UZAKLAŞTIK… Ve sıkça
kırıldık fakat perde arkasında da elbet kırdık. Sevdiğimiz ve samimiyet kokusu
aldığımız şeylerin sayısı azaldı. Ya siyah, ya beyazız ve grilere tahammülümüz
kalmadı. Ötekine saygı duymamız için “bizden” olması gerekiyor. Ya bizden ya da
değil; üçüncü hâl imkânsızlaştı.
Mesafeler
kısaldı fakat ara açıldı. Ulaşmak ve yetişmek gayesi kalmadı. İşteş eylemli
cümlelerimiz tükendi. Yalnızız. Cümlelerimiz, hayatımız ve baktığımız
pencereler ıssızlaştı. Kendimizden başka bir şey düşünemez olduk. Öyle tükettik
ki hislerimizi...
Bir
rivayete göre Hazreti Ali (ra) der ki, “Öyle bir zaman gelecek ki, afiyetin
onda dokuzu insanlardan kaçınmakla, kalan biri ise susmakla olacak”. Hayatımızı
revize eden pandemi ile birlikte afiyetimiz için birbirimizden kaçtığımız bir
buçuk sene yaşayıp özlesek de, birbirimizi epeyce yorduğumuz gerçeği aşikâr.
Üçüncü sayfa haberleri artık yanı başımızda, konu komşumuzda yaşanmaya
başlamıştı. Eskiden uzaktan baktığımız, duyduğumuz şeyler iyice yakınımıza
gelmişti. Erken ölümler, kötü olaylar olursa onları hep “başkası” yaşardı.
Şimdi hepimiz başkasıyız! Hem tükendik, hem de tükettik ve nihayetinde
başkalaştık.
Nerede
hata yaptığımız birçok köşeden soruldu ve çözümler arandı. Her nerede hata
yaptıysak ve yapıyorsak, kendimizden başlamak güzel bir çözüm olabilir. Çünkü
kendi noksanlıklarımıza sağır ve dilsizken, “başkasının” kusurlarında
çığırtkanlık yapmayı pek sever hâle gelmiştik. Yani onda dokuzu başardık fakat
birini yapamıyoruz. Biz susmayı asla beceremiyoruz! (Konuşulacak yerde susmayı
kastetmiyorum elbette.) Haykırılacak zamanda haykırmamak da zulümdür. Fakat
susulacak yerde konuşmak, fitneyi desteklemeye götürebiliyor insanı.
İşte
böyle böyle, sürekli karşı mahalleler hâlinde bölünüyoruz! Acımasızca
eleştiriyor, “linç” ediyoruz. Hep öteki hakkında konuşuyor, susmayı ve
konuştuğumuzda da hayır konuşmayı beceremiyoruz. Rasûlullah Efendimizin sözü
geliyor hatırıma: “Dilini tutan kurtuldu!”
“Afiyeti
biraz da sözlerimizde aramaya başlasak” diyorum… Hayır konuşmaya gayret etsek,
gönülleri yıkmasak da inşâ etsek… “Ya hayır konuşsak ya da sussak”… Dilimizi
tutsak ve kurtulsak… Birbirimizin kurdu değil de yurdu olsak…
Dünden
bugüne hiç eksilmemiş ve yarın da sürecek olan fitne dönemlerinde şu dilimizi
tutmayı ve iğneyi kendimize batırmayı başarabilirsek, birbirimize yurt
olabiliriz. Bizim dinimizde insan insanın kurdu olamaz, biz ancak yurt
olabiliriz. Ve şayet olursak, afiyeti de buluruz. Hayranlıkla dinlediğimiz
Asr-ı Saadet döneminde görmüştük bunu. İmkânsız değil yani…
Pandemiyle
birlikte başımıza gelen musibetlerden ders çıkarmak, şerri değil de hayrı
istemek, tefekkür etmek ve ölmeden önce ölmek için epey zamanımız oldu. İhya
olmak için “Evde kal”mak gibi bir vesilemiz…
İmkânsızlıkları
fırsata çevirebilir, şer görünende hayır aramaya niyet edebiliriz. Aramadan
bulamayız nihayetinde…
Afiyeti, huzuru ve samimiyeti yeniden birbirimizde bulabileceğimiz, anlaşılmamaktan korkmayacağımız, dinlemekten yüksünmeyeceğimiz bir geleceği umut ediyorum hepimiz için. Bol bol hayır konuşacağımız bir geleceği…