Dilsizsen sesin çıkmaz

Türkçe, eklemeli bir dildir. Bu sebeple eklemeli diğer dilleri öğrenmek, Türkler için daha kolay olacaktır. Türkler için en kolay öğrenilen diller, başta Moğolca, Mançu-Tunguzca, Korece ve Japoncadır. Bu diller de Ural-Altay ailesinden gelmektedirler.

İNSANIN en önemli organlarındandır. Dünyanın en önemli ticaret aracıdır. İletişimin olmazsa olmazlarındandır. “Dil”, her şeydir!

“Bir lisan, bir insan; iki lisan, iki insan”… Atalarımız bu sözü boşuna söylememişler. Lancaster Üniversitesinde Prof. Panos Athanasopoulos’un yürüttüğü bir çalışmada da, “İki dil iki insan mı?” sorusunun cevabı arandı. Anadili Almanca olan bir grup ile anadili İngilizce olan diğer bir gruba, içinde bir kadının bir arabaya doğru yürüdüğü ya da bir adamın süpermarkete doğru bisiklet sürdüğü video parçaları gösterildi ve onlardan bu sahneleri anlatmaları istendi.

Almanca konuşanlar eylemle birlikte eylemin amacını da söyleme eğilimindeyken (örneğin, “Bir kadın arabaya doğru gidiyor”), İngilizce konuşanlar sadece eylemin kendisinden bahsediyorlardı (“Bir kadın yürüyor”).

Aynı aktivite hem Almancayı, hem İngilizceyi akıcı konuşabilen çift dil bilenlerle yapıldığında, katılımcılar videodaki eylemi Almanca anlattıkları zaman, sahneyi başlangıcı ve sonu ile birlikte, “Kadın evinden çıktı ve arabasına doğru gidiyor” şeklinde, bir bütün olarak; İngilizce konuştuklarında ise sadece eylemi söyleyerek anlatma eğilimindeydiler.

Anlaşılan, dilin dünyayı nasıl algıladığımız üzerine büyük bir etkisi var ve bu, düşünüş tarzımızı da şekillendiriyor. 

Dil: Bir hayata bakış enstrümanı

Evet, dil öğrenmemizin bizim için ne kadar faydalı olduğunu anlatmaya gerek yok. O hâlde, isterseniz dillerin kökenlerine kadar inelim ve bu dillerin hangileri kolay öğreniliyor, hangileri zor öğreniliyor, hangi dili neden öğrenmeliyiz, ona bir bakalım…

Türkçe bilen biri, herhangi bir dili ne kadar kolay öğrenebilir? Türkçe ve İngilizce biliyorsa, sonrasında hangi dili öğrenmek daha kolay?

Türkçe bilen birinin, öğreneceği dili seçerken Türkiye’nin neresinde yaşadığı çok önemli. Yani Berlin Almancası ile Almanya’nın diğer bölgelerindeki Almanca nasıl farklıysa, Amerika’da da aynı, diğer ülkelerde de. Değişen lehçe ve ağızlar, aslında dilleri farklı kılmakla kalmayıp kolay veya zor olmalarını da sağlıyor. Türkiye’de da farklı bir durum yok aslında. Karadeniz bölgesine gittiğinizde farklı bir dil görüyorsunuz, Doğu’ya, Güneydoğu’ya gittiğinizde ise çok farklılarıyla karşılaşıyorsunuz. Zazaca, Kürtçe, Türkçe, Lazca gibi çok farklı lehçeler ve ağızlar kullanılıyor.

Örneğin Kürtçe konuşulan bir yerde doğduysanız Farsça öğrenmeniz daha kolay. Çünkü hepsi aynı kökten geliyor. Peki, İngilizce Türkiye’de neden zor öğrenilen bir dil?

İngilizcenin zor gelmesinin temel iki sebebi var aslında: Birinci sebebi şu ki; biz, Türkçede “özne-nesne-yüklem” kalıbıyla konuşuyoruz. Zarfları, edatları, zamirleri boş verin şimdilik. Çok basit anlatıyorum: “Ben seni seviyorum” cümlesini genellikle “Seni seviyorum” diye de kısaca söyleyebiliyoruz. İngilizcede bu cümle, “I love you” şeklinde. Türkçe dizilimiyle “Ben sevmek seni”, hatta “Ben sev seni” gibi... Bu kadar basit!

İngilizce öğrenmeye başladığımız zaman, sözlüğü açıp tek tek çevirmeye başlıyoruz. Sözlükte ne yazıyorsa karşılığında aynısını bulmaya çalışıyoruz.

“Ben seni seviyorum” cümlesindeki kullanımda iki tane sıkıntı var. Birincisi, “sen” değil, “sen-i” şeklindeki kullanımda bir ek var. “Seviyorum” yükleminde de hem zaman, hem birinci tekil şahıs eki var “-(i)yor” ve “-(u)m” ile. İngilizcenin bunun karşılığında söylediği şey şu: “I (ben) love (sev-) you (sen/siz).” Dolayısıyla biz bu cümleyi duyduğumuzda, hemen anlamına göre çevirmeye çalışıyor ve doğal olarak zorlanıyoruz.

