Dindar ailelerin dinsiz çocukları

Diziler, filmler, eğlenceler, müziklerle kendilerini sevdirenler, çocuklarımızı bizlerden çalıyorlar. Hepimiz bu durumlardan mustaribiz. Çocukların her biri, elinde bir telefon veya tabletle kendi odasında, kendi dünyasında kaybolmuş durumda. Çocuklarımıza eğitimi biz değil, telefonu ve tableti yönetenler veriyor. Daha sonra soruyoruz: “Bu çocuk neden böyle yapıyor?” Sizce neden? Çünkü biz değil, başkaları eğitiyor. Bizden farklı olmaları doğal değil mi?

ÇOK şey yazıldı, çok şey söylendi fakat çözüm hâlâ bulunamadı. Sebep eğitim sistemi mi, değişen aile yapısı veya kültümüz mü, bilinmiyor. Müsaadeniz olursa konuyu sebep-sonuç ilişkileri bakımından irdeleyip devamında çözüm olacak şeyler söyleyelim. Çünkü çözüm için çok geç kalıyoruz…

Çocuklar, masum ve bir o kadar da tatlı varlıklar… Onlar ebeveynlerinin aynası. Her çocuk kendi ailesinin fiziksel ve ruhsal izleri (özellikleri) ile hayat sahnesinde rol alır. Tertemiz fıtrat üzerine dünyaya gelen çocuklar, sıfırdan yazılacak birer kitap gibidirler adeta. Her aile kendi değerlerini, kültürünü, inancını, duygularını yazar o kitaba. Her kitabı bir çocuk düşünürsek, yazdıklarımızı bir gün okuyacağımızı da bilmeliyiz. İslâm fıtratı üzerine doğan çocukları yaratan ve onları en iyi tanıyan Allah, çocukları Kur’ân’da şöyle tanımlar: “Doğrusu mallarınız ve çocuklarınız sizin için bir imtihandır. Büyük mükâfat ise Allah’ın yanındadır.” (Teğabun, 15)

Peygamber Efendimiz (sav) ise şöyle demiştir: “Her doğan çocuk, İslâm fıtratı üzere (temiz ve günahsız olarak, Tevhîd’e meyilli bir şekilde) doğar. Daha sonra anne babası onu (inançlarına göre) ya Hıristiyan, ya Yahudî ya da Mecûsî yapar.” (Buhârî, Cenâiz, 92)

Bu merkezlerden yola çıkarak şunu söyleyebiliriz: Her doğan çocuk İslâm fıtratı üzerine doğuyorsa, daha sonra o çocuğu bozan bizleriz. Peki, çocuklarımızı nasıl bozuyoruz?

Geçmişte zorlu bir yaşam alanında olan Müslümanlar, artık refaha ve rahata kavuştular. Dolayısıyla dünya hayatına biraz daha fazla daldılar. Dünya hayatına âşık olan Müslümanlar kendilerini kontrol etmekte zorlandıkları için dinin sadece ibadet kısmını yaparak kendilerini oyalamaya çalıştılar. Dini namaz, oruç, zekât ve hacdan ibaret gören, onu şekilcilik üzerinden yaşayan Müslümanlar, Allah’a karşı olan samimiyetlerini kaybettiler. Kaybolan samimiyetle beraber güzel ahlâk da yok olmaya mahkûm oldu. Güzel ahlâklı bir Peygamber ümmeti düşünün ki “güzel ahlâktan yoksun”… Çok acı, değil mi?

Oysa O Güzeller Güzeli, ahirette ümmetinin çokluğu ile övüneceğini söylemişti. Nerede Peygamberimizin bahsettiği o ümmet? Nerede çocuklarını, torunlarını sevgi, şefkat ve güzel ahlâk üzerine yetiştiren o Güzel Nebî’nin bahsettiği ümmet? Nerede sadece kendi çocuklarının değil, tüm insanlığın yetim kalmış çocuklarının babası Hazreti Muhammed Mustafâ’nın (sav) ümmeti? Nerede söyler misiniz Cennet ayaklarının altına verilmiş o anneler? Nerede evlâdını Allah yolunda kurban eden İbrahim’in (as) çocukları? Ümmet nerede?

