DİLİMİZİN gramer
kurallarını bilmeyen yoktur sanırım…
Yahut
şöyle söyleyelim: Dilimizi kuralına uymadan kullanan yoktur.
Söylemek
istediğimiz cümleyi yazıdaki gibi imlâ ve noktalama işaretlerini kullanmadan
belirtiriz ama gramerinde farklı bir yapı bulunmaz.
Meselâ
yemek yiyor olduğunuzu belirtirken “Yedim” demezsiniz. Zira eylem devam
ediyordur…
Yahut
hayâl ettiğiniz ve gelecekte uygulamayı düşündüğünüz bir eylemi “Yaparım” diye
tarif etmezsiniz.
Bunun
gibi, meselâ daha önce tanık olduğunuz bir olayı aktarırken, “-di’li kip eki”
kullanırsınız.
Çünkü
siz onu bizzat yapmış, görmüş, duymuş, eylemin kendisine şâhit olmuşsunuzdur.
Doğrudan
şâhit olduğunuzu anlatırken “-di’li kip” ile cümle kurarsınız. Ve bu, sizin
için bir iddia değildir. Bu bir anlatmak, söylemek eylemidir.
***
Siyaset
hayatı Türkiye için pek de parlak yürümüyor.
Her
gün, “Gülme komşuna, gelir başına” sözünü yaşatıyorlar politikayla uğraşanlara…
Filanca
kimse falancanın sözlerine ve eylemine bir söz ettiyse, o filancayı geçmişte
ettiği sözler ve eylemler nedeniyle linç ediyorlar.
Kendisini
temiz tutmaya çalışanlarsa gerçekleri söylüyor, gerçeği yaşıyor ve doğru
eylemlerde bulunuyorlar.
Bu
duruş, İsrâ Sûresi’nin 80’inci âyetine iman edip aynıyla yaşamaktan başka bir
şey değil: “Şöyle duâ et: ‘Rabbim,
gireceğim yere doğrulukla girmemi ve çıkacağım yerden doğrulukla çıkmamı nasip
eyle, bana tarafından yardımcı bir güç ver.’”
Bu
âyeti umursamayanlarsa, “Dün dündür, bugün bugündür” şenliğindeler…
***
Sırrı
Süreyya Önder, İyi Partililerden bahsettiğini belirterek, bütün açıklığıyla bazı
beyanlarda bulundu Ruşen Çakır’a.
Önder
dedi ki, “Bize aracı gönderen, ‘Şurada kiminle çalışalım, nasıl çalışalım, şunu
nasıl yapalım?’ diye fikrimizi merak eden İyi Parti, bugün bize koordinat
biçemez!”.
Önder
belli ki, tanık olduğunu doğrudan anlatmış oldu.
Bu
anlatının eylem bakımından ismi “iddia” da değildir, “itiraf” da…
Ya
nedir?
“Anlatmak”,
“izah”, “beyan” vesaire…
Ancak
görüyorum da, Sırrı Süreyya Önder’in, “İki kişinin bildiği sır değildir”
konforunda sıraladığı ifadeler, AK Parti ve MHP tarafında “itiraf”, muhatabı
olan İyi Parti tarafındaysa “iddia” diye tanımlandı.
Hattâ
İyi Parti’nin kullandığı “iddia” kelimesini medya da sahiplendi.
Önder’in
açıklamalarına İyi Parti’den cevap, “İddianı
ispatla” şeklinde bir çıkışla geldi.
Sırrı
Süreyya Önder, İyi Partililerin bu karşılıkla kamuoyu tepkisinden
çekindiklerini her yönüyle görmüş olacak ki (adam senarist, bu yönünün sıkı
takipçisiyim) İyi Parti’ye cevaben, “Hatırı
olanları incitmek istemem” dedi.
Yani
demek istiyor ki, “Oğlum, madem HDP’yle beraber
anılmaktan korkuyorsunuz, ne diye bir oluyorsunuz?”. Önder, filmlerinde de
böyle yapar; seyirciyi mantığa davet eder hep…
Kaldı
ki, HDP’li Fatma Kurtalan, TBMM kürsüsünde İyi Partililere dönüp, “Koltuklarınızda HDP’nin oylarıyla
oturuyorsunuz” dediğinde İyi Parti’den “İddianı ispatla” çıkışı gelmemişti.
Bu yüzden o zaman şaşırmamışken, bu kez şaşırdım.
***
AK
Parti’nin “itiraf” tarifli değerlendirmesine gelince…
Önder,
rahat rahat anlatıyor, itiraf etmiyor.
İyi
Partili biri böyle bir anlatıda bulunsaydı, bu sefer adı “itiraf” olurdu.
Önder,
kendilerine siyâsî alan biçmeye yeltenenlere meydan okuyor ve oturdukları yere
çivi oluyor çivi. İtiraf değil, iddia değil, izah!
Yeniden
dilbilgisi öğrenmeye gerek yok!
Dili
ne kadar doğru anlarsak, siyaseti de o kadar doğru anlarız.
Allah, gireceğimiz yere doğrulukla girmeyi, çıkacağımız yerden de doğrulukla çıkmayı nasip eylesin! (Âmin.)