
İNSANIN en önemli organlarındandır. Dünyanın en önemli ticaret
aracıdır. İletişimin olmazsa olmazlarındandır. “Dil”, her şeydir!
“Bir lisan, bir insan; iki lisan, iki insan”… Atalarımız
bu sözü boşuna söylememişler. Lancaster Üniversitesinde Prof. Panos
Athanasopoulos’un yürüttüğü bir çalışmada da, “İki dil iki insan mı?” sorusunun
cevabı arandı. Anadili Almanca olan bir grup ile anadili İngilizce olan diğer
bir gruba, içinde bir kadının bir arabaya doğru yürüdüğü ya da bir adamın
süpermarkete doğru bisiklet sürdüğü video parçaları gösterildi ve onlardan bu
sahneleri anlatmaları istendi.
Almanca konuşanlar eylemle birlikte eylemin amacını da
söyleme eğilimindeyken (örneğin, “Bir kadın arabaya doğru gidiyor”), İngilizce
konuşanlar sadece eylemin kendisinden bahsediyorlardı (“Bir kadın yürüyor”).
Aynı aktivite hem Almancayı, hem İngilizceyi akıcı konuşabilen
çift dil bilenlerle yapıldığında, katılımcılar videodaki eylemi Almanca
anlattıkları zaman, sahneyi başlangıcı ve sonu ile birlikte, “Kadın evinden
çıktı ve arabasına doğru gidiyor” şeklinde, bir bütün olarak; İngilizce
konuştuklarında ise sadece eylemi söyleyerek anlatma eğilimindeydiler.
Anlaşılan, dilin dünyayı nasıl algıladığımız üzerine
büyük bir etkisi var ve bu, düşünüş tarzımızı da şekillendiriyor.
Dil: Bir hayata bakış enstrümanı
Evet, dil öğrenmemizin bizim için ne kadar faydalı olduğunu
anlatmaya gerek yok. O hâlde, isterseniz dillerin kökenlerine kadar inelim ve
bu dillerin hangileri kolay öğreniliyor, hangileri zor öğreniliyor, hangi dili
neden öğrenmeliyiz, ona bir bakalım…
Türkçe bilen biri, herhangi bir dili ne kadar kolay
öğrenebilir? Türkçe ve İngilizce biliyorsa, sonrasında hangi dili öğrenmek daha
kolay?
Türkçe bilen birinin, öğreneceği dili seçerken
Türkiye’nin neresinde yaşadığı çok önemli. Yani Berlin Almancası ile
Almanya’nın diğer bölgelerindeki Almanca nasıl farklıysa, Amerika’da da aynı,
diğer ülkelerde de. Değişen lehçe ve ağızlar, aslında dilleri farklı kılmakla
kalmayıp kolay veya zor olmalarını da sağlıyor. Türkiye’de da farklı bir durum
yok aslında. Karadeniz bölgesine gittiğinizde farklı bir dil görüyorsunuz, Doğu’ya,
Güneydoğu’ya gittiğinizde ise çok farklılarıyla karşılaşıyorsunuz. Zazaca,
Kürtçe, Türkçe, Lazca gibi çok farklı lehçeler ve ağızlar kullanılıyor.
Örneğin Kürtçe konuşulan bir yerde doğduysanız Farsça
öğrenmeniz daha kolay. Çünkü hepsi aynı kökten geliyor. Peki, İngilizce Türkiye’de
neden zor öğrenilen bir dil?
İngilizcenin zor gelmesinin temel iki sebebi var aslında:
Birinci sebebi şu ki; biz, Türkçede “özne-nesne-yüklem” kalıbıyla konuşuyoruz. Zarfları,
edatları, zamirleri boş verin şimdilik. Çok basit anlatıyorum: “Ben seni seviyorum” cümlesini genellikle
“Seni seviyorum” diye de kısaca söyleyebiliyoruz. İngilizcede bu cümle, “I love
you” şeklinde. Türkçe dizilimiyle “Ben sevmek seni”, hatta “Ben sev seni”
gibi... Bu kadar basit!
İngilizce öğrenmeye başladığımız zaman, sözlüğü açıp tek
tek çevirmeye başlıyoruz. Sözlükte ne yazıyorsa karşılığında aynısını bulmaya
çalışıyoruz.
“Ben seni seviyorum” cümlesindeki kullanımda iki tane
sıkıntı var. Birincisi, “sen” değil, “sen-i” şeklindeki kullanımda bir ek var. “Seviyorum”
yükleminde de hem zaman, hem birinci tekil şahıs eki var “-(i)yor” ve “-(u)m” ile.
İngilizcenin bunun karşılığında söylediği şey şu: “I (ben) love (sev-) you (sen/siz).”
Dolayısıyla biz bu cümleyi duyduğumuzda, hemen anlamına göre çevirmeye
çalışıyor ve doğal olarak zorlanıyoruz.
