Din, vicdan işidir ve dünya içindir

Kur’an’ın aklı ile pozitivizmin aklı birbirlerinden farklıdırlar. Pozitivizmin aklı biraz materyalist bir akıldır ve tamamen biyolojik bir organın ürünüdür. Bu bakımdan mekanik bir işleyişe sahiptir. Ancak İslam’ın aklı, gayb ile de bağlantı kurabilen insanın ruhî yanı ile ilgili bir özelliğe sahiptir.

RESMÎ ideolojinin en temel iddialarından biri, dinin vicdan işi olduğu, bu nedenle de dünyaya dair söyleyecek bir sözünün bulunmadığı tezidir. Buna göre din, insan ile Allah arasında kurulan kalbî bir bağdan ibarettir ve duygusal dogmalardan başka bir şey değildir. Bu nedenle dinde bir rasyonaliteden bahsedilemez. Dünyevî hayat ise akıl tarafından idare edildiğinden ötürü bu dogmalarla yönlendirilemez. Çünkü duygusal kabuller, doğruluğu test edilemeyeceğinden dolayı kendisine uyulma yeterliliğine sahip değildirler. 

Yukarıdaki tezin, pozitivist ve rasyonalist bir dogmadan başka bir şey olmadığını söylediğimizde aceleci davranmış olmayız. Çünkü yine kendi iddialarından yola çıktığımızda bile bu kabullerin rasyonel bir akıl yürütme sonucu ulaşılan neticeler olduğu ispatlanamaz. Yukarıdaki tezin iki temel kabulü vardır: Bunlardan birincisi, “İnsan, hissî ve aklî melekelerden müteşekkildir”. İkincisi ise “Din, insanın aklî yanına değil, hissî yanına hitap eder” öncülleridir. 

Her şeyden önce insanın hissî ve aklî yanının birbirinden parçalanırcasına ayrılması mümkün değildir. Pozitivist düşünce, insanı mekanik bir varlık olarak algıladığı için parçalanabilir unsurlardan meydana geldiğini kabul etmektedir. Hâlbuki insan, zannedildiği gibi mekanik bir varlık değil, bilakis biyolojik yanı olmakla birlikte ruhî yanı da bulunan bir varlıktır. Üstelik biyolojik ve ruhî yanları öylesine birbirine bağlı ve girift hale gelmiştir ki, ancak ölüm anında birbirlerinden tam olarak ayrılabilirler. Mesela utandığımızda kızarmamız veya sıkıldığımızda terlememiz, tam tersi hastalandığımızda üzülmemiz ya da sağlımıza tekrar kavuştuğumuzda sevinmemiz, bu girift halin en açık göstergelerindendir. Ayrıca aklın, insanın biyolojik yanı ile ilgili olduğundan daha çok, ruhî yanı ile ilgili olduğundan şüphe yoktur.  

Dinin sadece vicdanla ilgili olduğu ve aklî yanının bulunmadığı asla doğru değildir. Özellikle İslam düşüncesi açısından bakıldığında bir rasyonaliteden bahsetmek pekâlâ mümkündür. Çünkü İslam’ın temel kaynağı olan Kur’an, insanları dini kabule davet ederken öncelikle akli gerekçeler sunar. Allah’ın birliğinden başlayarak cennet ve cehennem gibi gaybî konular da dâhil tüm öğretiler, aklî bakımdan gerekçelendirilirler. 

Kalp akıldan önce gelir

Ancak şu kadarını hemen belirtmek gerekir ki, Kur’an’ın aklı ile pozitivizmin aklı birbirlerinden farklıdırlar. Pozitivizmin aklı biraz materyalist bir akıldır ve tamamen biyolojik bir organın ürünüdür. Bu bakımdan mekanik bir işleyişe sahiptir. Ancak İslam’ın aklı, gayb ile de bağlantı kurabilen insanın ruhî yanı ile ilgili bir özelliğe sahiptir. Bu durumu, ölüm sonrası beynin cesette kalmasına rağmen aklın ruhla beraber cesedi terk etmesinden kolayca anlayabiliriz. Hatta denebilir ki, metafizik olana en yakında duran, kalp ile bağlantı kurabilen bir arazdır akıl. 

