Dilden ve gönülden kayıplar

Birçok sözcüğe kasıtlı “sansür” uygulandı. Resmî kanallardan uygulanan sansür, bu sözcüklerin sadece kitabî kültürden değil, sosyal hayattan da silinmesine yol açtı. Silinen sadece kelimeler değil, bunların hayatımızı renklendiren, algılarımızı derinleştiren, davranışlarımıza medenî çizgiler sunan mânâlarıydı.

“SÖZLERİM var köprüleri geçirmez/ Kimseyi ateşten korumaz kelimelerim…” (Celladıma Gülümserken, İsmet Özel)

Göstergebilim ve ona kaynaklık eden dilbilimin; kelimelerin, sembollerin, şekillerin, insanın zihnî eylemleri ve akletme süreçlerine, dünyayı algılama hâllerine etkilerini keşfetmesinden bu yana neredeyse iki asır geçti.

Sosyal bilimlerde ölçütler geliştirmek dünyanın en tartışmalı işlerinden olsa da bu zorluk, Batılıların zihin yordamı ve ısrarcı arayışlarla bazı kadim hikmetleri ve küllî hakikatleri keşfetmelerine mani olamadı.

Dil üzerindeki çalışmalar, bu iletişim aracının istenirse manipülasyon ve dezenformasyon aparatına dönüştürülebileceğini, cephede namağlûp toplulukları düşmanına tâbi kılmanın büyülü manivelasına dönüşebileceğini, hatta bir milletin fertlerini dilsizleştirme/dil fukarası yapma yoluyla hissiz, akılsız ve hamakata duçar kılabileceğini gösterdi.

Kuramsal düzeydeki bu olgular Türkiye'de dil ve alfabe devrimi ile tecrübe edilerek kanıtlandı. Bu yakıcı fırtınadan kurtulup dağarcığını ve gönlünü selâmette kılabilmiş seçkin münevveranımız da olmasa kayıplarımızın telâfisi imkânsızdı hafazanallah. Dil ve düşünce arasındaki doğru orantının müşahhas temsili sayılabilecek “idrak ustası” kalem, kelâm ve dil ehli nice üstadımız, millete armağan ettikleri dil hazineleri ile kadim bir kültürü ve bilgeliği mazinin nisyan kuyusuna atılmaktan kurtarmışlar, bir büyük medeniyet mirasını yağmadan uzak tutmaya gayret etmişlerdir.

Peki, nedir “idrak”?

İdrak yani “derk etmek; bir madenin kaynağına, bir merdivenin son basamağına kadar inmek, bir meselenin özüne zihni gayretle inebilmek kabiliyeti; bir mânânın künhüne vâkıf olmak; bir mefhumu kemâlen anlayabilme melekesi”.

Bu keşifte mânânın köküne inme faaliyetinde “zekâ” kazı malzemesi, bilek gücü. Dil ise hazine avcısının dağarcığındaki kelimelerin sayısı ve kudretince karanlık dehlizi aydınlatan mum, kandil veya projeksiyon.

Bizde “dil devrimi” faciasından sonra zaten elleri ve ayakları kırılmış bir millet, “zihinsel yeterliliği olmayan” fertlerin dil dağarcığı kapasitesine mahkûm edilerek adeta dilsiz de bırakıldı. Yetersiz, hatta iğdiş edilmiş bir lisan ile düşüncede ve idrakte küçüldük. Hayâlde ve duyguda fakirleştik. İdrakte küçüldükçe hakikatten uzaklaşıp bir algı fukaralığına mahkûm olduk. Bu mahkûmiyet siyâsî hayatta tavandan tabana sefil bir muhalif duruş üretti.

Muhalif kanat, yalanlara mahkûm sefil bir zihinsel dekadansın içinde debeleniyor. İnandıkları, savundukları ideolojiler hemen her alanda kendilerini yarı yolda bıraktı. Ütopyalarını hayâl kırıkları sandığına kilitlediler. Ayaklarını bastıkları zeminin çürük tahtalarıyla çökmesi ve altlarından kayıp gitmesi bu muhalefet güruhunu öyle bir sosyopatik aşamaya getirmiş durumda ki… Hatta hakikatle bağlarını öylesine koparmışlar ki “her yanlışa meraklı”, her yalana sevdalı bir kitle oluşturdu bu çaresizlik!

Yalancıların fasık ya da nifak ve küfür ehli olması gerçeği bir yana, muhalefetin her yalanına inananların “saf” olduklarına inanmak da saflığın dik âlâsı olur sanırım.