İkinci yaşadığımız sıkıntı ise eklerde. Türkçede örneğin “imkân”
kelimesini olumsuz bir ifadeyle söylemek istediğimizde “imkânsız” deriz. Böylece
“olma ihtimâlinin olmadığı” anlaşılır. İngilizcede ise imkân, “possible”. “Bir
durum olabilir” yani. “Possibility” ise “mümkünat, olabilirlik”... “İmpossibility”,
“olamamazlık”… Yani başa ve sona, iki tarafa da ek gelebiliyor. Bu eklerin
farklı yerlere düzensiz gelmesi de biz Türklerin kafasını karıştırabiliyor.
Peki, Türkçeyi bilen, başka bir dili nasıl öğrenir?
Türkçe için üretilmiş çeşitli teoriler var. Bir tanesi,
Türkçenin Ural-Altay dil grubundan geldiği ki biz, Altay grubundan geliyoruz.
Türkçe, eklemeli bir dildir. Bu sebeple eklemeli diğer dilleri öğrenmek, Türkler için
daha kolay olacaktır.
Türkler için en kolay öğrenilen
diller, başta Moğolca, Mançu-Tunguzca, Korece ve Japoncadır. Bu diller de
Ural-Altay ailesinden gelmektedirler.
Burada şuna bakmak gerekiyor: Eğer Lâtin dili ya da
İngilizce öğrendiyseniz, ilk önce Türkçe, sonra İngilizce, sonra gidip bir dil
öğrenmeye çalışıyorsanız, zor gelebilir. Ama bir Türk evladına büyürken direkt
Türkçe öğretirseniz, diğerlerini çok kolay öğrenir. Üstelik İngilizceden daha
kolay öğrenir.
Fincede büyük ünlü uyumu, ünsüz düşmesi gibi kullanımlar
var. Bu dilde ekler sonra gelir. “İpek Hanım, neden Finceyi anlatıyorsunuz?”
derseniz, örnek vermek ve mantığını anlatmak için… Zira mantığını öğrenmeliyiz
önce. Sonra hangi ülkede hangi işi yapacaksanız, ona göre öğrenmeniz gereken
dili seçesiniz.
Haritalara baktığınız zaman, örneğin Çin gibi büyük coğrafyalı yerlerde, Çin’in batısında Türkçe ile iyi kötü işinizi görebiliyorken, Çin’in kıyısına, doğuya doğru gittiğiniz zaman Türkçe o kadar da işinizi görmüyor. Ya da Hindistan’a baktığınız zaman görüyorsunuz ki bu ülkenin kendi içerisinde bile çok fazla farklı dil grupları var. Aynısını Avrupa haritasını açtığınız zaman da görüyorsunuz.
İngilizce sizi hangi ülkede ne kadar kurtarır?
İngilizce İngiltere’de sizi yüzde 95 kurtarırken, bize
doğru yaklaştıkça veya aşağıya doğru indikçe İngilizcenin yeterliliği azalıyor.
Bazı ülkelerde, örneğin Fransa’da, inatla İngilizce konuşmayabiliyorlar. Sizin
İngilizceyi çok iyi biliyor olmanız, bazı ülkelerde hayat kurtaramıyor yani.
Avrupa’nın bazı ülkeleri birden fazla dil konuşuyor. Bu
ülkelerde 2-2,5 dile kadar çıkıyor bu durum. Bazı ülkelerde 3-4 dile kadar
konuşulabiliyor.
Bir başka bilgi ise Amerika’dan: Şu an Amerika’da
İngilizceden sonra en çok kullanılan dil İspanyolca. Bu paralelde farklı ve
basit bir örnek de vereyim: Hani İzmir’de ay çekirdeğine “çiğdem”, simite “gevrek”
derler ya, Amerika’da da aynısı yaşanıyor. Örneğin “Gazlı içecek için nerelerde
ne deniyor?” diye bakmışlar ve Amerika’nın belli bölgelerinde gazlı içeceğe “soda”
denildiği görülmüş. Belli bölgelerde “pop”, bazı bölgelerinde de “coke”… Yine
bazı küçük bölgelerde ise kendilerine ve kafalarına göre adlandırmalar
yapıyorlar.
Toparlayacak olursak, Germenik kökten gelen İngilizce ve
Almancayı öğrenmek kolaydır. İngilizce bilen, Almancayı kolay öğrenir. Hatta
Dutch dili veya Norveç’te kullanacağınız dil grupları da buraya girer. Yani
kolay öğrenilir. Yine Lâtin ve İtalyan kökenden gelen Portekizce, Fransızca,
İspanyolca ve İtalyancayı da kendi grubu içerisinde öğrenmek çok kolay. Birini
bilen, diğerini çok kolay öğrenir. Hele İtalyanca biliyorsanız Fransızcayı
öğrenmek inanılmaz kolay. Ya da Fransızca biliyorsanız İtalyancayı öğrenmek çok
kolaydır.
