BİR kelime tutun! Sıfat cinsinden, isim ya da tanım… Bir eşya da olabilir, bir imge de… Yeter ki içinizden anlamını bildiğiniz, en azından bildiğinizi umduğunuz bir masum kelimecik tutun.
Ben tuttum. Benim tuttuğum kelime üzerinden yola revan olalım. Siz de kendi masum, anlamlı, kendi hâlinde kelimenizle bu anlam yolculuğuna başlayın. Bakın, neler olacak!
Benim tuttuğum kelime şu: “Kelime”…
Evet, “kelime” kelimesi üzerinden anlam çöküşünün nasıl el yordamıyla dizayn edildiğine ve bunun özel hayatlarımızdaki yıkımına -anahtar deliğinden de olsa- bakışı hedefleyen yolculuğumuz başlamıştır. Herkes kemerlerini bağlasın, arkasına yaslansın, dehşet verici manzarayı seyre dalsın. Yolculuk boyunca bu çetrefilli, kavisli, tümsekli, yer yer fırtınalı, taşlı çakıllı ve bol sarsıntılı dakikalar için kendi adıma şimdiden özürlerimi iletiyorum. Fakat asıl özür dilemesi gerekenler, şu anda başka anlamların içini boşaltmakla, onları yerle yeksan etmekle ve hepsinden de ziyade zıt anlamlara boyamakla meşguller. Kim bilir, belki bu meşguliyetleri bitince onlar da bir özürlük zaman dilimini size ayırırlar. Ama şimdilik bu âcizle yetinmeniz gerekecek.
“Kelime” kelimesinin anlamı, TDK’da, “Anlamlı ses veya ses birliği, söz, sözcük, lügat”. Ne hoş! “Anlamlı ses birliği” kulağa ne kadar da şairane geliyor. Şimdi siz hangi kelimeyi yolculuğunuza arkadaş seçtiyseniz, muhakkak kendileri de anlamlı ses birliğinden müteşekkildir. Kıymetini bilmek gerek bu anlamlı seslerin. Zira kâinat son birkaç yüzyıldır anlam boşluğunda birbirine çarpıp duran ses birlikleriyle hayli yorulmuş durumda.
Hani ilkel kabilelerin dış dünyayla en ufak bir temasa geçmeden evvelki tahayyülleri hep öyledir ya; konuşmayı bilmezler, madde ve eşyaları vurgusal seslerle tanımlar ve birbirlerine öyle hitap ederler. Her ne kadar akla yatkın olmasa da genel-geçer masallardan biri böyledir. İşte tam da böyle bir hâl üzereyiz. Fakat sözlüklerde kullandığımız kelimelerin mealen karşılıkları olduğundan, her şeyi kendi anlamıyla kullandığımızı varsayıyoruz. Farazi bir bakışla, ilkel toplulukların ekseri tek heceli vurgu seslerinden bile daha zavallı bir hâldeyiz.
Diyeceksiniz, “Bir kelime kayıpsa ne çıkar? Bir anlam düşmüşse ne kaybederiz?”. Hemen bu kısmı da izah edeyim de bu sancılı yolculuğa katlanacak güçlü bir içtepimiz olsun. Bir anlam kaybı ya da kayması, millî, dinî, ahlâkî, ailevî, insanî, imanî çöküşleri halka halka birbirine ekler, meydana gelen devasa zincirler insanın boğazını sıkar, kıt nefes bir ömürde düşünme, düşünceyi eyleme dökme melekelerini oksijensiz bir vasatta hiç eder. İşte bu yüzden bütün anlam düşmeleri, kişinin katlini gerçekleştiren bir yıkıcılığa sahiptir. Evet, sanırım şimdi bu buhranlı yolculuğa tahammülü gerekli kılan bir tehditle karşı karşıyayız. O hâlde sevgili kelimeciklerimize neler yaptılar, birlikte göz atalım…
Kelimelerimize neler yaptılar?
Benim bu yolda bavuluma koyduğum “kelime” kelimesi hâlâ kendi öz anlamıyla kullanımda bulunuyor. O hâlde birtakım senaryolar, varsayımlar ve simülasyonlarla öncelikle bu kelimeyi anlamından kopartalım. Yukarı paragrafta verdiğim anlamı hatırlayın: “Anlamlı ses veya ses birliği”...