İnsanı özellikleri bakımından tasnif edeceksek, yukarıdan aşağı doğru ruh, kalp, akıl ve biyolojik uzuvlar olarak katagorize etmek mümkün. İnsan, bir yanı Allah, diğer yanı tabiat ile ilintili olan bir varlıktır. Bu bakımdan insanın yukarıdan aşağı ve aşağıdan yukarı doğru irtibatını kurmada kalp ve akıl önemli bir fonksiyona sahiptir. Onları ille de derece bakımından sınıflandıracak olursak, kalp akıldan önce gelir. Bu durumu İslam felsefesinin en önemli isimlerinden biri olan Farabî bile itiraf etmekten geri durmaz: “Kalp, kendisine başka bir organın emretmediği yegâne amir organdır. Ondan sonra beyin gelir. Beyin de amir bir organdır, ancak onun amirliği birincil değil, ikincildir. O, kalbin emirlerine uyar ve bütün diğer organlara emreder. Çünkü onun kendisi kalbe hizmet eder. Bütün diğer organlarsa kalbin tabiî amacına uygun olarak ona hizmet ederler. O, bir evin kâhyası ile karşılaştırılabilir. Çünkü kâhyanın kendisi, evin sahibinin hizmetindedir. Buna karşılık evin diğer mensupları, ev sahibinin her iki konudaki amacına uygun olarak kâhyanın emrindedirler. O, sanki ev sahibinin temsilcisidir. Onun yerini tutar, onun naibidir ve ev sahibinin uğraşması mümkün olmayan şeylerle uğraşır. Kalbin hizmetinde en yüksek işleri yapmakla görevli olan beyindir.” (Medinetü’l-Fadıla, s: 79)

Gerçek amir: Kalp

Farabî’nin de tespit ettiği gibi, insanda gerçek amir kalptir. Yani insan, yapıp etmelerini belirlerken -tersini savunanlar da dâhil- nihaî karar verici olan kalbinin emirlerine uyar. Diğer bir deyişle “Din vicdan işidir” diyenler, aslında en yüksek değerin dinde olduğunu zımmen teslim etmekten kendilerini alıkoyamamaktadırlar. Fakat onlar, İblisin izzet ve şerefini teslim etmesine rağmen Allah’a karşı gelmesine benzer bir şekilde, en yüksek değerlerin sahibi vicdanın (kalbin) amirliğinden kurtulmak için aklı bir kalkan olarak kullanmak istemektedirler. 

Bu durumun, insanın dünyevî hayatına olumlu etki ettiği elbette söylenemez. Çünkü gerçek karar vericinin sahip olduğu yüce değerlerden mahrum bir aklın, insanı iyi bir yere götürmeyeceğinde şüphe yoktur. Nitekim dini bir kenara bırakan resmî ideolojinin yetiştirdiği insan tipi, iktidara geldiğinde haksızlık, yolsuzluk ve zulümle malüldür. 

İyiliğe doğru mesafe kat etmek için

Dünya hayatının dinin belirlediği değerlerden azade bir şekilde düzenlenmesi, eşyanın hakikatine aykırı olacağından ötürü düzenin bozulmasına ve insanın mahrumiyetler içinde yaşamasına sebep olacaktır. Çünkü hakikat, ancak ruhun bir uzantısı olan -kalp veya onun bir fonksiyonu olan- vicdan ile tezahür eder. O halde insan, ancak bütün yapıp etmelerinde kalbin hakikatlerine uyduğu takdirde doğru ve iyi bir hayat sürebilir. Bunun mümkün olması ise aklın, ancak kalbin gösterdiği iman istikametinde çalışması iledir. Aklın kalbe tâbi olduğu ve onun sahip bulunduğu yüce ruhî değerlere itaat edildiği takdirde insan hayatı, hem ferdî, hem de ictimaî anlamda değer kazanacak ve -çağdaşçılarımızın iddialarının aksine- dünya daha da güzelleşecektir. 

Bir misal verecek olursak; pozitivist aklın, haklarında olumsuz bir yargıda bulunması mümkün olmayan zina ve ihtikâr gibi fiiller için, ancak dinin kötülüğünü beyan etmesi sayesinde akıl tarafından kötü olarak bilinecek ve önlenmesi için birtakım çarelerin aranmasına başlanacaktır. Böylece toplumsal hayatımız bir düzen içinde ve iyiliğe doğru mesafe kat edecektir. 

Son söz olarak şunu söylemek mümkündür: Dinin bir kalp işi olduğu doğrudur. Ancak kalbin akıldan sonra geldiği ya da aklî meselelerle ilgisi olmadığı doğru değildir. Doğru olan, aklın, kalbin ilkelerine ve ruhuna uyması gerektiğidir. Yani akıl, “la yüs’el” değildir, kalbe karşı sorumludur. Eğer onun ilkelerini terk ederse, bedellerini ödemek zorunda kalır.