Din ve dil ilişkisi üzerine

Dilimize sahip çıkmalıyız. Yoksa kendi kültürümüzü, dinimizi de kaybeder ve unutulmaya yüz tutmuş bir millete döneriz. Bir millet dilini kaybederse, kültürünü de, dinini de kaybeder, kendisinden iz kalmaz. Yabancı milletlerin boyunduruğuna girer; dini de, dili de değişir, asimile olur.

İNSANLAR bir araya gelip anlaşarak topluluk oluşturdular. Bu birleşmede de dil iletişimini kullandılar. Akıllarını kullanıp çeşitli sesler çıkararak, alışkanlık sonucu dil oluştu. Toplumların arasında da bir ahenk olmalıydı; bu nedenle de aynı dine iman ettiler veya birlikte inandıkları dini kendilerine referans aldılar.

Din, insanlar üzerinde sadece ahlâk prensipleriyle de sınırlı kalmaz; ahkâm da tabiat içinde olan bitenleri ve insanın bu âlemde nasıl hareket edeceğine dair belirleyici olmaktadır.

Birbirine bağlı iki unsur: Din ve dil

Din, Allah tarafından konulmuş bir kanundur. İnsanların yaratılış gayesini ve varoluş hikmetini bildirir. Yüce Allah’a karşı ne şekilde, nasıl ibadette bulunulması gerektiğini öğretir. İyi, güzel ve faydalı şeyler yapmayı emreder, zararlı işlerden de meneder. Din; adalet, iyilik, fedakârlık, doğruluk, fazilet gibi duyguların ve insan vicdanındaki inanma ihtiyacının tam bir karşılığıdır. Din inancı, insanla beraber doğmuştur; insanlığın yaratılışından gelen fıtrî ve zarurî ihtiyaçtır.

Din, yalnız ahiret mutluluğu temin etmez, aynı zamanda insanların ferdî ve toplumsal hayatında etkin bir rol üstlenir. İnanan insanların hayatlarının her evresine müdâhil olur. Bireysel ve toplumsal hayatı ile ilgili düzenlemeler öngörür. Ona inanan insanların amelî ve itikadî tutumları üzerinde tayin edici bir amacı vardır.

Müslümanların tarih boyunca oluşturdukları gelenek, görenek, âdet ve alışkanlıkların oluşturduğu bütün kültürel unsurları İslâm’dan bağımsız olarak ele almak ve anlamlandırmak mümkün değildir.

Din, insanlar için bir hukuk sistemi olması saikiyle, insanlara nasıl yaşayacaklarını, nelere dikkat edeceklerinin yolunu gösterir. Aklı iyi ve yerinde kullanmayı gerektirir. Dil ise insanlar arasında anlaşmayı sağlayan doğal bir vasıtadır. Topluluğu millet hâline getiren, milleti birleştiren, koruyan ve onun ortak malı olan sosyal bir müessesedir. Yıllar boyunca gelişerek meydana gelmiş bir sosyal kurumdur. Seslerden örülmüş bir ağ, temeli eski zamanlarda atılmış bir güçlü sistemdir.

Dil, diğer insanlarla bütün ilişkilerde aracılık eden, sosyal bağları düzenleyen, hayatın her safhasında yer alan bir varlıktır. Evde, okulda, sokakta, çarşıda, işte ve her yerde onunla beraber yaşarız. İnsan, konuştuğu dili doğduğu günden itibaren hazır bulur.  

Dil ve dinin ortak özellikleri vardır. Dil ve din, insan benliğinin ayrılmaz bir parçasıdır. İnsan zekâsının, insanda sınırı çizilemeyen duygu ve düşünce kabiliyetinin sonuçları, kendi benliğinin dışına ancak dille aktarılabilir ve dinle hayat bulabilir. Bu bakımdan dil ile düşünce insan hayatına nasıl girmiş ve iç içe ise, din de o hayatın imanı ve amelidir. İnsan dil ile düşünür, din ile yaşar. Dilin gelişmesi düşünceyi, dinin dosdoğru yaşanması da hayatı iyi ve güzel yaşanır hâle getirir. Düşüncenin gelişmesi dile bağlıdır. Dinin kurallarına göre hareket etmek de güzel ahlâkın güzelleşmesini sağlar.