İkinci yaşadığımız sıkıntı ise eklerde. Türkçede örneğin “imkân” kelimesini olumsuz bir ifadeyle söylemek istediğimizde “imkânsız” deriz. Böylece “olma ihtimâlinin olmadığı” anlaşılır. İngilizcede ise imkân, “possible”. “Bir durum olabilir” yani. “Possibility” ise “mümkünat, olabilirlik”... “İmpossibility”, “olamamazlık”… Yani başa ve sona, iki tarafa da ek gelebiliyor. Bu eklerin farklı yerlere düzensiz gelmesi de biz Türklerin kafasını karıştırabiliyor.

Peki, Türkçeyi bilen, başka bir dili nasıl öğrenir?

Türkçe için üretilmiş çeşitli teoriler var. Bir tanesi, Türkçenin Ural-Altay dil grubundan geldiği ki biz, Altay grubundan geliyoruz.

Türkçe, eklemeli bir dildir. Bu sebeple eklemeli diğer dilleri öğrenmek, Türkler için daha kolay olacaktır. Türkler için en kolay öğrenilen diller, başta Moğolca, Mançu-Tunguzca, Korece ve Japoncadır. Bu diller de Ural-Altay ailesinden gelmektedirler.

Burada şuna bakmak gerekiyor: Eğer Lâtin dili ya da İngilizce öğrendiyseniz, ilk önce Türkçe, sonra İngilizce, sonra gidip bir dil öğrenmeye çalışıyorsanız, zor gelebilir. Ama bir Türk evladına büyürken direkt Türkçe öğretirseniz, diğerlerini çok kolay öğrenir. Üstelik İngilizceden daha kolay öğrenir.

Fincede büyük ünlü uyumu, ünsüz düşmesi gibi kullanımlar var. Bu dilde ekler sonra gelir. “İpek Hanım, neden Finceyi anlatıyorsunuz?” derseniz, örnek vermek ve mantığını anlatmak için… Zira mantığını öğrenmeliyiz önce. Sonra hangi ülkede hangi işi yapacaksanız, ona göre öğrenmeniz gereken dili seçesiniz.

Haritalara baktığınız zaman, örneğin Çin gibi büyük coğrafyalı yerlerde, Çin’in batısında Türkçe ile iyi kötü işinizi görebiliyorken, Çin’in kıyısına, doğuya doğru gittiğiniz zaman Türkçe o kadar da işinizi görmüyor. Ya da Hindistan’a baktığınız zaman görüyorsunuz ki bu ülkenin kendi içerisinde bile çok fazla farklı dil grupları var. Aynısını Avrupa haritasını açtığınız zaman da görüyorsunuz.


İngilizce sizi hangi ülkede ne kadar kurtarır?

İngilizce İngiltere’de sizi yüzde 95 kurtarırken, bize doğru yaklaştıkça veya aşağıya doğru indikçe İngilizcenin yeterliliği azalıyor. Bazı ülkelerde, örneğin Fransa’da, inatla İngilizce konuşmayabiliyorlar. Sizin İngilizceyi çok iyi biliyor olmanız, bazı ülkelerde hayat kurtaramıyor yani.

Avrupa’nın bazı ülkeleri birden fazla dil konuşuyor. Bu ülkelerde 2-2,5 dile kadar çıkıyor bu durum. Bazı ülkelerde 3-4 dile kadar konuşulabiliyor.

Bir başka bilgi ise Amerika’dan: Şu an Amerika’da İngilizceden sonra en çok kullanılan dil İspanyolca. Bu paralelde farklı ve basit bir örnek de vereyim: Hani İzmir’de ay çekirdeğine “çiğdem”, simite “gevrek” derler ya, Amerika’da da aynısı yaşanıyor. Örneğin “Gazlı içecek için nerelerde ne deniyor?” diye bakmışlar ve Amerika’nın belli bölgelerinde gazlı içeceğe “soda” denildiği görülmüş. Belli bölgelerde “pop”, bazı bölgelerinde de “coke”… Yine bazı küçük bölgelerde ise kendilerine ve kafalarına göre adlandırmalar yapıyorlar.

Toparlayacak olursak, Germenik kökten gelen İngilizce ve Almancayı öğrenmek kolaydır. İngilizce bilen, Almancayı kolay öğrenir. Hatta Dutch dili veya Norveç’te kullanacağınız dil grupları da buraya girer. Yani kolay öğrenilir. Yine Lâtin ve İtalyan kökenden gelen Portekizce, Fransızca, İspanyolca ve İtalyancayı da kendi grubu içerisinde öğrenmek çok kolay. Birini bilen, diğerini çok kolay öğrenir. Hele İtalyanca biliyorsanız Fransızcayı öğrenmek inanılmaz kolay. Ya da Fransızca biliyorsanız İtalyancayı öğrenmek çok kolaydır.