Kelime kavramının anlamını kırpar ve ona “Ses veya ses birliği” dersek, işte daha ilk elden “anlamlı” sıfatını elemek suretiyle anlamı kaybetmiş bulunuyoruz!
Kavramı tamamen yok etmedik, sadece bir kısmını çıkardık. Fakat bu yolla devasa bir medeniyetten ilkel bir kabileye geçişi sadece bir kelimeyle tamamlamış bulunuyoruz. Artık biri size gelip de hiçbir anlama işaret etmeyen, tek ya da çok heceli seslerle hitap ettiğinde ona herhangi bir eleştiride bulunamazsınız. Onu yargılayamaz ya da cehaletle suçlayamazsınız. Fakat siz anlamlı bir kelimeyle ona karşılık verdiğinizde anlaşılmayacak ve hatta kabile üyesi tarafından hayretle karşılanacaksınız. Eğer anlaşabilecek olsanız ve bir münakaşaya girme gafletine düşseniz, size söyleyeceği ilk şey, “Anlamlı seslerle konuşmak cehalettir” olacaktır.
Bu daha ilk tümsekti. Hemen düştünüz mü yoksa? Daha durun, yolumuzun bundan sonrası devasa çukurları ve devasa tümsekleriyle, tam bir iç organ mafyasının eline düştüğünüz hissiyatını doğuracak! Zira bu iniş çıkışlar ve süratimiz, iç organların birbirine çarpmasıyla acı verici bir hâl alabilir. İçinize dikkat edin!
Şimdi diyelim ki, bu “kelime” kelimesinin anlamını kırpmak kadar zarif bir saldırıyla yetinmedik ve modern, çağdaş, asrî, gelişime açık, bağnazlıktan kurtulmuş, gelenekselci baskıcılığı yıkmış bir vizyonla değişime gittik. (Bu arada saydığım tüm bu sıfatlar ironi amacıyla kullanılmıştır.) Hani değişim dedikleri “geleneği yıkmak, anlamı bozmak ve güya çağa ve çağın dinamiklerine ayak uydurmak” olarak benimseniyor ya (işte anlamı yok edilmiş kelimelerden birkaçı da “değişim ve gelişim” ama şimdi konumuz bu değil), biz de bu genel kabule ayak uyduralım. O hâlde artık bu gerici(!), gelenekçi(!), bilim çağından uzak anlamı değiştirmek boynumuzun borcu(!). Hâlâ ironi yapıyorum.
“Kelime” kelimesinin açılımını çağdaş bir anlamla değiştirmek ve kendimizi daha aydın hissetmek üzere şöyle bir şey yapalım. Tekraren hatırlatmak zorundayım, affola!
Kelime, “Anlamlı ses veya ses birliği” demekti. Şimdi biz hem çağa uysun, hem de absürt karşılanmasın istiyorsak, biraz taklitçi olmak durumundayız. Eski anlamdan çok uzaklaşmadan bu köhnemiş anlama değer katmalıyız(!). Tahmin ediyorum ki siz çok daha iyisini yaparsınız ama ben makalenin devamlılığını sağlaması açısından, daha doğrusu bu zorlu yolculuğu tamamlayabilmek muradıyla basit bir örnekleme yapacağım. Artık “kelime” kavramının yeni ve çağdaş anlamı şöyle olsun: “Kelime: Herkese göre değişebilen anlamları olan ses veya ses birliği.”
