Din ve insanın varoluşsal krizi

Hayat sahibi olanlar için hidayet rehberi ve kalplere şifa olarak indirilen Kur’ân-ı Kerîm’in ölülere okunan veya pasif bir şekilde hatmedilen bir metin düzeyine indirgenmesi, modern insanın kalbinin ve aklının mühürlendiğini göstermektedir.

DİN, insana anlam, değer ve amaç sunan en önemli tecrübe, çerçeve ve yapıdır. İnsan dine, “hidayet rehberi yani kendisini doğru yola iletecek yol ve araç” olarak yaklaşır. Hidayet rehberi olmak gibi önemli bir işlevin yüklendiği dinin anlaşılması, yorumlanması ve tecrübe edilmesi büyük önem arz etmektedir.

Dinî kavramlar, ilkeler, inançlar ve pratikler, derinliğine anlaşılmadan ve yorumlanmadan, yüzeysel ve yapay bir şekilde dine dışarıdan verilen anlamlarla yetinmek ve sığ anlamlar çerçevesinde dinden hidayet rehberi olmasını beklemek, ölümcül bir yanılsamadır.

Din, doktriniyle, pratiğiyle ve kavramlarıyla sürekli olarak konuşulmalı, tartışılmalı, yaşanmalı ve yorumlanmalıdır. İnsanın dini anlama ve anlamlandırma çabasının meyvesi, sahici anlamda bir teolojinin ortaya çıkmasıdır. Dini kavramlarıyla, ilkeleriyle ve pratikleriyle derinliğine nitelikli bir yorumlama çabasına girmeden, bütün dinî kavramları ve değerleri rutin işlerimizin meşrulaştırılması için bir araç hâline getirmek, dini hidayet yolu olmaktan çıkarmak anlamına gelmektedir.

Dini anlamak ve anlamlandırmak, emek harcamayı ve ter dökmeyi gerektirmektedir. Bugün kişiler, hiçbir emek harcamadan ve ter dökmeden, kendi keyiflerine göre dinî kavramlara anlamlar atfetmekte ve onları kendi yararlarına olacak şekilde kullanmaktadırlar. İçinde bulunulan atâlet, tembellik ve çürüme, dinin içinin boşaltılmasına sebep olmaktadır.

Dinin başında, ortasında ve sonunda, kısacası her yerinde var olan şey, ahlâk, ibadet ve ubudiyettir. Dinin içinden ahlâkın, ubudiyetin ve ibadetin alınması sonucunda, içi siyaset, hâkimiyet, çıkar, ticaret ve istismarla doldurulmaktadır. Dinî kavramlar ve değerler, kolaylıkla siyasal, ekonomik, ticarî, sosyal veya kültürel bir çıkar elde etmek için istismar edilmektedir. Dinî alanda yaşanan yozlaşmanın temelinde ahlâkın ve kulluğun yokluğu bulunmaktadır. Allah’ın ahlâkıyla ahlâklanmayı ve Kur’ân ahlâkını yaşamayı amaç hâline getirmeyen bir anlayış, şehvete, şöhrete ve servete tapmakta, din dâhil her şeyi bunların hizmetinde kullanacağı araçlar olarak nesneleştirmektedir.

Modern insan, duygusunu, düşüncesini ve duyarlılığını kaybetmektedir. En merkezî dinî kavramlar, değerler ve ilkeler, kişilerin duygu ve düşünce, duyarlılık dünyasında bir mobilizasyon ve motivasyona neden olmamaktadır. Kişiler, artık kendilerini harekete geçiren ve hayata aktif katılan canlı bireyler olarak değil, kendileri gibi atıl ve ölü dinî kavramları tercih etmektedirler. Hayat sahibi olanlar için hidayet rehberi ve kalplere şifa olarak indirilen Kur’ân-ı Kerîm’in ölülere okunan veya pasif bir şekilde hatmedilen bir metin düzeyine indirgenmesi, modern insanın kalbinin ve aklının mühürlendiğini göstermektedir.

Dini canlı ve dinamik kılan, akıldır. Kişi, aklıyla dinin iman, ibadet ve ahlâk boyutları üzerinde derinliğine tefekkür etmelidir. Kişi, kalbini ve aklını sürekli olarak dinin her tarafında işlevsel kılmalıdır. Din söz konusu olduğunda, işbaşında olması gereken akıldır. Aklın ve kalbin işlevsiz kılınması, dinin içinin boşalmasına neden olmuştur. Âlemde hiçbir şey boşluk kabul etmediği gibi, din de boşluk kaldırmamaktadır. Ahlâktan, akıldan ve adaletten boşalan yere yalan, şiddet ve fanatizm dolmaktadır.

