BUNDAN
tam 5 yıl önce, Fransız Le Figaro gazetesinde yayınlanan bir makalenin ufak bir
paragrafında şöyle bir not yer aldı:
“Türkler,
meydanlarda sırayla nöbet tutuyorlar. Yorulan, dinlenmek için evine giderken
yerine bir başkasını bırakıyor ve ‘Bir sıkıntı çıkarsa bana haber ver’ diyor.
Türklerin ‘sıkıntı’ diye basitçe bahsettiği şey; tank, helikopter ve uçak!”
***
İstediğiniz
şeyi elde etmek için ya çalışırsınız ya da o şeye sahip olan başka birinden onu
istersiniz. Çalışmakta gözünüz yoksa, istediğiniz şeye sahip olana
yönelirsiniz. Bu yönelmenin ilk şartı, o şeye sahip olanı ikna etme
kabiliyetine ermektir. İkna etme kabiliyetinin en önemli işareti, ikna edilecek
tarafın dilini bilmektir. Dilini bilmediğiniz kişiyle iletişim kuramazsınız
zira. Bu eylemin en bariz örneğini “dilenci” teşkil eder.
Dilenci, dilenerek kazanacağı para yahut nesne için dilendiği kişilerin önce önlerinde eğilir. Doğrusu eğilmek, nefsin dilinden anlamak yani nefsin dilini bilmektir. Daha sonra, meselâ “Allah rızası için” diye başlıyorsa “istemek” konuşmasına, din eksenindeki dilden anlıyor demektir. Yahut “Evlâtlarının acısını göstermesin” diye başlamışsa sözüne, vicdan eksenindeki dilden anlıyor demektir. Yani dilenci, birden fazla dilden anlar, birden fazla dilde konuşur. Fakat dilencinin dilinin, nutkunun tutulduğu anlar vardır. Meselâ zabıta gördüğünde dili de tutulur, nutku da. Önce eğilmek dilini unutuverir aniden. Sonra bildiği bütün cümleleri…
İstediğiniz
şeyi elde etmek için bizzat siz çalışmışsanız, dil bilmenize gerek yoktur. Zira
onu siz anlatmazsınız, başkaları kendi dillerine çevirerek anlatırlar.
Türkiye
Cumhuriyeti Devleti’ne sadakatle bağlı bu memleketin aziz insanları, 15 Temmuz
2016 gecesi, istedikleri şeyi bizzat çalışarak kazanmanın arzusunu, kimseden
asla bağımsızlık ve gelecek dilenmeyeceklerini bütün asaletleriyle gösterdiler.
Bundan tam 5 yıl önce, necip milletimizin varlığı karşısında Türkiye’nin
düşmanlarının dilleri tutuldu. İrademiz, dilencinin karşısına aniden çıkan zabıtayı
andırmıştı belki de. Ve necip milletimizin bizzat fedakârane eylemini kendi
dillerine çevirerek birbirlerine anlattı bütün dünyanın insanları. Başa
taşıdığımız gazete makalesinde anlatılan da tam buna misâldi.
***
15
Temmuz 2016 gecesini cansiperane yaşayan aziz milletimizin başında, tıpkı bu
eylemdeki gibi, istediklerini bizzat çalışıp kazandığı için yabancı dil
öğrenmeye fırsatı kalmamış bir Başkomutan vardı. Yıllarca başında bulunduğu
ülkesini temsilen katıldığı uluslararası plâtformlarda yabancı dil bilmediğini
açık açık göstermişti. Ondan hazzetmeyenler, hazmedemedikleri her başarısının
ardından bu detayın üzerine çullanmaya çalıştılar.
Davos’taki
“Van minuts” çıkışını hatırlıyoruz meselâ… Hem İngilizce gramer kalıbına, hem
de telâffuza hiçbir şekilde uymuyordu bu ifade, ancak bu eylemde kullanılan
ifadenin ne anlama geldiğini değil İngilizce bilenler, Afrika ya da
Avustralya’daki yerel kabilelerin üyeleri dahi anlayabilirlerdi. Anlamışlardı
da…
Peki,
dil bilmeyen o lider bu ülkeye ne kazandırdı? Dillenmeyi… O güne kadar suspus
kalmış, eğilmiş, ne kendisine, ne de kardeşlerine yetebilmiş bir hâldeyken
ülkemiz, o liderle birlikte dillendi, itiraz etti, kutlu kıyamda baş çeker hâle
geldi.
Ya
dil bilenler ne yapmışlardı? Anlattık ya dilenciyi… Halkın karşısında seçim
zamanlarında “eğilenler”, seçim sonrasında asıl hizmet ettiklerinin dillerini
en akıcı gramer ve telâffuz uygulamalarını sergileyerek onların önlerinde
eğildiler. Bu dil bilenlerin son dil tutulması 15 Temmuz’da oldu işte! Öyle
tutulmuştu ki nutukları, ne diyeceklerini bilemedikleri için kendilerini
zorlaya zorlaya “Tiyatro!” deyiverdiler meselâ. Sonra en adi dilenciden daha
adi bir başka zorlamayla, “Kaçacaktı” dediler. Değil dilleri ve nutukları,
akılları da tutulmuştu zira. Öyle ya, “O yaptı” demek için “Tiyatro” diyenler,
derin bir çelişkiyle, ikinci bir alternatif olarak “Kaçacaktı” dediler ve
iftirada karar dahi kılamadılar.
O
Başkomutan ise ne kaçtı, ne tiyatro organize etti. Onun sadece bu milletin
dilinden anladığını fark eden işgalci darbenin failleri ise, bu kez
uluslararası plâtformlarda, mahkemelerde ve toplum arasında sızdırdıkları nifak
tohumlarıyla dilenmenin yollarını aradılar. Huylu huyundan, dilli dilinden
vazgeçmiyor zira.
15
Temmuz’u unutmamak, yeniden ve yeniden okuyup anlamak üzere, selâm ve duâ ile…