Din, insan ve toplum

Bunca taşkın sevginin membaı da ancak Allah sevgisindendir. Allah’ı ve O’nun dinini seven, hudutlara aşkla riayet eder. Her hudut, bir sevgi ve gayreti doğurur. Böylece birbirine dayanak olan insanlar, o insanları adaletle yöneten hükûmetler ve refah seviyesi yüksek toplumlar meydana gelir.

VARLIĞIMIZIN bilinmeyen, daha doğrusu dünyevî akılla hatırlanmayan varoluşunun temeli, Bezm-i Elest’e dayanır. Allah (CC), “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” dediğinde “Evet” diyen ruhlarımız, bu ahdin çizgisinde yaşamadıkça, “Kâlû: Belâ”ya uymadıkça, toplumsal, ailevî, derûnî ve beşerî bir huzura ermede yolu bulamaz!

İnsan insan aile; aile aile toplum; toplum toplum millet; millet millet dünya oluruz. İnsan aileye, aile topluma, toplum millete ve millet dünyaya etki eder durur. Hak Din üzere bulunmadığımız bir dinsizlikte, toplumsal ve sosyolojik bir ölçüyü tutturmak ancak cebren mümkün olacak, bu da tüm içsel çatışmaların ve yeni yeni psikolojik sorunların gün yüzüne çıkmasına meydan verecektir.

İnsanı ve toplumu bir ahlâk seviyesine getirebilmek tam da böyle bir girdap! Ya insana Rabbini ve Rabbinden üflenen ruhunun yaşamak sanatını öğretirsin ya da bir dolu toplumsal hududa kurallar, tehditler ve cezalarla uydurmaya çalışırsın. İlki insanı ve insan insan meydana gelen toplumu muasır medeniyet ivmesine eriştirirken, ikinci yöntemse devletlerin ve idare mercilerinin dayattığı bir düzende ruhsal ve zihinsel açıdan sorunlu toplumlar meydana getirir.

Din, ahlâk ve insanî sınırlarda icra edilen hayat standardının belirlendiği mâkâm, vicdandır. Vicdan; matematik, fizik, kimya, biyoloji, tıp ve benzeri ile eğitilemez. Vicdanı din ve ilâhî muhabbet eğitir. Allah Kelâmının eğittiği bir vicdanın üzerine gelir matematik, tıp, fizik, kimya ve benzerini eklersen ilmi ve ahlâkı tamamlayabilirsin. Ama önce vicdan!

Din ve vicdan

Rahmân ve Rahîm olan Allah, hiç şüphesiz, vicdan üzere şekillendirilmiş bir dini emrediyor. Haram kılınmış ne kadar eylem varsa, hepsi insanı önce kendine, sonra çevreye zulmeden bir tabiata mahkûm eder. İçki içmek haramdır. Bunun sebep ve sonuç ilişkisini beyan etmek bana düşmez elbette. Ama tüm dinî muhabbetimi bir kenara bıraktığımda bile neden haram olduğunu anlamam saniyelerimi alır. İçki ve benzeri insan beynini uyuşturan, hücreleri öldüren ve insanı olması gereken ahlâk ve vicdan noktasından uzaklaştıran her bir madde, zulümle son bulur. Önce kendine zulmeder insan. Kendi vücûduna, hücrelerine, organlarına ve sonra davranışlarıyla kendi saygınlığına zulmeder. Aklı baştan alır. Yapılmaması gereken her şeyi olağan ve basit gösterir. Akıl başta değilken bedenî melekeler zayıflar. Zihnî analizler iflâs eder. Muhakeme gücü kaybolur. Bunların nihâyetinde alkollü kaza yapanlar, alkollüyken eşini çocuğunu darp edenler peydah olur. Daha da ileride, beynin hücrelerinde geri dönüşümsüz kayıplar ve insanın daha hayattan göçmeden kaybettiği aklı ve bu aklın Rabbini aramaya, bu yolda hayırlı ameller işlemeye götüren ibret alabilme kabiliyeti kaybedilir.

Bir haram, vicdanın körelmesiyle son bulur.

Bir insanın vicdanı, bir toplumun dengesini bozabilecek kadar büyük bir kayıp. İnsan insan büyüyen bir kayboluşla toplumlar, şirazesi kaymış bir kitap gibi dağılmaya ve sayfaların yitirilmesine, anlamın zayi olmasına doğru sürüklenirler.

Faiz haramdır. Ve ben yine insan aklımla ve yarım ilmimle Allah’ın bir kanununu mesnetlerle süsleyecek kıymette değilim; fakat yine yaratılmış aklımın ve öğretilen dinimin gösterdiği bir sonucu dile getirmekle mühürlüyüm.

Hak edilmemiş her bir kuruş, emek verilmemiş her bir kazanç, insanın hırs ve kibirce büyüyen bir ruha teslim olmasına sebep verir. Bu, bir haramla insanın önce kendine yaptığı zulümlerdendir. Fakat maddî kazançların beslediği kazanmak duygusu, insanın kendinde büyüyen bir kaybın idrakini zorlaştırır. Bundan daha elim olanı da, hak edilmeden kazanılan her bir kuruşta bir yetimin, bir düşkünün, bir fakirin payının olmasıdır. Bir insanın faiz yemesi, insan insan büyüyen bir toplumsal sonuca doğru evrilir. Bir toplumda paradan para kazanılması demek, o toplumda açların ve fakirlerin artışı demektir. Bu, dinen böyle olduğu gibi, ekonomik dağılımı ölçen sistemlerin dolaylı olarak kabul ettiği ve beyan ettiği şekliyle de böyledir. Fakat piyasanın seyrine etki eden her bir merci, bunu bu kadar sarih bir şekilde dile getirmez. Toplumlarda gelir dengesizliğine atıfta bulunan araştırmacılar ve ekonomistler, bu sebep-sonuç ilişkisini bu kadar açık dile getirerek, var ettikleri pazarın hasar görmesini istemezler.

