Dil ve din ilişkisinde toplum

Dil, insanın iletişim aracıdır. Anlatma ve anlamada bir araçtır. Dil sade, anlaşılır, duru, iyi ve güzel ifade edildiğinde anlamı başkalaşır, değeri de artar. “Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır” meseli de buna işaret eder. İnsanların dertlerini, fikirlerini anlatamaması, anlaşılamaması, anlayamaması, kendini ifade edememesi de dile, diline bağlıdır.

DİL ve fikir üzerine çok duruluyor. Okuyan ve eli kalem tutanlar arasında bu durum sürüyor, sürecektir de. Çünkü dil, insanın, toplumun ve milletin varlık sebebidir. Bütün ifadeler onunla kendini bulur. Düşünceler dille geniş kesimlere ulaşır. Etkiler ve biraz da etkilenir. 

Dil üzerine tartışmalar başlıyor, kavgalar çıkıyor. Dil üzerinden kendi kültürünü ve ideolojisini dikte etmek, -kökü içeride veya dışarıda olsun- fikirlere yeni alanlar açmak ve meydanları doldurmak ancak lisanla mümkün olmaktadır.

Fertlerin dil ile imtihanı

Toplumu etkilemek ve güdülemek için farklı yöntem ve metotlara başvurulur. Bu yöntemler deşifre olduğunda da yeni plânlar yapılır ve devreye sokulur. Gerek alegorik ve gerek doğrudan bireylere ulaşılır. Subliminal çalışmalarla da desteklenen ve oluşturulan algılar bu fikrin birer parçasıdır. Yapılan bütün bu mücadele yani dil üzerinden verilen savaşlar, bir zihin kaymasının sağlanmasıdır.

Türk kültürü içinde köklü değişiklikler yapılmıştır. Bu değişikliklerden en önemlilerinden biri de Türklerin İslâmiyet’i kabul etmesiyle başladığı düşünülen “Arap kültürü etkisi altında kalma” iddiasıdır. Osmanlı Devleti’nin yıkılmasıyla kurulan Türkiye Cumhuriyeti, Batılı olmak üzere kendine bir yol çizmiş, dil ve yazı anlamında temelli değişimler yaşamıştır. Lâtin alfabesi tercih edilerek Türk dilini Arap boyunduruğundan kurtarmak istenmiştir. Ancak bir taraftan Arapça kelimelerden sıyrılmak isteyen genç Cumhuriyet, diğer taraftan Batı dilinin müptelası olmuştur.

Yazarların dili ve Türkçemizdeki yabancı kelimeler

Yazı dilinin zenginleşmesi ve bu dilin topluma kazandırılması hâlinde yaşayan dil de kuvvetlenecek ve zenginleşecektir.

Osmanlı’nın son dönemleri ile bugünkü dönem yazarlarının dili kıyaslandığında, Türk edebiyatında yer alan dilin farklılıklar taşıdığı da görülecektir. Günümüzde yazarlar deneme veya makalelerinde ortalama 300 ilâ 500 arasında kelime kullanmaktadırlar. Yazarlar içinde Çetin Altan’ın 700 kelime kullandığı tespit edilmiştir. Çetin Altan’a ulaşan pek fazla yazarın olduğunu da düşünmüyoruz. Birkaç yazarın yazılarına kabataslak göz attığımızda, yukarıdaki rakam ortaya çıkıyor. Birkaç örnek verelim. Meselâ, ortalama olarak Mehmet Şevket Eygi (birinci yazısında) ve Mehmet Barlas (yazısı uzun) 270 kelime, Doğan Hızlan 230, Taha Akyol 235, Refik Erduran 220 kelime kullanmıştır. Yabancılardan, toplamda Victor Hugo 20 bin, “İngilizceyi İngilizce yapan isim” olarak anılan Shakespeare ise 40 bin kelime kullanmış.

Yapılan incelemelere göre bazı ünlü yazarların söz dağarcıkları 5 bin sözcük dolayındadır. Meselâ Ahmet Mithat Efendi, eserlerini 13 bin kelime ile yazmıştır. Peyami Safa, “On Bir” romanında 6 bin 143 farklı sözcük kullanmış. Ahmet Haşim şiirlerinde bin 793, Yahya Kemal’inse 3 bin 307 söz varlığıyla dikkat çektiği belirtiliyor.

Bütün bu rakamlara bakınca şu gerçeği de görmek durumundayız: Bir kelime eğer dilimize yerleşmiş ve bize ait olmuşsa, onu silemeyiz. Kelimeler de şehirler gibidir. Uzun ömrü olanlar yaşar. Yazarlarımızın yazılarında ve eserlerinde kullandıkları farklı kelimelerin çokluğu ve azlığı, beslendiği zaman ve kaynaklar, çevresindeki ve muhitindeki kültürle de alâkalı bir hâldir.