Yok! Çoktan dünya hayatının oyun ve eğlencesinde kaybolmuş! Çocukları ise mutsuz, sorunlu, inançsız, kaygılı, psikolojik sorunlar içinde…

İsim vermeden birkaç çocuğun sosyal medya mesajlarını yayınlayacağım. Yazıları olduğu gibi aldım:

“Müslüman olmayı bırakalı 3 yıl oldu. 2 yıldır ise agnostisizm görüşünü doğru buluyorum. Bu yıl bir şekilde söyledim. İnanılmaz bir sabır gerektiriyor bundan sonraki süreç. ‘Söyle kurtul’ olayı değil yani... Ailenin seni kabullenmesi süreci ki (kabullenmeye de bilirler) sürekli dine getirmek için muhabbetler, kendi inançlarına göre acımalar, üzülmeler, kötü şeyler olabileceği ile ilgili tehditler... Kesinlikle kızıyor değilim. Onların kızıyım ve onlar da kendi bakış açılarınca benim için üzülüyorlar. Ama ciddi bir sabır istediği bir gerçek. Dinliyorum, sorular soruyorum, anlamaya çalışıyorum ama ben başka bir açık buldukça onlar da daralıyorlar. Bir paradoks hâlinde ilerleyip gidiyor…”

“Ben aileme açıklamayı düşünmüyorum. Açıklamayı tavsiye de etmem kimseye. Çok dediler ‘Namaz kıl, Cuma’ya git’ diye ama yapmıyorum. Sonunda sustular. Aileme söylesem sadece bir gün sıkıntı çekmekle kalmam, daha kötüye gider. Bir tek kardeşim tahmin ediyor galiba, eleştirilerimden dolayı… Ne söyle, ne de açıklamaya çalış. Anlamazlar, bu yaştan sonra çok zor! Hele eğitimsizler ise sakın! Kendi kafana göre takıl! Ve en yakın zamanda evden ayrılmak, tavsiyemdir. Zira çekilmiyor. Tamamen şahsî deneyim…”

“Aile aşırı İslâmcı değilse pek sorun etmezler ama öyleyse geçmiş olsun. Hayata sövdürürler yani çünkü anlamazlar, beyinleri yoktur. Namaz kılan babaya acıyarak bakmak…”

Gerçek örneklerde de gördüğümüz gibi, ne yazık ki yeni nesil çocukların çoğunluğu böyle. Yeni nesil kurtarılmayı bekliyor!

Çocuk yetiştirmek ilk önce annede başlar ve anne ne yaparsa çocuk onu taklit eder. İslâm bu yüzden anneye çok değer verir ve Cennet’i annenin ayakları altına serer. Anne sadece bir kişiyi, bir toplumu değil, dünyayı ve ahireti inşâ eder. Annenin ruh hâli ne kadar sağlıklı ise, çocukların ruh hâlleri de o kadar sağlıklı olur. Çocuk yemeyi içmeyi, oturmayı kalkmayı ilk olarak annesinden görür; bu sebeple ilk öğretmeni ve eğitmeni annedir. Çocuk yaratılış itibari ile dünyaya tertemiz geldiği için ilk işlemeyi anne yapar ve bu ilk işleme, temel gibidir; sonrakiler tamamen bunun üzerine bina olur. Öyleyse anne ve baba çocuğa güzel bir örnek ve ahlâklı bir terbiyeci olmalıdır.