Buyurun, bir düşünce yolu açtık, sırf daha çağdaş olabilmek adına geldiğimiz şu çöküşe bakar mısınız? Daha yenilikçi, daha özgürlükçü ve daha kişisel, daha global, insan haklarına uyumlu -artık ne kadar överseniz övün- bir kelimeciğimiz var. O eski baskıcı ve gelenekçi anlamı yok ettik. Ne kadar da aydın, ne kadar da vizyon sahibi, ne kadar da çağa uyumlu ve ne kadar da özgürlükçüyüz! Ne demek öyle “anlamlı ses birliği”? Anlam nedir? Kime göre anlam? Hem herkes bir birey değil mi? Herkesin kendine göre bir anlam anlayışı vardır. Sana göre anlamsız olan bana göre anlamlıdır. Falan filan…
Bu modern argümanlar her yere uyuyor nasıl olsa, burada da kullanalım gitsin. Bireysellik, özgürlük, şahsî düşünce dedin mi, bırakın anlamları değiştirmeyi, anlamları öldürüp üzerinde tepinseniz de kimsenin gıkı çıkmaz. Neyse, yola devam edelim; hava gitgide kararıyor, gün batmadan adrese varırız inşallah…
Şimdi ne oldu? “Anlamlı ses birliği” yerine “Herkese göre değişebilen anlamları olan ses birliği” dedik de ne kaybettik? Tümsek bunun neresinde? Hani o çetrefilli yollar, fırtınalar, çakıllar taşlar, hani iç organların birbirine çarptığı buhranlı yol?
Şöyle söyleyeyim efendim: Bir yardımcı oyuncu olarak burada daha kıymettar bir kelimeye rol veriyorum. Yardımcı oyuncumuz, “onur” olsun. Onur bir kavram, bir kelime… Bir anlama işaret ediyor. Nedir anlamı? Öz saygı, şeref, haysiyet… Tabiî bu kelimelerin de açılımlarına bakınca “onur” kavramı daha net hatlarla ortaya çıkacaktır. Ama ben hemen toparlayayım. Onur, belli sınırlar içinde kalabilmiş insanlar için geçerlidir. Hayatta geçilmez sınırları olan ve bu sınırlar da İlâhî mizana ve insanî fıtrata dayanan kişiler, yaşamları boyunca onurlu kalabilirler. Hırsızlıkla, haramla zengin olan bir insanda onurdan bahsedemeyeceğimiz gibi, namus kavramını hiçe sayarak hayatını teşkilatlandıran insanlar için de onur mevzubahis değildir. Yalanla yol alanlar, insanları aldatanlar ve bu yolla menfaat elde edenler için de onurdan bahsedilemez. Onuru kaybetmenin binbir yolu vardır ama elde tutmanın tek yolu ahlâka, imana, insana uygun hareket etmektir.
Tekrar konuya dönecek olursak… Artık kelimeleri herkese göre değişebilen anlamlara sahip ses birliği olarak tanımladık ya, “onur” kelimesi de bir ses birliğinden oluşuyor, lâkin senaryoya göre anlamı herkese göre değişebiliyor. O yüzden artık insanlar yalanla, namussuzlukla, aldatarak, çalarak, haram yiyerek ve benzeri rezillikleri yaşam biçimi olarak benimseyerek hâlâ onurlu geçinebilirler. Çünkü siz “Onur bunun neresinde?” dediğinizde, size kelimenin anlamını hatırlatırlar. Onur bir kavramdır, kelimedir ve anlamı dikte edilemez. Bana göre… Sana göre… Ona göre… Buyurun, bir anlam değişikliğine gittik, sadece anlamı revize ettik, çağın özgürlükçü bakış açısına uyumlu bir hâle güncelledik ve geldiğimiz nokta şu: Bütün onursuzlukları yapabilirsin, bu senin onursuz olduğun anlamına gelmez(!). Vaveyla!
Şimdi bana yolun bu kısmı için fırtınasız diyebilir misiniz? Sağa sola savrulmadınız mı? Yolda görüş açınız hayli düşmedi mi? Kaza yapmakla burun buruna gelmediniz mi? Bu savuruluşta iç organlarınız birbirine çarpmadı mı? Ne diyeyim, ben hayli sarsıldım. Ama yolculuğu bitirebilmek için son mesafeyi kat etmek zorundayım. Tekrar uyarıyorum: Yolun bu kısmı uçurum!
“Anlamlı ses birliği” yerine “Herkese göre değişebilen anlamları olan ses birliği” dedik de ne kaybettik? Tümsek bunun neresinde? Hani o çetrefilli yollar, fırtınalar, çakıllar taşlar, hani iç organların birbirine çarptığı buhranlı yol?