Slav dilleri ise (Bulgarca, Macarca, Rusça, Hırvatça,
Boşnakça) kendi içerisinde üçe ayrılır. Bunları da kendi içerisinde üçe
ayırarak öğrenebilirsiniz. Rusça Doğu Slavik ise, Makedonca, Bulgarca ve
Hırvatça Güney Slaviktir. Dolayısıyla bunları da kendi içinde öğrenmek gerekiyor.
Sırpça ve Çekçe ise Batı Slavik aile grubundandır. Bölge bölge, birini
biliyorsanız diğerini de yaşarsınız bulunduğunuz yerde.
Dil öğrenme hususunda genel tavsiyeler
Fransızcayı öğrenmek tabanda zordur, sonra ise
kolaylaşır. Buna “ters üçgen” derler. İngilizce ise başta kolaydır, sonra
kiplere göre zorlaşır. İspanyolcada kelimeler biraz daha karışıktır; zira Emevî
varlığı nedeniyle Arap kültürü altında da çok kalmıştır. İspanyolcayı bilen,
Portekizceyi idare eder. İtalyanca bilense İspanyolcayı, Fransızcayı ve
Portekizceyi iyi kötü çıkartır.
Gramerde İngilizce ve Almanca biraz daha kolayken, Fransızca
ve İspanyolca bir parça daha zordur. Telaffuzda Türkçedeki mantığı hâliyle
seviyoruz. Yani yazıldığı gibi okumayı… Böyle istiyorsanız, Fince veya Japoncaya
meyletmelisiniz. Ama Fransızca ve İspanyolcaya baktığınızda görürsünüz ki bu
iki dilde Türkçede olmayan bazı sesler var. Bu sesleri çıkartabilmeniz için gırtlağınızı
falan kullanmanız gerekiyor. Arapçadaki mantıkla kavranabilir -ki orada da
gırtlak kullanıyorsunuz-.
Lojistik okuyan kardeşlerimize tavsiyem şu ki, Almanca bu
işte mutlaka gerekli. Bir de Çince gerekli olabilir. Uluslararası plânda baktığınız
zaman, Çinlilerin bu uzun dönemde oluşturduğu kuşak nedeniyle Çince öğrenmek
gerekiyor.
Yine uluslararası ilişkiler okuyorsanız, Almanca ve Çince
öğrenmeniz artı bir fayda sağlıyor. İnşaat sektöründe Rusça, Arapça ve Farsça
da işinizi fazlasıyla görebilir. Çünkü Dubai ve Orta Doğu ülkelerinde çok fazla
inşaat işi oluyor.
Avrupa Birliği içerisinde iş yapacak, seyahat, diplomasi,
ticaret yahut lojistik konusuyla ilgilenecekseniz Fransızcayı öğrenmeniz
gerekiyor. Zira Fransızca, yerel hukukun dilidir. Ayrıca Avrupa Birliği’nin iki
baba dili Almanca ve Fransızcadır.
Sanat ile ilgilenecekseniz, yeni nesil sanatlarda Lâtince
veya İngilizce öğrenmek zorundasınız. İngilizce öyle bir dil ki teknolojinin
dili de İngilizce… Örneğin internette İngilizcenin dışında kaynağı zengin bir
dil daha yoktur. Fakat kütüphanenin dili Yunanca, İtalyanca veya Lâtince. Bu
dilleri öğrenmek, kütüphane alanında işinizi fazlasıyla görür.
İspanyolcanın dünyada en fazla konuşulan ikinci dil
olduğuna dair yanlış bir bilgi var. Yanlış, çünkü Çince ve İngilizce en çok
konuşulan diller. Dolayısıyla bu açıdan bakıldığında bile İspanyolca üçüncü
sırada yerini alabilir ancak. Ayrıca teknolojide Koreceyi de yabana atmayalım.
Tüm bunlardan yola çıkarak naçizane bir tavsiyem var:
Çince öğrenelim…
Amerika ne kadar büyük bir güçse, Çin de o kadar büyük
bir güç hâline gelecek. Acımasız ve çirkin bir güç ama büyüyor Çin. ABD ise
Çin’in üçte biri gibi bir hızla büyüyor. Çin’in çok büyük plânları bulunuyor. Küresel
ticareti kontrol altına alıp yeni dünyanın süper gücü olmak için çalışmaya
devam ediyor.
Çin 124 ülkeye ulaşıyor, ABD ise 56 ülkeye. Önümüzdeki 8
yılda dünyanın süper gücü hâline gelecek olan Çin, ekonomik olarak rakipsiz hâle
de gelebilir. ABD’den daha hızlı büyüyen Çin, nihayetinde ABD’nin de dostudur.
Bizimse bizden başka dostumuz yoktur. Diliyorum ki, büyüyen dünya ülkeleri
sıralamasının ilk sıralarına oturan bir ülkem olur. Önemli ölçüde yol kat etsek
de daha fazlası için çok yolumuz var.
Gençler, lütfen dil öğrenin ve dünya ticaret alanını
kontrol edin! Bunu kendiniz için değilse de ülkemiz için yapın.
“Bir dil, bir insan; iki dil, iki insan…”