Dünyevîleşmenin hâd safhaya ulaştığı günümüzde, aile fertlerine ciddi bir eğitim verilmesi ihtiyacı daha da önem kazanmıştır. İnsana fizik, kimya okurken Allah’ın varlığını görebilen bir şuur verilmelidir. Ayrıca, iman eğitimi ihmâl edilmemelidir.

Bir çocuk, küçüklüğünde Kur’ân hakikati dersi almazsa, sonra çok zor iman sahibi olabilir. Aynı gayr-i Müslim birisinin İslâmiyet’i kabul etmesinin zorluğu gibi, çocukların ahirette anne ve babalarından şikâyetçi olmamaları için iman eğitimini almaları gerekir. Dinî eğitimin ana kaynağı ise Peygamber hayatıdır.

Çocuklar önce dini benimsemez, dini anlatan kişiyi benimserler. Bu yüzden anlatan ümmetin yaşayan ümmet olması gerekir. Tıpkı ‘Emin’ sıfatı ile tanınan Peygamberimiz gibi… O, yaşayan Kur’ân’dı. O’nun çocukları ve çevresindeki herkes, hatta düşmanları bile O’nun güzel ahlâkından dolayı sözlerine iman ettiler. O sadece namaz kılmıyor, düşenin elinden tutuyor, yetimlerin başını okşayıp ‘Baban ben olayım’ diyordu. Ekmeğini ve evini paylaşıyordu. Kısaca, O’nu anlatmaya ne kalem, ne kelam, ne de zaman yeter. Allah O’ndan razı olsun!

Sevgili dostlar, çocuklarımız kimi severlerse onların dinine iman ederler. Çocuklardaki inkâr dine karşı değil, onları yetiştiren bireylere karşıdır. Çünkü zaten İslâm fıtratı üzerine doğan çocuk, Allah’ın dinine düşman olamaz. Onlar aslında hatalı ve eksik olan biz ebeveynlere karşı. Çocuklarımızla aramızda güzel ahlâksızlık engeli var. Bu engelleri ya kaldıracak ya da aşacağız. Peygamberimize lâyık ümmet olabilmenin başka yolu yok. Diziler, filmler, eğlenceler, müziklerle kendilerini sevdirenler, çocuklarımızı bizlerden çalıyorlar. Hepimiz bu durumlardan mustaribiz. Çocukların her biri, elinde bir telefon veya tabletle kendi odasında, kendi dünyasında kaybolmuş durumda. Çocuklarımıza eğitimi biz değil, telefonu ve tableti yönetenler veriyor. Daha sonra soruyoruz: “Bu çocuk neden böyle yapıyor?” Sizce neden? Çünkü biz değil, başkaları eğitiyor. Bizden farklı olmaları doğal değil mi?

Eskiden büyük babalar, anneanneler, anneler ve babalar çocuklarla birebir ilgilenirlerdi. Televizyon, tablet, telefon yoktu; muhabbet, anlayış ve samimiyet vardı. Aileler sevginin ve muhabbetin yanında çocuklara hayatlarında yol ışığı olabilecek nasihatler verilerdi. Çocukları dinler, öğütlerle yol gösterirlerdi. Şimdi ise durum çok daha farklı. Muhabbet, samimiyet ve öğütler yok. Eğitimini, sevgiyi ve ilgiyi bilinmeyen dünyadan alan, psikolojisi, kimliği, kişiliği ve ahlâkı bozuk çocuklar var. Tek çözüm, eskisi gibi aile olmak! Anneleri çocukların maddî ihtiyaçları için değil, manevî ihtiyaçları için bekçi yapmak…

Tabiî tüm bunlar için önce çağımızdaki kadın (anne) sorununu çözmek gerekir: “İnsan ölünce, şu üçü dışında amellerinin sevabı kesilir: Sadaka-i câriye (faydası süregelen hayır), kendisinden faydalanılan ilim ve arkasından duâ eden hayırlı bir evlât.” (Müslim, Vasiyyet, 14)

 

Uludağ Sözlük

Risale-i Nur Ajans