Dinin içinin ahlâk ve akıldan boşaltılması, kişinin hem kendisine, hem dine yaptığı bir müdahale anlamına gelmektedir. Allah’ın ahlâkıyla ahlâklanmak yerine ekonomik, siyasal, kültürel ve ticarî işlerinde her türlü yalan, sahtekârlık ve düzenbazlığa başvuran kişiler, dini ahlâk dışılığa maruz kalmakla yüz yüze bırakmaktadırlar. Dinin bir düzenbazlığa indirgenmesi, sahih ve sahici anlamda bir iman, ibadet, maneviyat ve ahlâk tecrübesinin ortaya çıkmasına engel olmaktadır. Düzenbazlık şeklinde yaşanan din, dindarlık değil, dinbazlık üretmektedir.

Dinin hidayet rehberi olarak işlevini yerine getirmesi için onu her şey yapmaya bir ihtiyaç bulunmadığı gibi, onu hiçbir şey yapmaya da gerek yoktur. Dini her şey veya hiçbir şey yapmak yerine, dinin işlevsel anlamda hayatın siyaset, bilim, felsefe, ahlâk, sanat ve edebiyat alanlarına taşınması gerekmektedir. Dinin ahlâk ve maneviyat çerçevesinin, siyaset ve ticaret başta olmak üzere hayatın bütün alanlarına taşınması bir ihtiyaçtır.

İslâm ahlâkını siyaset ve ticarete taşımak yerine, ticaret ve siyasetin İslâm’a taşındığına şahit olmaktayız. Siyaset ve ticaretin İslâm alanına taşınması sonucunda bütün dinî kavram ve değerlerin ticarî ve siyasal çıkarlara uygun bir şekilde tanımlanması ve kullanılmasıyla karşı karşıya kalmaktayız. “Din ticareti” veya “din istismarı” denilen olgu, ticaret veya siyasetin din alanına taşınarak din hâline getirilmesi sonucu meydana gelmektedir. Siyaset veya ticaretin din hâline getirilmesi, İslâm’ın din olarak ibadet, iman ve ahlâk alanlarında hidayet rehberi olma işlevi görmesini imkânsızlaştırmaktadır.

Dinin içinin boşaltılmaması için, dinin hiçbir şeye alet edilmemesi gerekmektedir. Hiçbir şahıs, grup veya kurum, dini kendi amaçları, doktrinleri, otoriteleri veya çıkarları için araç olarak kullanma ayrıcalığına sahip değildir. Birçok kişi, grup veya yapı, en doğru dinî anlayışın kendilerinin takip ettiği yol olduğunu iddia ederek, kendilerine uygun alternatif dinler îcâd etmektedirler. Dinî kavramların içinin boşaltılması ve sahih olmayan anlamlarla kuşatılması, dinin anlaşılması değil, “dinin îcâd edilmesi” anlamına gelmektedir. Dinin varlık nedeni, insanın Allah’a kulluk görevini yerine getirmesini sağlamaktır. Din, Allah’a kulluk görevinin îfâ edilmesinin dışında hiçbir şeye alet edilmemelidir.

Dinin içinin boşaltılmaması ve dinî kavramların sığ klişelere dönüşmemesi için, din ve insan arasında canlı ve dinamik bir ilişki kurulmalıdır. Kişi dinle muhabbet etmeli ve dinle konuşmalıdır. Dinî kavramlardan, ilkelerden, değerlerden ve pratiklerden ne anladığını dinin kendisiyle paylaşmalıdır. Dinin ve insanın varoluşsal krizi, ikisinin birlikte anlam ve amaç oluşturma yeteneklerini kaybetmelerinden kaynaklanmaktadır. Din ve insan arasında kurulacak diyalojik bir ilişki, ikisinin birlikte içinde bulunulan anlam ve ahlâk boşalması olarak ifade ettiğimiz varoluşsal krizin aşılmasını sağlayacaktır. Kişi, aklı ve ahlâkıyla sürekli dinî kavramların anlamlandırılması ve anlaşılması için çaba ve emek sarf etmelidir. Dinî kavram ve değerlerin içinin akıl ve ahlâkla doldurulması, açık ve dinamik bir hak ve hakikat arayışını tecrübe etmekle mümkün olacaktır. Her insanî tecrübe, kişinin dinini sahih ve sahici anlamasına ve yaşamasına katkı sunan bir kaynak işlevi görmelidir.