Dilbilgisi bilmeyen siyaset yapmasın!

Önder dedi ki, “Bize aracı gönderen, ‘Şurada kiminle çalışalım, nasıl çalışalım, şunu nasıl yapalım?’ diye fikrimizi merak eden İyi Parti, bugün bize koordinat biçemez!”. Önder belli ki, tanık olduğunu doğrudan anlatmış oldu. Bu anlatının eylem bakımından ismi “iddia” da değildir, “itiraf” da… Ya nedir? “Anlatmak”, “izah”, “beyan” vesaire…

DİLİMİZİN gramer kurallarını bilmeyen yoktur sanırım…

Yahut şöyle söyleyelim: Dilimizi kuralına uymadan kullanan yoktur.

Söylemek istediğimiz cümleyi yazıdaki gibi imlâ ve noktalama işaretlerini kullanmadan belirtiriz ama gramerinde farklı bir yapı bulunmaz.

Meselâ yemek yiyor olduğunuzu belirtirken “Yedim” demezsiniz. Zira eylem devam ediyordur…

Yahut hayâl ettiğiniz ve gelecekte uygulamayı düşündüğünüz bir eylemi “Yaparım” diye tarif etmezsiniz.

Bunun gibi, meselâ daha önce tanık olduğunuz bir olayı aktarırken, “-di’li kip eki” kullanırsınız.

Çünkü siz onu bizzat yapmış, görmüş, duymuş, eylemin kendisine şâhit olmuşsunuzdur.

Doğrudan şâhit olduğunuzu anlatırken “-di’li kip” ile cümle kurarsınız. Ve bu, sizin için bir iddia değildir. Bu bir anlatmak, söylemek eylemidir.

***

Siyaset hayatı Türkiye için pek de parlak yürümüyor.

Her gün, “Gülme komşuna, gelir başına” sözünü yaşatıyorlar politikayla uğraşanlara…

Filanca kimse falancanın sözlerine ve eylemine bir söz ettiyse, o filancayı geçmişte ettiği sözler ve eylemler nedeniyle linç ediyorlar.

Kendisini temiz tutmaya çalışanlarsa gerçekleri söylüyor, gerçeği yaşıyor ve doğru eylemlerde bulunuyorlar.

Bu duruş, İsrâ Sûresi’nin 80’inci âyetine iman edip aynıyla yaşamaktan başka bir şey değil: “Şöyle duâ et: ‘Rabbim, gireceğim yere doğrulukla girmemi ve çıkacağım yerden doğrulukla çıkmamı nasip eyle, bana tarafından yardımcı bir güç ver.’”

Bu âyeti umursamayanlarsa, “Dün dündür, bugün bugündür” şenliğindeler…

***

Sırrı Süreyya Önder, İyi Partililerden bahsettiğini belirterek, bütün açıklığıyla bazı beyanlarda bulundu Ruşen Çakır’a.

Önder dedi ki, Bize aracı gönderen, ‘Şurada kiminle çalışalım, nasıl çalışalım, şunu nasıl yapalım?’ diye fikrimizi merak eden İyi Parti, bugün bize koordinat biçemez!”.

Önder belli ki, tanık olduğunu doğrudan anlatmış oldu.

Bu anlatının eylem bakımından ismi “iddia” da değildir, “itiraf” da…

Ya nedir?

“Anlatmak”, “izah”, “beyan” vesaire…

Ancak görüyorum da, Sırrı Süreyya Önder’in, “İki kişinin bildiği sır değildir” konforunda sıraladığı ifadeler, AK Parti ve MHP tarafında “itiraf”, muhatabı olan İyi Parti tarafındaysa “iddia” diye tanımlandı.

Hattâ İyi Parti’nin kullandığı “iddia” kelimesini medya da sahiplendi.

Önder’in açıklamalarına İyi Parti’den cevap, “İddianı ispatla” şeklinde bir çıkışla geldi.

Sırrı Süreyya Önder, İyi Partililerin bu karşılıkla kamuoyu tepkisinden çekindiklerini her yönüyle görmüş olacak ki (adam senarist, bu yönünün sıkı takipçisiyim) İyi Parti’ye cevaben, “Hatırı olanları incitmek istemem” dedi.

Yani demek istiyor ki, “Oğlum, madem HDP’yle beraber anılmaktan korkuyorsunuz, ne diye bir oluyorsunuz?”. Önder, filmlerinde de böyle yapar; seyirciyi mantığa davet eder hep…

Kaldı ki, HDP’li Fatma Kurtalan, TBMM kürsüsünde İyi Partililere dönüp, “Koltuklarınızda HDP’nin oylarıyla oturuyorsunuz” dediğinde İyi Parti’den “İddianı ispatla” çıkışı gelmemişti. Bu yüzden o zaman şaşırmamışken, bu kez şaşırdım. 

***

AK Parti’nin “itiraf” tarifli değerlendirmesine gelince…

Önder, rahat rahat anlatıyor, itiraf etmiyor.

İyi Partili biri böyle bir anlatıda bulunsaydı, bu sefer adı “itiraf” olurdu.

Önder, kendilerine siyâsî alan biçmeye yeltenenlere meydan okuyor ve oturdukları yere çivi oluyor çivi. İtiraf değil, iddia değil, izah!

Yeniden dilbilgisi öğrenmeye gerek yok!

Dili ne kadar doğru anlarsak, siyaseti de o kadar doğru anlarız.

Allah, gireceğimiz yere doğrulukla girmeyi, çıkacağımız yerden de doğrulukla çıkmayı nasip eylesin! (Âmin.)