Şimdi de dilimize giren yabancı kaynaklı kelimelerin sayısına bir göz atalım…

Türk dilinin zenginliği, Türkçede kullanılan kelimelere bağlıdır. Türk Dil Kurumu (TDK) yaptığı bir açıklamada, Büyük Türkçe Sözlüğü’nde deyim, söz, ad ve terim olmak üzere 616 bin 767 söz varlığı olduğunu belirtmiştir. Kelime açısından bakıldığında Türkçe Sözlük’te, bir görüşe göre 122 bin 423 kelime bulunuyor. Bunun 14 bin 981’i yabancı kökenli olduğunu da hatırlatalım.

Bu kelimeler arasında dikkat çeken bazı diller şunlardır: Arapça 6 bin 467, Fransızca 5 bin 253, Farsça bin 359, İngilizce 485, Rumca 400, Almanca 98, İtalyanca 89, Lâtince 78.

Başka ülkelerde yaklaşık olarak kullanılan sözcük sayısı 35-40 bin civarındadır. En fazla Türkçe kelime kullanan ülkelerden bazı rakamlarsa şöyle: Sırpçada 8 bin 742, Ermenicede 4 bin 262, Bulgarcada 3 bin 500, Farsça, Rumence, Yunanca ve Arnavutçada 3 bin, Rusçada 2 bin 500, Arapça ve Macarcada 2 bin Türkçe kelime.

Nejat Muallimoğlu, 2003 yılında ikinci baskısı yapılan “Türkçe Bilen Aranıyor” isimli oldukça hacimli ve önemli gördüğüm kitabında Sırpçaya 6 bin 600 kelimenin Türkçeden girdiğini aktarmıştır. Bu rakam günümüz verilerine göre biraz önce de belirttiğim gibi 8 bin 742. Bu konuyla ilgili bilgiyi de Yugoslav bilgin Abdullah Skaljic’in verdiğini söylüyor. Yani bu incelemeyi bizler yapmamışız.

Türk dilindeki yenileşme hareketleri, ilmî gerekçelere sığındırılmak istenmiştir. Bir dönem halkın da anlamakta güçlük çektiği bir dil kullanılmıştır. Dil, dede ile torun arasında koparılması güç ve fakat en önemli ve öncelikli anlaşılır bir iletişim aracı olmalıdır. Dilde, zamanla yeni türetilen kelimeler ve bazı eserlerde yapılan sadeleştirmeler nedeniyle sorunlar yaşandığını düşünmekteyiz. Yaşayan dilde zamanla bir değişim kaçınılmaz olmaktadır.

Eskilerin bir İstanbul Türkçesi vardı. İstanbul Türkçesi, bugünkü yazı dilimizin, başka bir ifadeyle edebî dilimizin temelini oluşturan, yöresel ağız ve lehçelerden etkilenmemiş ve “gerçek Türkçe” olarak adlandırılan Türkçedir. İstanbul’un, yüzyılların kültürel merkezi ve başkenti olması, bunun en temel sebeplerindendir.

Yaşayan dildeki farklılıklar, doğrudan yapısal değişiklikler kadar Türkiye’de azınlıklar da dâhil konuşulan dillerdir. Anka Haber Ajansı’na göre azınlık dilleri olarak Rumca, Ermenice, modern İbranice, azınlık diller haricindeki Kürtçe, Arapça, Gürcüce, Lazca ve Abazaca gibi Kafkas kökenli dillerse yerel diller sınıfına girerken, Boşnakça ve Kazakça gibi diğer diller ise toplu göçler sonucunda Türkiye'de konuşulan diller arasında yer alıyor. Ancak burada en önemlisi de toplumun yaşayan dil içindeki yeridir. Toplum az miktarda farklı kelimelerle meramını ifade ederken dil de hayli kısırlaşmış oldu.

Yazarlarımızın eserlerinde kullandıkları farklı kelimelerin çokluğu ve azlığı, beslendiği zaman ve kaynaklar, çevresindeki ve muhitindeki kültürle de alâkalı bir hâldir. 

Dil, fertler, toplum ve…

Fertlerin çok az ve farklı sayılamayacak kelimelerle konuşması, Türk diline hassasiyet gösterilmemesinin de bir sonucudur. Türk dilinin bu hâlde olmasının nedeni de kısır kelime haznesidir.

Türk dilinin nasıl bir hüviyet kazandığını görmek için yazarların, sokakların ve kırsal kesimin diline bakmak lâzımdır. Meselâ kırsal kesim insanlarının günlük kullandıkları kelime sadece 40-50’dir. Bu sayı sokaklarda ortalama 100-150, büyük kitledeyse ortalama 400 kelime civarındadır. Bu duruma göre kullanılmayan veya az kullanılan bazı kelimeler körelir ve yok olur. Bu durum Türk dili için önemli bir zafiyettir.