Çeşitli medeniyetlerin meydana getirilmesi, varlığını dile borçludur. Bir milleti ayakta tutan, fertleri birbirine bağlayan, sosyal hayatı düzenleyen ve devam ettiren, millî şuuru besleyen bir unsur olarak dilin ve dinin fonksiyonu çok büyüktür. Bağımsızlığın temeli millî şuurdur. Millî şuurun en kuvvetli kaynağı ise dildir. Özgür yaşamanın yegâne yolu dile ve dine bağlıdır. Hayat, güzel bir dil ve güzel yaşantılarla gerçek anlamını, değerini bulur.

Dilini ve dinini kaybetmek

Peyami Safa, “Dilini kaybeden bir millet, her şeyini kaybetmiştir” der. Dil, bir milletin hafızasıdır. Dilini bozmak, kaybetmek demek, tarih, edebiyat, güzel sanatlar, gelenek, görenek ve inançları da kaybetmek demektir. Dil ile aktarılan bütün kültür unsurlarında da bu sebeple bir eksiklik, zevksizlik olur. Uyumu ve yapısı bozulan, zevksizleşen ve sığlaşan bir dil ile kültür aktarılamaz, büyük eserler verilemez.

Dilimize sahip çıkmalıyız. Yoksa kendi kültürümüzü, dinimizi de kaybeder ve unutulmaya yüz tutmuş bir millete döneriz. Bir millet dilini kaybederse, kültürünü de, dinini de kaybeder, kendisinden iz kalmaz. Yabancı milletlerin boyunduruğuna girer; dini de, dili de değişir, asimile olur.

Dilini geliştirip zenginleştiremeyen, yabancı dillere karşı kendisini koruyamayan milletlerde ne millî kültür oluşturulabilir, ne de kültür korunabilir. Aynı şekilde bu, din için de geçerlidir. İnsanlar imanlarını anlamaya çalıştıklarında kendi kültürel birikimlerini ve kendi dillerinin imkânlarını kullanırlar. Dinin insan hayatında zayıflaması ve dolayısıyla uygulanmaması, farklı kültürlerin yaşanmasına yol açar. Toplum ve aile içindeki bağlar gevşer ve zamanla çözülür. Bir ülkeyi bölüp parçalamanın en iyi yolu, onu manevî değerlerinden, dilinden uzaklaştırmaktır.

Dinin dilden ve kültürün kendinden ayrılması ve tecrit edilmesi mümkün değildir. Aksi hâlde insanın bozulması başlar, kimliği sorgulanır hâle gelir, din dışı veya bâtıl inançlara tevessülle dünya ve ahiret hayatı sona erer. Millet kavramı da büyük yara alır. Başka milletlerin çekim alanına girer, başta kültür ve tarih olmak üzere her şeyini kaybeder. Her yeni din, eski anlayış ve kurumların alanları ve varlık sebeplerini kaybettikleri yeni bir dünya ortaya çıkarır. Doğal ve tarihî veriler ayıklanır, ayrıştırılır ve eşyanın yeni düzeni kaybolur, eskisinin yerini alır.

Özellikle içerisinde çeşitli nedenlerle ortaya çıkan (dil ve din anlamında) farklı inanç ve anlayış, düşünce ve bakış açılarından dolayı bölünüp parçalanmak tehlikesiyle karşı karşıya kalan karmaşık toplumlardaki farklı yapılara dikkat edilmelidir. Bu yapıları birleştirmek, kaynaştırmak ve bütünleştirmek, dilin ve dolayısıyla dinî yaşayışın korunmasıyla mümkün olur.