Kul hakkı haramdır. İşlediğimiz her bir günah, her bir haram, kul hakkıyla nihâyet bulur aslında. Birinin malına ve canına kastetmek, kul hakkına girmenin en belirgin örneklerinden. Fakat kul hakkı bununla sınırlı değil. Kötü söz söylemek, kalp kırmak da kul hakkıdır. Banka, fırın, hastane ve benzeri ortak kullanım alanlarında bir başkasının sırasını kapmak da kul hakkıdır. Otobüste yaşlıya, hastaya yer vermemek de kul hakkıdır. Dedikodu yapmak da kul hakkıdır. Surat asmak da kul hakkıdır. İlmini kendine saklamak da kul hakkıdır. Yanlışı doğru gibi yaymak, gerçeği çarpıtmak, hakkını teslim etmemek, takdir edilmesi gerekeni takdir etmemek, eleştirirken yıpratmak da kul hakkıdır. Anneye, babaya hürmet etmemek, kardeşe, dosta hatır sormamak, akrabayı ihmaâ etmek kul hakkıdır. Görülen bir hatâyı düzeltmemek, yoldaki taşı kenara çekmemek, varken vermemek de kul hakkıdır. Çiçeği sulamamak, kediyi okşamamak, komşuluk haklarını görmezden gelmek de kul hakkıdır.

Tüm bu toplumsal sınırlar, önce insanın vicdanıyla mümkün kılınabilir. Bir toplumda tüm bu bahsedilen haklara uygun yaşayabilmek, caydırıcı cezalarla temin edilemez. Önce insanın Allah muhabbeti ve bu muhabbetle eğitilmiş vicdanı olmalı!

“Allah korkusu” dediğimiz şey de budur zaten. Rabbine muhabbetle bağlı bir insanın bir başkasına ve kendine zulmetmesi oldukça zordur. Kazâen yapılan bu kötü amellerden de geri dönüş yolu yakındır ve telâfi imkânı da aynı vicdanın insanı mecbur bıraktığı bir inâyettir.

“Din, güzel ahlâktır”. Peygamber Efendimizin (sav) ahlâkıyla, Kur’an ahlâkıyla eğitilmiş bir vicdan, aile içinde ve toplumda düzeni, dengeyi ve hak terazisini sendeletecek bir girişimde bulunamaz. Fakat bunun tam aksinde, dinin ve vicdanın olmadığı birey ve o bireylerden müteşekkil toplumlarda, en yıpratıcı cezalar ve en şevklendirici ödüller dahi vicdanın sağladığı hürriyeti ve toplumsal barışı inşâ edemez!

Vicdanlı ve imanlı toplumlar muhabbetle şenlenir

“Yaratılanı severim, Yaradan’dan ötürü”… Yûnus Emre’nin bu kısacık cümlesi, bir toplumun muhabbetle örülen simâsında nelerin değişeceğini haber veriyor.

Önce Allah’ın Kelâmına rikkatle bakmalı, sonra Allah dostlarının bu özlü sözlerinde hayatı anlamlandırmalı. Böyle bir seviyeye çıkardığımızda kalbimizi, aklımız da bu minvâlde gerçekleri sezinleyecek bir uyanış yaşayacaktır.

Ne demek istemiş Yûnus Emre?

Yaratılan her şeyi Allah için sevmek, “Allah yarattığı” diye sevmek nedir? Sadece kalben bir muhabbet midir anlatılan? Yoksa o muhabbetle tüm sınırlarını belirleyen bireyler ve toplumlar mıdır?

İnsanı seven, insana zulmetmez, vicdanla yaklaşır. Kusurları örter, ilminden, malından ve şefkatinden ikram eder. Hayvanı seven karnını doyurur, sıcak bir yuva verir. Toprağı seven eker-biçer, millete ve insanlığa fayda sağlar. Vatanını seven vefâkârdır, fedâkârdır. Ailesini seven helâl kazanmak uğruna çabalar. Dostunu seven hatır sorar, gönül yapar, derman olur.

Bir sevmek, bir toplumu muhabbetle inşâ eder.

Bunca taşkın sevginin membaı da ancak Allah sevgisindendir. Allah’ı ve O’nun dinini seven, hudutlara aşkla riayet eder. Her hudut, bir sevgi ve gayreti doğurur. Böylece birbirine dayanak olan insanlar, o insanları adaletle yöneten hükûmetler ve refah seviyesi yüksek toplumlar meydana gelir.

Sevmek, gayrettir. Allah’ı seven, O’nun dinini öğrenmek arzusuyla iliklenir. Öğrendikçe önce kendini, sonra yakın çevresini değiştirir. Bir hakkaniyet ve saygı ile muamele eder taşa toprağa… Bunu, insan insan büyüyen bir coşkunlukla yaptığımızda, bir toplumun ulaşabileceği en yüksek insanî seviyeyi taş taş üstüne örer gibi yüceltecek ve birlikte huzurla gelişen bir millet kıymetine kavuşmuş olacağız.

Sonra bilim, teknoloji, üretim ve benzeri tüm çağdaş ve ilerici yaklaşımları, bu muhabbetin önderliğinde harmanlayabileceğiz…