Dil ve benlik

Gelecekte neslimizden olanların “Dün ne yaşandı?” sorusuna cevabı yine dilde bulacakları kesindir. Dilini değiştirmiş bir toplumun tarihi, kültür ve medeniyeti, örf ve âdetleri de değişeceği için o toplum yok olacaktır.

İNSANLIĞIN ikinci atası Hazreti Nuh’un (as) tufan sonrası evlatları yeryüzüne yayılmış ve çoğalmıştır. Farklı coğrafyalarda harcanan asırlar aynı babadan ve Hazreti Âdem (as) neslinden olan soy doğal değişimlere uğramış ve nihayetinde halklar ortaya çıkmıştır.

Her toplum, yazılan kader gereği coğrafî sebeplerle, başka dış etkenler ve kişiliklerin değişimleri sonucu farklılıkları belirginleşerek diğerlerinden ayrılmıştır. Zaman değirmeninin önünde toz olan asırlar ortaya birbirinden farklı kimliklerde halklar çıkarmıştır.

Halkların zaman içinde topluma/millete dönüşmesini sağlayan bazı temel sütunlar vardır. Elbette ilki dildir. Dil, ortak geçmiş yani tarih, yaşanmış ortak acı ve sevinçlerin neticesinde meydana çıkan kültür, medeniyet ve de toplumsal yaşamı düzenleyen sözlü veya yazılı kurallar yani örf, âdet, gelenek ve yasalar, toplumları ayakta tutan temel sütunlardır. Bu sütunlara dini de eklemek mümkündür ama dinin evrensel olması, tüm insanlığa indirilmiş ve tüm insanlığın yaşam koşullarını, birbirleri arasındaki düzeni sağlayan, ayrıca ahiret yurduna gidecek insanoğlunun ebedî hayatını kurtarmaya yönelik olması sebebiyle doğrudan bu sütunlar arasına girmemektedir. Yine de din, tüm insanlığın kurtuluşuna vesile olacak yegâne olgudur.

Dil, bir toplumun varlığının ve yaşadığının ispatıdır. Ortaya çıktığından bu yana bir halka ait tüm yaşanmışlıkları, sevinçleri, kederleri, zafer veya yenilgileri bünyesinde biriktirmiş, yaşadığı gün hissedilen duyguları asırlar sonrasına aktarmıştır. Bin yıl evvel söylenmiş bir cümleyi bin yıl sonra aynı mânâ ve hisle anlayabilmenin sırrı, dilin önemli bir özelliğidir. “Dil yaşayan bir varlıktır” denilir. Doğrudur. Dünü bugüne, bugünü yarına bağlayan en temel hazine, dilin bu canlılığıdır. “Gök girsin, kızıl çıksın” ifadesi neredeyse iki bin yıl evvel söylenmiştir örneğin. Ya da “Gel gör beni, aşk neyledi” dizesi yarım asırdan fazla zaman önce söylendi. Lâkin bugün tüm modern zamanların değişimine ve güncellemesine rağmen bu iki ifadeyi aynıyla, tıpkı o günkü mânâsıyla anlayabiliyoruz. Bunun en önemli sebebi, aynı dil ve aynı hissiyattır.

Günümüzde değişime uğrayan dilimiz gelişmekle birlikte bir yandan da zayıflamaktadır. Değişime uğrayan kelimeler erozyona uğratsa da dili değiştirmez. Lâkin değişim eğer kontrollü olmazsa bu defa anlam ve hissiyatta değişim olacak, devamında süregelen anlayışla birlikte toplumsal benlik değişime uğrayacaktır. Buna asla müsaade edilmemelidir.

Dil, bir toplumun anahtarıdır. Bu anahtar bin yıl evvel söylenmiş ağıtın taşıdığı kederi, sevinçle söylenmiş türkünün neşesini bugüne taşıdı. Yarın da aynı olabilmesi dilin yarınki toplumumuza aktarılmasına bağlıdır.

Gelecekte neslimizden olanların “Dün ne yaşandı?” sorusuna cevabı yine dilde bulacakları kesindir. Dilini değiştirmiş bir toplumun tarihi, kültür ve medeniyeti, örf ve âdetleri de değişeceği için o toplum yok olacaktır. Asimile olacak ve benliğini kaybedecektir. İşte bu noktadan nazar-ı dikkat çekildiğinde, dilin bir millet için aslında hayatî öneme haiz olduğu ortadadır. Bu varlığı elimizden almaya çalışanların aslında benliğimize kastettikleri gerçeğini idrak edip kabul etmek durumundayız.

Türkçemiz, bütün bir milletin ortak paydası olmakla birlikte bizi bir arada tutan temel sütundur. İnşâ edilen temelsiz ve sütunsuz binalar her darbede sallantıya girecek, herhangi bir büyüklükteki depremde yerle yeksan olacaktır. Dil de benzer durumda toplumumuzu ayakta tutan sütunlarımızın en büyüğüdür. Sahip çıkılması gerektiği hususu tartışmasızdır. Binlerce yıllık tarihimizin, kültür ve medeniyetimizin, örf ve âdetlerimizin bekçisi dildir. Atalar mirası yurdumuzun her bir karışı için verilen şehitler, aslında yurdumuzu korumakla birlikte ortak tüm değerlerimizi de korumak içindir. Onların canlarını, gazilerimizin kanlarını vererek koruduğu temel değerlerimizi günün modern dünyasının değişimine kurban veremeyiz.

“Global, küresel, modern” gibi süslü ve şaşaalı kelimelerle dikta edilmek istenen meselenin özünde küresel güçler için birden fazla çıkar hesabı vardır. Bu çıkarlardan biri de toplumların dil, din, kültür, medeniyet ve milletlere ait özlük olgularını yavaş yavaş aşındırarak gelecek kuşakları farklı bir yapıya büründürmektir. “Özgürlük, moda ve günün gereksinimleri” adı altında dikta edilen kavramlar ve o kavramların arkasına gizlenerek yapılmak istenen değişim yalnızca onların amaçlarına hizmet eden bazı puslu ve tuzaklı yollardır.

Modern dünya her anlamda gelişim kaydederken bazı milletler benliklerine sıkı sıkıya sarılmaktadır. Onların bu davranışları kendilerini modern dünyanın nimetlerinden yoksun bırakmıyor. Bırakmaz da. Ama “modern dünyanın gerisinde kalmamak” adı altında elimizden alınmak istenen dil, tarih ve kültür gibi değerler bizi biz olmaktan çıkaracaktır. “Gelişimin önüne engel teşkil ediyor” görüntüsü verilmek istenmesi de bunun doğru olduğunu göstermez. Bilakis her toplum kendi benliğiyle daha ileriye gidebilecek, kendi diliyle daha kıymetli olacak, kendine özgü kavramlarıyla geleceğe yürüyecektir.

Gelecek binyıllarda yeryüzünde Türk devleti olsun, Türk Milleti olsun istiyorsak, varlığımız olan dilimizi, dinimizi, tarihimizi, kültür ve medeniyetimizi yurdumuzla birlikte korumalı ve genç nesle en iyi şekilde aktararak sancağı onlara devretmeliyiz. Her daim artan zorluğuyla dün daha kolay olan meseleler bugün daha karmaşık ve zorlu olmuşken, bilinmelidir ki, gelecek kuşaklarımızın karşılaşacağı zorluklar daha ağır olacaktır. Bu vesileyle gençlerimizi “Biz” kavramıyla yetiştirmek ve onları daha ağır imtihanlara hazırlamak zorundayız.

Esenlikler diliyorum.