Dil bilmek, dilenmek, dillenmek

15 Temmuz 2016 gecesini cansiperane yaşayan aziz milletimizin başında, tıpkı bu eylemdeki gibi, istediklerini bizzat çalışıp kazandığı için yabancı dil öğrenmeye fırsatı kalmamış bir Başkomutan vardı. Yıllarca başında bulunduğu ülkesini temsilen katıldığı uluslararası plâtformlarda yabancı dil bilmediğini açık açık göstermişti. Ondan hazzetmeyenler, hazmedemedikleri her başarısının ardından bu detayın üzerine çullanmaya çalıştılar…

BUNDAN tam 5 yıl önce, Fransız Le Figaro gazetesinde yayınlanan bir makalenin ufak bir paragrafında şöyle bir not yer aldı:

“Türkler, meydanlarda sırayla nöbet tutuyorlar. Yorulan, dinlenmek için evine giderken yerine bir başkasını bırakıyor ve ‘Bir sıkıntı çıkarsa bana haber ver’ diyor. Türklerin ‘sıkıntı’ diye basitçe bahsettiği şey; tank, helikopter ve uçak!”

***

İstediğiniz şeyi elde etmek için ya çalışırsınız ya da o şeye sahip olan başka birinden onu istersiniz. Çalışmakta gözünüz yoksa, istediğiniz şeye sahip olana yönelirsiniz. Bu yönelmenin ilk şartı, o şeye sahip olanı ikna etme kabiliyetine ermektir. İkna etme kabiliyetinin en önemli işareti, ikna edilecek tarafın dilini bilmektir. Dilini bilmediğiniz kişiyle iletişim kuramazsınız zira. Bu eylemin en bariz örneğini “dilenci” teşkil eder.

Dilenci, dilenerek kazanacağı para yahut nesne için dilendiği kişilerin önce önlerinde eğilir. Doğrusu eğilmek, nefsin dilinden anlamak yani nefsin dilini bilmektir. Daha sonra, meselâ “Allah rızası için” diye başlıyorsa “istemek” konuşmasına, din eksenindeki dilden anlıyor demektir. Yahut “Evlâtlarının acısını göstermesin” diye başlamışsa sözüne, vicdan eksenindeki dilden anlıyor demektir. Yani dilenci, birden fazla dilden anlar, birden fazla dilde konuşur. Fakat dilencinin dilinin, nutkunun tutulduğu anlar vardır. Meselâ zabıta gördüğünde dili de tutulur, nutku da. Önce eğilmek dilini unutuverir aniden. Sonra bildiği bütün cümleleri…

İstediğiniz şeyi elde etmek için bizzat siz çalışmışsanız, dil bilmenize gerek yoktur. Zira onu siz anlatmazsınız, başkaları kendi dillerine çevirerek anlatırlar.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne sadakatle bağlı bu memleketin aziz insanları, 15 Temmuz 2016 gecesi, istedikleri şeyi bizzat çalışarak kazanmanın arzusunu, kimseden asla bağımsızlık ve gelecek dilenmeyeceklerini bütün asaletleriyle gösterdiler. Bundan tam 5 yıl önce, necip milletimizin varlığı karşısında Türkiye’nin düşmanlarının dilleri tutuldu. İrademiz, dilencinin karşısına aniden çıkan zabıtayı andırmıştı belki de. Ve necip milletimizin bizzat fedakârane eylemini kendi dillerine çevirerek birbirlerine anlattı bütün dünyanın insanları. Başa taşıdığımız gazete makalesinde anlatılan da tam buna misâldi.

***

15 Temmuz 2016 gecesini cansiperane yaşayan aziz milletimizin başında, tıpkı bu eylemdeki gibi, istediklerini bizzat çalışıp kazandığı için yabancı dil öğrenmeye fırsatı kalmamış bir Başkomutan vardı. Yıllarca başında bulunduğu ülkesini temsilen katıldığı uluslararası plâtformlarda yabancı dil bilmediğini açık açık göstermişti. Ondan hazzetmeyenler, hazmedemedikleri her başarısının ardından bu detayın üzerine çullanmaya çalıştılar.

Davos’taki “Van minuts” çıkışını hatırlıyoruz meselâ… Hem İngilizce gramer kalıbına, hem de telâffuza hiçbir şekilde uymuyordu bu ifade, ancak bu eylemde kullanılan ifadenin ne anlama geldiğini değil İngilizce bilenler, Afrika ya da Avustralya’daki yerel kabilelerin üyeleri dahi anlayabilirlerdi. Anlamışlardı da…

Peki, dil bilmeyen o lider bu ülkeye ne kazandırdı? Dillenmeyi… O güne kadar suspus kalmış, eğilmiş, ne kendisine, ne de kardeşlerine yetebilmiş bir hâldeyken ülkemiz, o liderle birlikte dillendi, itiraz etti, kutlu kıyamda baş çeker hâle geldi.

Ya dil bilenler ne yapmışlardı? Anlattık ya dilenciyi… Halkın karşısında seçim zamanlarında “eğilenler”, seçim sonrasında asıl hizmet ettiklerinin dillerini en akıcı gramer ve telâffuz uygulamalarını sergileyerek onların önlerinde eğildiler. Bu dil bilenlerin son dil tutulması 15 Temmuz’da oldu işte! Öyle tutulmuştu ki nutukları, ne diyeceklerini bilemedikleri için kendilerini zorlaya zorlaya “Tiyatro!” deyiverdiler meselâ. Sonra en adi dilenciden daha adi bir başka zorlamayla, “Kaçacaktı” dediler. Değil dilleri ve nutukları, akılları da tutulmuştu zira. Öyle ya, “O yaptı” demek için “Tiyatro” diyenler, derin bir çelişkiyle, ikinci bir alternatif olarak “Kaçacaktı” dediler ve iftirada karar dahi kılamadılar.

O Başkomutan ise ne kaçtı, ne tiyatro organize etti. Onun sadece bu milletin dilinden anladığını fark eden işgalci darbenin failleri ise, bu kez uluslararası plâtformlarda, mahkemelerde ve toplum arasında sızdırdıkları nifak tohumlarıyla dilenmenin yollarını aradılar. Huylu huyundan, dilli dilinden vazgeçmiyor zira.

15 Temmuz’u unutmamak, yeniden ve yeniden okuyup anlamak üzere, selâm ve duâ ile…