FARKINA varıyorum; bu
yazıyı yazmak için önce kendimle konuşmaya başlıyor, sonrasında siz
okuyucularla konuşuyorum…
Sevgimizi,
acılarımızı, hüzünlerimizi, mutluluklarımızı kelimelerle anlatıyoruz.
Anlatırken bazen bakışlarımız, bazen kalplerimiz, bazen sesimiz, bazı
zamanlarda ise parmaklarımızı kullanıyoruz. Bu ifadeler birbirinden farklı gibi
görünseler de aslında her biri iletişim kurabilmek için başvurduğumuz, “dil”
diye isimlendirdiğimiz olgunun puzzle parçaları.
Tesadüfen,
yazıyı yazmadan iki gün önce, bir internet sitesinde Suzanne Simard’ın, “Bir
orman, gördüğünüzden çok daha fazlasıdır. Ağaçlar, yeraltında kurmuş oldukları
iletişim ağı sayesinde mineral alışverişinde bulunur. Onların dili azot, karbon,
hormonlar vs.” şeklindeki, ağaçların birbiriyle iletişim kurduğunu anlatan bir
sunumunu izledim. “Etkilenmedim” desem yalan olur. Hayvanlara baktığımda, benim
çok sevdiğim yunusların insanlardan 10 kat daha yüksek ses çıkarabildiklerini
ve 10 kat daha güçlü sesleri duyabildiklerini ve iletişimlerini çıkardıkları
seslerle sağladıklarını öğrendiğimde şaşırmadım. Bütün yaratılmışların kendi
aralarında konuştuğu dilleri vardı!
Yaratılmışların
arasında en üstün olduğu çeşitli ayetlerde de beyan edilen biz insanların
kullandığı sözel iletişim ve dil, insanoğlunun en tanımlayıcı ve ayırıcı
özelliklerinden biri. Peki, bu dillerin meydana gelişi nasıl olmuştu? İnsanlığın
ve dünyanın yaratılmasından bu yana konuşulan isimleri kim bulmuştu?
Yüce
Allah peygamber olarak gönderdiği kullarına, kutsal dâvâlarına delil olması
için mucizeler ihsan etmiştir. Hz. İsâ’nın (as) ölüleri diriltmesi, anadan doğma
körlerin gözlerini açması, Hz. Davud’un (as) demiri hamur gibi yoğurup her
türlü şekli vermesi, Hz. Süleyman’ın (as) rüzgâra binip iki aylık mesafeyi bir
günde alması, Hz. İbrahim’i (as) ateşin yakmaması gibi...
Hz.
Âdem’in (as) en büyük mucizesi de Cenab-ı Hakk'ın ona bütün lügât ve dilleri
öğretip bütün eşyanın ismini bildirmesidir. Peygamberlerin hepsine verilen
mucizelerde olduğu gibi, Hz. Âdem’in (as) bu mucizesi de Kur’ân-ı Kerim'de
anlatılmaktadır. Buna her şeyin ismini, mahiyetini, dillerin ve lügâtlerin öğretilmesi
mânâsında “taallüm-ü esma, tâlim-i esmâ” denilmektedir. Bakara Sûresi’nin “Ve
alleme Âdeme’l-esmâe” diye başlayan ve 31 ile 33. âyet-i kerimelerinde bahsedilen
bu husus genişçe anlatılır.
Cenab-ı
Hakk, Hz. Âdem’e (as) bütün varlıkların isimlerini öğretince, daha sonra
meleklere hitaben, “Haydi, dâvânızda doğru iseniz Bana şunları isimleriyle
haber verin!” buyurdu. Melekler âcizlik ve bilgisizliklerini arz edince, Hz.
Âdem’e (as), “Ey Âdem, bunlara onları isimleriyle haber ver!” emri verildi, Hz.
Âdem ise Allah’ın kendisine öğrettiği bütün isimleri meleklere teker teker
saydı.(1)
Dil,
aynı zamanda düşüncelerimizin sembollerle ifadesidir. Buradan yola çıkarak, bu
sembollerin kültürümüzün oluşumundaki temel taşlardan biri olması nedeniyle dil
için “‘Uygarlık’ olarak adlandırdığımız kavramın vazgeçilmezidir” diye
düşünmüyor değilim.
Konfüçyüs’e,
“Eğer bir ülkede yönetici olsaydınız, ilk iş olarak ne yapmak isterdiniz?” diye
sorduklarında, Konfüçyüs şöyle cevap vermiş: “Kuşkusuz ilk iş olarak dili düzeltirdim!”
“Niçin?” diye sorduklarındaysa Kofüçyüs, “Dilde bozukluk varsa, söylenen şey,
söylenmek isteneni anlatamaz. Düşünceler iyi anlatılmazsa, yapılması gereken
şeyler iyi yapılmaz. Gereken yapılmazsa, ahlâk ve kültür bozulur. Ahlâk ve
kültür bozulursa, adalet yolunu şaşırır. Adalet yanlış yola saparsa, halk güçsüzlük
ve şaşkınlık içine düşer, ne yapacağını, işin nereye varacağını bilmez. Böyle
bir durumu önlemek için dil, her şeyden önemlidir” diye cevap vermiş.