Harflerin yerlerini, kelimenin anlamını tersyüz etmek
Kelimelerin anlamını kırparak ya da onlara ekleme yapmak suretiyle revize yoluna giderek başımıza ne işler geldi, değil mi? Fakat şimdi çok daha yıkıcı bir şey yapacağız. Kelimelerin anlamlarını kırpmak ya da eklemek eylemlerinin ikisini birden kullanacağız ama bu kadarla kalmayacağız. Çünkü daha tutarlı ve daha plânlı taarruz gerçekleştirmek zorundayız. Kelimeleri tam da zıt anlamlarıyla yer değiştireceğiz. Beyazın anlamını siyaha, iyinin anlamını kötüye, sevginin anlamını nefrete vereceğiz. Yolun bu kısmı ne tümsek, ne çukur, ne viraj, ne fırtına; yolun bu kısmı tam da uçurum!
“Kelime” kelimesinin anlamını zıddıyla değiştirmek çok mümkün görünmese de şöyle afakî bir dokunuş yapabiliriz. Anlamsız ses veya ses birliği… Artık kelimelerin bir anlama sahip olması gerekmiyor. Hatta eğer anlama sahip olan bir ses çıkarırsak ona “kelime” diyemeyeceğiz. Çünkü kelimenin anlamı, anlamsız olmaktan geçiyor. Bu artık bütün anlamları yerle bir ediyor. Ne kadar değerli kelime varsa değersiz, ne kadar insanî kavram varsa ayak altı, ne kadar gerekli tanım varsa çöp oldu. Bu, bütün hayatı altüst etmeye yeter de artar bile. Bu artık bütün millî, dinî ve ailevî cevherleri anlatmayı, anlamayı ve nesilden nesle aktarmayı imkânsız kılıyor. İşte uçurum bu! Yolun devamı artık nâmümkün. Ama ben bu işi daha derince zihinlere kazımak için, bir kelimenin anlamını zıddıyla değiştirmenin nasıl bir katliam olduğuna daha kıymetli bir kelime üzerinden perspektif oluşturacağım. Yine yardımcı bir oyuncuya ihtiyacımız var. Bu defa yardımcı oyuncumuz, “namus”.
“Namus” kelimesinin TDK’daki anlamı, “Bir toplum içinde ahlâk kurallarına ve toplumsal değerlere bağlılık, iffet”.
Namus kelimesinin zıddını yazacağım, dikkat edin, uçurumdan düşmeyin! Namus kelimesinin zıt anlamını gerçek anlam yaparsak ortaya şöyle bir uçurum çıkıyor: “Bir toplum içinde ahlâk kurallarına ve toplumsal değerlere sadakatsizlik, iffetsizlik.”
Haydi bakalım, bu uçurumdan düşmüş bir toplumu hangi anlam keşfi kurtarabilir? Hangi el yordamı bu uçurumdan düşeni düzlüğe çıkartabilir? Hem bu öyle bir uçurum ki bir toplumu cümbür cemaat içine alır da düşenin parçası bulunmaz. Fakat bu anlattığım zıt anlamlar bugün hayatımızda yok mu sanıyorsunuz? Ahlâksızlar ve onursuzlar onur yürüyüşü yapıyor, yalancılar dürüstlük narası atıyor, hırsızlar helâl kazançtan bahsediyorlar. Anlamları zıtlarıyla yer değiştirmeyi henüz elimizdeki lügatlerde gerçekleştirmemiş olabilirler ama bu sizi yanıltmasın! Çünkü pratikte ahlâk, namus, inanç, dürüstlük gibi kavramların birçoğu zıtlarıyla yer değiştirdi.
Özellikle yeni nesillere bu yeni ve zıt anlamlar zerk ediliyor. Peki, yeni nesli düştüğü bu uçurumdan nasıl çıkaracağız? Asıl mevzu bu. Ama bu uzun ve meşakkatli yolculuk burada sona eriyor. Uçuruma düşen gençlerimizi nasıl kurtaracağımızı da, Rabbim izin verirse bir sonraki makalemde kaleme almak muradındayım.