fizik, kimya okurken Allah’ın varlığını
görebilen bir şuur verilmelidir. Ayrıca, iman eğitimi ihmâl edilmemelidir.
Bir
çocuk, küçüklüğünde Kur’ân hakikati dersi almazsa, sonra çok zor iman sahibi
olabilir. Aynı gayr-i Müslim birisinin İslâmiyet’i kabul etmesinin zorluğu
gibi, çocukların ahirette anne ve babalarından şikâyetçi olmamaları için iman
eğitimini almaları gerekir. Dinî eğitimin ana kaynağı ise Peygamber hayatıdır.
Çocuklar
önce dini benimsemez, dini anlatan kişiyi benimserler. Bu yüzden anlatan
ümmetin yaşayan ümmet olması gerekir. Tıpkı ‘Emin’ sıfatı ile tanınan
Peygamberimiz gibi… O, yaşayan Kur’ân’dı. O’nun çocukları ve çevresindeki
herkes, hatta düşmanları bile O’nun güzel ahlâkından dolayı sözlerine iman
ettiler. O sadece namaz kılmıyor, düşenin elinden tutuyor, yetimlerin başını
okşayıp ‘Baban ben olayım’ diyordu. Ekmeğini ve evini paylaşıyordu. Kısaca, O’nu
anlatmaya ne kalem, ne kelam, ne de zaman yeter. Allah O’ndan razı olsun!
Sevgili
dostlar, çocuklarımız kimi severlerse onların dinine iman ederler. Çocuklardaki
inkâr dine karşı değil, onları yetiştiren bireylere karşıdır. Çünkü zaten İslâm
fıtratı üzerine doğan çocuk, Allah’ın dinine düşman olamaz. Onlar aslında
hatalı ve eksik olan biz ebeveynlere karşı. Çocuklarımızla aramızda güzel ahlâksızlık
engeli var. Bu engelleri ya kaldıracak ya da aşacağız. Peygamberimize lâyık
ümmet olabilmenin başka yolu yok. Diziler, filmler, eğlenceler, müziklerle
kendilerini sevdirenler, çocuklarımızı bizlerden çalıyorlar. Hepimiz bu
durumlardan mustaribiz. Çocukların her biri, elinde bir telefon veya tabletle
kendi odasında, kendi dünyasında kaybolmuş durumda. Çocuklarımıza eğitimi biz
değil, telefonu ve tableti yönetenler veriyor. Daha sonra soruyoruz: “Bu çocuk
neden böyle yapıyor?” Sizce neden? Çünkü biz değil, başkaları eğitiyor. Bizden
farklı olmaları doğal değil mi?
Eskiden
büyük babalar, anneanneler, anneler ve babalar çocuklarla birebir
ilgilenirlerdi. Televizyon, tablet, telefon yoktu; muhabbet, anlayış ve
samimiyet vardı. Aileler sevginin ve muhabbetin yanında çocuklara hayatlarında
yol ışığı olabilecek nasihatler verilerdi. Çocukları dinler, öğütlerle yol
gösterirlerdi. Şimdi ise durum çok daha farklı. Muhabbet, samimiyet ve öğütler
yok. Eğitimini, sevgiyi ve ilgiyi bilinmeyen dünyadan alan, psikolojisi,
kimliği, kişiliği ve ahlâkı bozuk çocuklar var. Tek çözüm, eskisi gibi aile olmak!
Anneleri çocukların maddî ihtiyaçları için değil, manevî ihtiyaçları için bekçi
yapmak…
Tabiî
tüm bunlar için önce çağımızdaki kadın (anne) sorununu çözmek gerekir: “İnsan
ölünce, şu üçü dışında amellerinin sevabı kesilir: Sadaka-i câriye (faydası
süregelen hayır), kendisinden faydalanılan ilim ve arkasından duâ eden hayırlı
bir evlât.” (Müslim, Vasiyyet, 14)
Uludağ Sözlük
Risale-i Nur Ajans