Evet,
konuştuğumuz dil sadece biz insanlara ait çok özel bir iletişim becerisidir ve
her fert, doğuştan bu beceriye sahip olarak dünyaya gelir. Bugüne kadar
Amerika, Fransa, Hong-Kong, Karadağ ve Bosna gibi birçok ülkeyi dolaşma
fırsatım oldu. Buralarda konuşulan dillerin hiçbiri birbirine benzemiyordu ve
dilin, o dili konuşanların ihtiyaçlarına hizmet etmek için değişim gösterdiğini
gördüm. Dünyada bu kadar çok ve çeşitli dil olması gerçekten büyüleyici ve daha
da önemlisi, sadece biz insanoğluna has bir durum!
Günümüzde
var olan yaklaşık 7 bin dil, 32 dil ailesi arasında paylaştırılmış. İnanılmaz,
değil mi? Yapılan birçok çalışma, en fazla ekvator kuşağında ve tropikal
kuşakta görülen dilsel çeşitliliğin, biyolojik çeşitliliğin bir yansıması
olduğunu gösteriyor. Dünya üzerinde konuşulan yaklaşık 7 bin dilin yüzde 60’ı
tropikal orman kuşaklarında yer alıyor. Bu kuşaklardan biri Afrika’da, diğeri
ise Asya’nın güneyinin karşısındaki tropikal bölgede.
Dilsel
çeşitliliğin en zengin olduğu yer ise Papua Yeni Gine. Yaklaşık 7 milyon insanın
yaşadığı ülkede 830 farklı dil konuşuluyor. Nüfusu 160 milyon olan Nijerya’da
ise 521 farklı dil konuşuluyor.(2)
Peki,
bu kadar çeşitliliğe sahip, insanı ayrıcalıklı kılan, kültürümüzün
oluşmasındaki temel yapıtaşlarından biri olan dilimizi kullanmada ne kadar özenli
davranıyoruz?
Gelenek
ve göreneklerimiz, dünya görüşümüz, sanatımız, tarihimiz vs. hep dil sayesinde
nesilden nesle aktarılır. Yeri gelir aşkı, ölümü, gurbeti şiir diliyle
anlatırız. Yeri gelir, Hüseyin Rahmi, Ahmet Hamdi, Yakup Kadri Karaosmanoğlu
dil ile anlatır İstanbul’un güzelliklerini, Anadolu insanının yaşayışını
romanlarında.
İnsanın
geçmişini öğrenmesinde, gününü yaşamasında, geleceğine yön vermesinde,
kişiliğini kazanmasında, aynı dili konuşan diğer insanlarla iletişim kurmasında
ve kendisini ifade etmesinde dilin çok önemli bir araç olduğu muhakkaktır.
Dil
ile henüz anne karnındayken tanışan ve geleceğimizin teminatı olan çocuklarımıza,
gençlerimize bir şeyleri anlatırken veya öğretmeye çalışırken kullandığımız
veya onların her gün kontrolümüz dışında yüzlercesine maruz kaldığı kelimelerin
mümkün olduğunca doğru seçilerek verilmesi gerekliliğini sonuna kadar
savunanlardanım.
Bir
an geriye gidiyorum, kendi çocukluğuma; belki tablet, akıllı telefon,
bilgisayarım yoktu, lâkin babaannemin anlattığı masallardan beşiğin sallanırken
çıkarttığı sesi, sokakta arkadaşlarımla oyunlar oynarken “Birdirbir”, “Kutu
kutu pense” demeyi öğrendim. Gelen misafirlerden “Nasılsın evlâdım?” sorusunu “Teşekkür
ederim” diyerek cevaplamayı öğrendim. O günlerden bugünlere dünyada çok şey
değişim göstermiş olabilir, buna bağlı olarak durgun bir yapıya sahip olmayan dil
de zamanla değişim gösterir. Lâkin sağlam bir aile kültürü alabilmişseniz,
değişimin size sunmuş olduklarının içinden faydalı olanları ayıklayıp kendinize
ayırabilirsiniz. Daha fazla kelimeyle karşılaşmak dil zenginliğini arttırır;
önemli olan, karşılaşılan kelimelerin doğruluğu, neyi anlattığı, nasıl
anlattığı ve bizi nereye götürdüğüdür.
Dil,
aynı zamanda milletlerin manevî gücünün aynası konumundadır ve her millet dil
ile kendini diğer milletlere ifade eder, dili sayesinde diğer milletlerden
ayrılır. Bir milletin kültürel değerlerini oluşturan ve o milleti ayakta tutan
edebiyatı, sanatı, bilim ve tekniği, dünya görüşü, ahlâk anlayışı, müziği gibi
tüm değerlerin geçmişten günümüze, günümüzden de geleceğe aktarımı ancak dil
sayesindedir.
Hani
sizlerle konuşmaya “Dilimiz ne anlatır?” diyerek başlamıştım ya, bazen iyiyi,
bazen kötüyü, yanlışı doğruyu, eksik ve tam olanı anlatan, düşüncelerimizin
yansıması olan dilimiz, yeter ki bizleri bir adım sonrasında daha iyi olana
götürmek için yol olsun, gönüller yapmak için köprü olsun!
Dilimizi, tarihimizi, dinimizi kültürümüzle iç içe geçirdik. Millet olmak için manevî ve kültürel değerlerimizi sımsıkı muhafaza ettik, her bir ferdimiz arasında ortak duygu ve düşünceler meydana getirdik ve hep birlikte Türkiye olduk…
-------------------------------------------
(1)http/sorularlaislamiyet.com/dünya
dilleri nasıl oluştu?
(2)Bilim
teknik dergisi 2012, sayı; 531,sayfa; 45