7 bin 250 kişiye bir kitabın düştüğü belirtilen ülkemizde durum maalesef hiç de iç açıcı değildir. Kelimelerin fazla kullanılmaması, kitapların pahalı olması gibi ucuz bir gerekçeye sığdırılamaz. Ancak şu gerekçeler ileri sürülebilir: Yeteri kadar beyin jimnastiği yapmamak, okuma ve düşüncede tembellik, edebiyata ilgisizlik, sık kullanılan kelimeleri kullanmamak ve kaldırmak, toplumun bilinçleşmesini engellemek ve daha kolay yönlendirip yönetmek…

“Çocuk ve gençlerimizin sahip olması gereken kişisel kelime serveti konusunda millî hedeflerimizin olmaması önemli bir eksikliktir. Araştırmalar, kişisel kelime serveti konusunda gelişmekte olan ülkelerin bile çok gerisinde kaldığımızı gösteriyor. Emperyalist emellerin esiri olmamak, çağın gerisinde kalmamak ve gelişen toplumlarla rekabet edebilmek için bu gücü yeniden keşfetmek ve ona sarılmak zorundayız.” (Celal Demir)

Her türlü zenginliğimiz kelimelere bağlı olduğuna göre, Türk dilinin gelişmesi sağlanmalıdır. Düzgün ve farklı kelimeler kullanılmalı, yaşayan dil korunmalı, kelimelere önem ve gereken değer verilmelidir.

Dil ve din

Dil, insanın iletişim aracıdır. Anlatma ve anlamada bir araçtır. Dil sade, anlaşılır, duru, iyi ve güzel ifade edildiğinde anlamı başkalaşır, değeri de artar. “Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır” meseli de buna işaret eder. İnsanların dertlerini, fikirlerini anlatamaması, anlaşılamaması, anlayamaması, kendini ifade edememesi de dile, diline bağlıdır.

Dil, toplum içinde birlikteliğin bir unsurudur. Bir milleti meydana getiren etmenler, vatan, dil, din ve tarih birliğidir. Bu unsurlar çatıştığında veya çatışmalı hâle geldiğinde vatan tehlikeye girer.

Tarih sahnesinden silinen milletler vardır. Bir millet dilini kaybettiğinde hafızasını, benliğini ve dinini de kaybeder. Sömürgeci ülkeler bir milleti sömürmeye başladığında, iç savaş çıkarmak suretiyle hedef aldığı hafıza merkezlerine saldırır. Bu mekânlar mezarlıklar, nüfus kayıtları ve tapu kayıtlarının tutulduğu yerlerdir. Dil, bir milletin hafıza merkezidir. Kültür, sanat, din, tarih, edebiyat gelenek ve görenekler, dille muhafaza edilir. Yavuz Bülent Bakiler dil meselesi bahsinde şöyle diyor: “Dilimize Arapça ve Farsçadan girmiş, bin yıldan daha fazla kullandığımız, Türkçeleşen onlarca, yüzlerce kelimeyi attık. Birçok kavramı tek bir kelimeyle veya tek bir kavramla karşılamaya çalışarak kelime ve kavramları dilimizden çıkardık. Neticede dilimiz fakirleşti. Ahenk ve uyum bozuldu. Zevk kayboldu. Türk dünyası ile anlaşmamızı sağlayan ortak kelimelerin atılmasıyla da onlarla olan bağlarımızda, iletişimimizde bir zayıflama meydana geldi. Genç nesiller, öncekilerin konuştuklarını, yazdıklarını anlamaz oldular.”

Asur Devleti ve milleti, dilini kaybettiği için yalnız tarih kitaplarında kaldı. Asurîlerin onda biri kadar kudretli ve ehemmiyetli olmayan Lehler, Çekler, Romenler, Sırplar, Finler ise dillerini saklamak sayesinde asırlardan sonra yine dirilebildiler.

Edebiyatımız üstün, dilimiz güzel, iyi ve güçlü olmalıdır. Dinimizi de bu güzellikler içinde öğrenerek yaşamalıyız. Din de iyi, güzel bir dille daha iyi anlaşılacak ve öğrenilecektir.

Dil ve din, kimlik donanımımızın etkin bir şekilde ortaya konmasıdır. Dil geçmişin geleceğe aktarımında aracılık ederken, din de bu aktarımın değer sabitelerini ihtiva eder. Devamlılık içinde, kültürel varlık taşıyan kimlik de din olgusudur. Dil bizi yaşadığımız evrende inceliklerle donatırken, din de o inceliklere manevî bir ruh verir. Bizde dil, kültür ve din iç içe geçmiştir. Dili kaybetmekle dinin de kaybolması arasında fazla bir fark yoktur. Birbirine bağlı değerlerden olmak üzere dille din bütünlüğünün kökleri çok önemli ve anlamlı bir derinliği ifade etmektedir.