DİL, insanın kendini
ve etrafındaki her şeyi anlatabilmesi için gerekli olan yegâne şeydir. Din ise
varlığımızı anlamlandıran ve bu dünyada oluşumuzu bize açıklayan olgudur.
Dolayısıyla dil, dinî anlatımda karşımıza çıkacak en önemli unsur olmaktadır.
Dinî
ritüeller çoğu zaman çeşitli anlamlar kazanmış olsalar da dinin temel anlamda
anlaşılması için soyut bilginin kâşifi olmak gerekmektedir. İnsanın varlığının temellerini
araması için de birtakım keşfetme arzularının onda uyanması icap etmektedir.
Dolayısıyla insan, çıkmış olduğu yolculuğun varış noktasını öğrenmekten ziyade,
ilk etapta yolculuğa çıkışını anlamlandırmak ister. Çeşitli zamanlarda bu
anlamları onlara açıklamak üzere dünyaya gönderilmiş peygamberler ve kitaplar
olmuştur. Bu süreçte iletişimin dil ile sağlanması, özellikle de sözlü anlatım
bakımından gelişmiş olan toplumlar için zamanın diline ve hitap edilen toplumun
yapısına göre şekillenmiştir.
Yaşamış
olduğumuz çağda toplumun hızlı değişimi ve bilimsel süreçlerde yaşanan gelişimlerle
beraber dinî anlatım dili bazı noktalarda anlaşılmamaktadır. Mevcut yaşama ve
insan profiline uygun bir anlatı geliştirmek demek, dinî ritüelleri değiştirmek
ya da anlaşılması gerekenden farklı bir mânâ çıkarmak demek değildir. Bu, ancak
var olan anlatının günümüz hitap kitlesinin anlayacağı dil ile aktarım
yönteminin yenilenmesidir. Bunu örneklerle açıklayacak olursak, korku ve kurala
dayalı dinî anlatım, geçmişte insanları belli sınırlar dâhilinde tutmaya ve
yasaklardan uzaklaştırmaya yetmiş olsa bile günümüzde insanları dinden
soğutmakta, hatta küçük yaşlardaki çocukların kötü etkilenmelerine ve
uzaklaşmalarına neden olmaktadır.
Çağımızın
özgürlük anlayışının çok geniş sınırlar içerisinde yaşanması, topluma elbette
dinin yasaklarını kısıtlayıcı gösterecektir; fakat dini yeni öğrenmeye veya
dine yeni girmeye karar vermiş bir kişi için ilk öne sürülecek, hatta
dayatılacak unsurlar bunlar değildir. Helâl dairenin genişliğinin yanında haram
dairenin sınırlarının içine sıkışıp kalmak, şüphesiz ziyanda olmaktır. Kişinin
dinin anlamını, Allah’ın (cc) varlığını ve dünyadaki yerini kavradıktan sonra
belli ısınma ve yaşama evresi içerisinde bu yasakların nedenleri ile
açıklanması, onları çabucak kabullenmesine neden olacaktır.
Yılanı
deliğinden çıkaran dil öyle bir araçtır ki, din gibi hassas bir konuda insanın
cümlesindeki her kelimesine dikkat ederek konuşmasını gerektirir. Her şeyi
somutlaştırma eğilimi gösteren insan için görmediği bir âleme inanmasını
beklemek ve belli disiplin kuralları içerisinde Yaratıcı’ya kulluğunu
göstermesini istemek için mânâların anlaşılmasının sağlanması ve dilin ustaca
kullanılması gerekmektedir.
Dini
bir mücevher kutusuna benzetirsek, dil, onun anahtarıdır. Fakat mücevhere
ulaşmak, onun değerini anlamak için hiçbir zaman yeterli değildir. Öncelikle
insanın bir kuyumcu kadar bu mücevher hakkında bilgi sahibi olması ve onu
işleyecek kadar hünerli hâle gelmesi gerekmektedir. Bu yüzden asıl mânânın
açığa çıkması, sadece bilinmesi ile gerçekleşmeyecektir. İmtihan için
gönderildiğimiz bu dünyada sınandığımız şeyler ve inanmamız gereken gerçekler
arasında sıkıştığımız noktalarda mânânın zuhur edişine tanıklık etsek bile dil
ile ikna olmak yeterli değildir.
Bu
yolda hazinesi olmasını isteyenin gerçekten inanması ve kapalı kalan hususlarda
dahi tam bir teslimiyet gösterme aşamasına erişmiş olması şarttır. Zira insanın
aklının da yaratılmış ve sınırlı olduğunu varsayacak olursak, bazı şeyleri
zihni ile açıklayamayacağına ve bu noktalarda gereken teslimiyeti göstermesi
gerektiğine de inanmalıdır.
Her
zaman daha geniş bir açı ve daha büyük bir perspektif vardır. “Din, teslimiyettir”
aşamasına geçtikten sonra, artık kişi için bu dünyaya verdiği bütün anlamlar
yok olacak ve âlemin pencerelerinden bakma aşamasına erişecektir.