Slav dilleri ise (Bulgarca, Macarca, Rusça, Hırvatça, Boşnakça) kendi içerisinde üçe ayrılır. Bunları da kendi içerisinde üçe ayırarak öğrenebilirsiniz. Rusça Doğu Slavik ise, Makedonca, Bulgarca ve Hırvatça Güney Slaviktir. Dolayısıyla bunları da kendi içinde öğrenmek gerekiyor. Sırpça ve Çekçe ise Batı Slavik aile grubundandır. Bölge bölge, birini biliyorsanız diğerini de yaşarsınız bulunduğunuz yerde.

Dil öğrenme hususunda genel tavsiyeler

Fransızcayı öğrenmek tabanda zordur, sonra ise kolaylaşır. Buna “ters üçgen” derler. İngilizce ise başta kolaydır, sonra kiplere göre zorlaşır. İspanyolcada kelimeler biraz daha karışıktır; zira Emevî varlığı nedeniyle Arap kültürü altında da çok kalmıştır. İspanyolcayı bilen, Portekizceyi idare eder. İtalyanca bilense İspanyolcayı, Fransızcayı ve Portekizceyi iyi kötü çıkartır.

Gramerde İngilizce ve Almanca biraz daha kolayken, Fransızca ve İspanyolca bir parça daha zordur. Telaffuzda Türkçedeki mantığı hâliyle seviyoruz. Yani yazıldığı gibi okumayı… Böyle istiyorsanız, Fince veya Japoncaya meyletmelisiniz. Ama Fransızca ve İspanyolcaya baktığınızda görürsünüz ki bu iki dilde Türkçede olmayan bazı sesler var. Bu sesleri çıkartabilmeniz için gırtlağınızı falan kullanmanız gerekiyor. Arapçadaki mantıkla kavranabilir -ki orada da gırtlak kullanıyorsunuz-.

Lojistik okuyan kardeşlerimize tavsiyem şu ki, Almanca bu işte mutlaka gerekli. Bir de Çince gerekli olabilir. Uluslararası plânda baktığınız zaman, Çinlilerin bu uzun dönemde oluşturduğu kuşak nedeniyle Çince öğrenmek gerekiyor.

Yine uluslararası ilişkiler okuyorsanız, Almanca ve Çince öğrenmeniz artı bir fayda sağlıyor. İnşaat sektöründe Rusça, Arapça ve Farsça da işinizi fazlasıyla görebilir. Çünkü Dubai ve Orta Doğu ülkelerinde çok fazla inşaat işi oluyor.

Avrupa Birliği içerisinde iş yapacak, seyahat, diplomasi, ticaret yahut lojistik konusuyla ilgilenecekseniz Fransızcayı öğrenmeniz gerekiyor. Zira Fransızca, yerel hukukun dilidir. Ayrıca Avrupa Birliği’nin iki baba dili Almanca ve Fransızcadır.

Sanat ile ilgilenecekseniz, yeni nesil sanatlarda Lâtince veya İngilizce öğrenmek zorundasınız. İngilizce öyle bir dil ki teknolojinin dili de İngilizce… Örneğin internette İngilizcenin dışında kaynağı zengin bir dil daha yoktur. Fakat kütüphanenin dili Yunanca, İtalyanca veya Lâtince. Bu dilleri öğrenmek, kütüphane alanında işinizi fazlasıyla görür.

İspanyolcanın dünyada en fazla konuşulan ikinci dil olduğuna dair yanlış bir bilgi var. Yanlış, çünkü Çince ve İngilizce en çok konuşulan diller. Dolayısıyla bu açıdan bakıldığında bile İspanyolca üçüncü sırada yerini alabilir ancak. Ayrıca teknolojide Koreceyi de yabana atmayalım.

Tüm bunlardan yola çıkarak naçizane bir tavsiyem var: Çince öğrenelim…

Amerika ne kadar büyük bir güçse, Çin de o kadar büyük bir güç hâline gelecek. Acımasız ve çirkin bir güç ama büyüyor Çin. ABD ise Çin’in üçte biri gibi bir hızla büyüyor. Çin’in çok büyük plânları bulunuyor. Küresel ticareti kontrol altına alıp yeni dünyanın süper gücü olmak için çalışmaya devam ediyor.

Çin 124 ülkeye ulaşıyor, ABD ise 56 ülkeye. Önümüzdeki 8 yılda dünyanın süper gücü hâline gelecek olan Çin, ekonomik olarak rakipsiz hâle de gelebilir. ABD’den daha hızlı büyüyen Çin, nihayetinde ABD’nin de dostudur. Bizimse bizden başka dostumuz yoktur. Diliyorum ki, büyüyen dünya ülkeleri sıralamasının ilk sıralarına oturan bir ülkem olur. Önemli ölçüde yol kat etsek de daha fazlası için çok yolumuz var.

Gençler, lütfen dil öğrenin ve dünya ticaret alanını kontrol edin! Bunu kendiniz için değilse de ülkemiz için yapın.

“Bir dil, bir insan; iki dil, iki insan…”