Beri yanda, 19 yıldır iktidarda kalma başarısı siyasetin tabiatı gereği hükümeti her seçim döneminde daha büyük sorumlulukların altına iterek ona yüksek düzeyli stres yüklemekte, muhalefetin elini güçlendirmekte. Muhalif aktörlerin topluma güçlü bir alternatif olduklarını göstermeleri ve reel projeler sunmaları beklenirken, yalan odaklı bir kampanyanın merkezinde konum almaları ise ülkemizin demokratik geleceğini ve sosyal barışını tehlikeye atmakta.


İktidar; bunca yıpranmışlığa rağmen, yeni kurulan her hükümette kabine ya da Meclis dışı kalan bazı kifayetsiz muhterislerin intikam, haset, taciz ve ihanet vızıltılarına rağmen, yetmezmiş gibi 15 Temmuz'a kadar gücünü ve tehdidini canlı tutabilen askerî vesayete rağmen, ABD ve NATO'nun içimizdeki adamları ile CIA'nın Türkiye işbirlikçi kadrosu FETÖ'ye rağmen Recep Tayyip Erdoğan'ın güçlü ve karizmatik liderliği sayesinde eşsiz bir mücadeleyi bugüne kadar getirdi.

Süreç içinde vesayet odaklarından söke söke alınan sahalar millete açıldı. Bizim dayanaklarımızın gücü ve şüphesiz birçok konuda haklı olduğumuz gerçeği de muhalif sürüyü kudurgan bir çaresizliğin içine itiyor.

Demokrasi tiyatrosunda muhalefet, iktidarı rehabilite eden, ona eksiğini ve yanlışını gösteren bir zımni yönetim yardımcısıdır. Oysa mevcut durum, muhalefetin kurumsal misyonunu ifadan uzak, millî varlığa düşman unsurların yurt içinde yerel işbirlikçiliği misyonunu üstlendiğini gösteriyor.

Muhalif tabanın gerçekle kavgası, artık varoluşsal bir zemine oturuyor: Onlar için gerçeğin kabulü, bütün inançlarının ve ideolojilerinin yanlışlık ve tutarsızlığını kabul etmek demek.

Bu siyâsî piyonların en büyük umudu, tarih bilinci silinmiş, güncelin ırmağında salınan bir saman çöpü kadar özgür (!) ve insana dair hiçbir ahlakî ve vicdanî müspet değer kuşanamamış kimliksiz nesillerin niceliksel artışı. Çünkü dünya tarihi, günümüz CHP ve İP seçmeni temsiliyetiyle özdeşik biçimde, art arda tiksindirici yalanları böylesine iştahla yutan bir topluluğu görmemiştir. Sodom veya Gomore halkı bile sapkınlıkta ittifak etmiş, hakikate karşı durmuş. Fakat yalanlar üzerinde bir uzlaşının toplumsal düzeyde temsiliyeti ve kabulü, belli ki bizim imtihanımız olarak bu çağda tezahür etmiş.

Öte yandan milyonlarca insanın görünüşte siyâsî saiklerle ihanete ve Türkiye karşıtlığına verdiği bu destek ve partizanca tutumun kökeninde ciddi bir “idrak” yetersizliği yatmaktadır. Bu insanlar, atalardan devralınmış bir Türkçe ile konuşup düşünmüyorlar. Onlar, “üretilmiş ve uydurulmuş” sınırları daraltılmış, dışarıdan “verili” ve bitevi tekrarlarla ezberletilmiş seçili kelimelerle bir suni lisanın mağdurları. Aksi hâlde bunca ihanet, yalan ve alçaklığın bir toplulukça aleni kabulü, sadece bu milyonların “geri zekâlılığı” veya ihanete ortaklığı ile açıklanabilirdi.

Bu açıklama, ülkenin bir bölümünü ihanetle ithamı getirir ki hiçbir ülke bu nicelikte hainle baş edemez. Gerçek şu ki, “muhalif” duruş sergileyen bu kitle, her şeyden önce “dil-idrak” ilişkisi bağlamında dilsiz ve dolayısıyla idraksiz bırakılmış bir sürüdür. Onlar artık düşünmüyorlar. Medyanın ustaca algoritmalarla hesaplayıp sürekli karşılarına çıkardığı kavramlar, terimler ve söz öbekleriyle, zihinlerine nakşedilen ambalajlı dil ögeleriyle “hazırlanmış” düşünceleri önlerinde buluyorlar. Hazır gıdalar, ısmarlama yiyecekler gibi… Dahası, bir bedel ödemeden, hiçbir entelektüel çaba harcamadan, fikir çilesi çekmeden...

“Özgürlük, özgürlük savaşçısı, güçlü kadın, kadın hakları, eşitlik, toplumsal cinsiyet eşitliği, LGBT-İ+, trans birey, trans hüman, meta, metaverse, sanal âlem, keyif, keyfini çıkarmak, baskı, baskıcı, aydınlık kafa, karanlık zihin, dikdatör, muktedir, çomar, demokrat, hukuksuzluk, hukuk, hak ihlâli, birey, ben, benim tercihim, bana göre, vurgun, vurguncu, mülteci, Suriyeli, Suriyelilere bedava, Suriyelileri beslemek, Suriyelilere sınavsız üniversite, Suriyelilere öncelik, Suriyeli şiddeti, taciz, tecavüz, yandaş, saray, sarayın adamı, sarayın masrafları, sarayın israfları, hukuk cinayeti, adaletsizlik, yurtsever, ulusal, Silivri/Silivri soğuk, tek adam, tek adamın iki dudağından çıkan, istibdat, halk düşmanı, geri kalmışlık, az gelişmiş, Ortadoğulu, Ortadoğu bataklığı, Arap, Araplaşmak, Arapçı, Arapların ihaneti, Arap dini, Arap âdetleri, Emevi dini, uydurulmuş din, erkek egemen, erkek şiddeti, eril şiddet, zorbalık, barbar, feminizm, ekonomik özgürlük, töre, töre baskısı, töre cinayeti, uygar ülkeler, gelişmişlik, üçüncü dünyalılık, bağnaz, homofobik, modern...”

Özetle: “Duygular paketlenmiş, tecime elverişli hâldedir!”

Reklâm, dizi, film ve benzeri birçok alanda yerli yersiz tekrarlanan kelimelerle kurulan bir algı evreniyle kuşatılan zihinlerin esareti, iletişimde zaafı getirdi. İletişimde zaaf, yanlış anlamaları ve dahası birbirini anlayamamayı getirdi. Birbirini anlayamadığı için sürekli didişen bir şuursuz kitle böyle ortaya çıktı.

Metafiziğini, tarihini, kısmen inançlarını yitiren yığınlar kendilerini hayata bağlayacak vesileler aramaya başlayınca, burunlarının ucuna “ideolojiler” tutuldu. Seçme hakkı bu “-izm”ler ile sınırlandırıldı; sahnelenen tiyatroya “demokrasi” denildi.

Kısacası medyanın 19’uncu asırdan bu yana insan algılarını oluşturabilme ve muhakemeye şekil verme gücü keşfedileli beri tüm dünya, özellikle Türkiye bu aparatla fesada sevk edildi. Seçili sözcük ve söylemlerin bitevi tekrarı, kallavi yalanların, yanlışların, erdemsizlik ve ahlâksızlıkların bile süreç içinde kabulünü intac eyledi.

Birçok sözcüğe kasıtlı “sansür” uygulandı. Resmî kanallardan uygulanan sansür, bu sözcüklerin sadece kitabî kültürden değil, sosyal hayattan da silinmesine yol açtı. Silinen sadece kelimeler değil, bunların hayatımızı renklendiren, algılarımızı derinleştiren, davranışlarımıza medenî çizgiler sunan mânâlarıydı.

“Tasavvur, muhakeme, mûnis, ıstırap, yeis, melâl, hilm, ihtiras, rikkat, münasip, şefkat, zerafet, iffet, şeref, ibadet, iman, medenî, medeniyet, ümmet, inzal, umman, muamma, sâik, mutabık, tekabül, tevafuk, teessür, tebahhur, tahattur, hicap, kâfir, nifak, münasip, sebat” ve daha binlerce kelime “tabu” hâline getirildi; bilenler kullanmayınca, işitmeyenler de bu kelimelerden mahrum kaldı. Kültürel süreklilik böyle kesintiye uğratıldı.

Misal, İstanbul’un Fethi’ni “İstanbul’un işgali” şeklinde de ifade etseniz, yeni nesillerin çoğunun duyuş ve düşünüşünde hiçbir mânâ değişikliği belirmiyor artık. Çünkü dağarcıklarında “fetih” ile “işgal” kavramlarının farkını anlayabilecek dil malzemesi de, tarih şuuru da yok.

Sonuçta tüm bunlar, İstanbul’un fatihi, Kızılelma’nın meftunu asil bir milletin çocuklarını “büyüklük, yücelik” iddialarından uzaklaştırıp

basit ve güncel “kültürleşme” modasına, birbirinin tekrarı ezberlere mahkum etti. O gün bu gündür büyük millet olma iddiamız, kimi kesimler için “barbarlık, savaş çığırtkanlığı, hamaset”. Bu kesimler ıslah olmadıkça büyüklük iddialarımız tehdit altında. Vesselâm…