“FİTNE kalplere hasırın örülüşü gibi çöp çöp konur. Hangi kalp ondan içirilirse, onda siyah bir nokta meydana gelir. Hangi kalp de bunu reddederse, beyaz bir leke meydana gelir.” (Müslim, İman, 231)
***
Toplumları dıştan gelebilecek bütün darbelerden daha büyük bir yıkıma uğratan vakıa, fitnedir. Bir ülke bayrağı altında, aynı topraklar üzerinde, aynı hedefe bakan ve aynı derdi taşıyan insanları kolay kolay hiçbir düşman faaliyeti yok edemez. Evet, bazen hasar bırakabilir, zorlayabilir ya da yeni çağın teknoloji, ekonomi gibi silahlarıyla yaralayabilir. Fakat fitne ateşi kadar hızla yayılan bir yangın daha yoktur ki o, börtü böceği, uçan kuşu, evleri, bahçeleri, tarlaları, yolları küle döndürür.
Bir topluma fitne girdikten sonra insanlar kör, sağır ve aklî dengesini kaybetmiş bir yoklukta savrulurlar.
Düşmanın da en büyük gayesi budur ki bir ülkeyi darbeler, ekonomik baskılar ve terörle emir altına alamıyor, kendi belirlediği yönetim ve dış ilişkiler kurgusuna ikna edemiyorsa, içteki dinamizmi bertaraf etmek için her türlü gayriahlâkî yolu dener.
Şimdilerde Filistin, Arakan, Doğu Türkistan, Yemen ve Afrika’da, kısa bir zaman öncesinde ise Irak ve Afganistan’da başlatılan Müslüman kıyımı, küffarın kanlı plânlarında sadece ilk ayağı oluşturuyor. Ülkemizde de bu çirkin kurgunun bir devamı olarak PKK terör örgütünün aldığı canlar aynı amaca hizmet ediyor. Suriye’nin kuzeyinde kurmak istedikleri terör devleti, İsrail’in Gazze ve Lübnan’dan başlayarak topraklarını Anadolu’ya kadar genişletme ütopyası, hep İslâm’ı yeryüzünden silmek ve Büyük İsrail Projesi ile bu bölgede de Batı destekli bir Siyonizm hükümdarlığı kurmak rüyasına kapı aralıyor.
Yüz yıl önce başlattıkları Arap düşmanlığını körükleye körükleye işi öyle bir noktaya getirdiler ki şimdi içimizdeki mültecilere acımasızca saldıracak kukla eller yüzünden hem manevî varlık ve birliğimiz, hem de olası bir dünya savaşı beyanıyla İslâm ülkeleri olarak sağlanması gereken mukavemetimiz yerle bir edilmek isteniyor.
Tabiî tüm bunlar olurken bizden görünen maşaların kor ateşleri ülkenin her bir yerine taşıdığı gerçeğiyle de yüzleşiyoruz. Bu maşaların kimi siyâsî rütbelere sahipken, kimi de hak görünümlü örgüt üyesi kimliğiyle karşımıza çıkıyor.
Ne de olsa düşmanın urbası çok; çeşit çeşit kabuğu, kozası var, binbir renge bürünebiliyor ve farklı dillere, ırklara aitmiş gibi rollere girebiliyor. İşte fitne de tam burada başlıyor! Kayseri’de münferit bir olay ile başlayan akıl almaz olaylar da bunun bir uzantısı…
Bir çocuğa her kim zarar veriyorsa, hangi ırk, hangi renk, hangi görüş ve hangi inanç kümesi içinde olduğuna bakılmaksızın en ağır cezayı almalı. Aslında vicdan sahibi herkesin kalbinden geçen tek serencam, çocuk istismarcılarının idam edilebilmesi. Çünkü masum çocuklara bu çirkin eylemi lâyık gören hiçbir mahlûkun insanlar arasında, insan kılığında dolaşabilmesi ve hatta demir parmaklıklar ardında dahi olsa nefes almaya devam edebilmesi vicdanları acıtıyor. Ama bir o kadar vicdana aykırı olan da şu ki; suç, suçlunun cezaya çarptırılması talebini doğurur. Suçlu veya zanlı ile aynı ırka sahip ve aynı dili konuşuyor diye masum insanlara zarar vermek, onlar üzerinden nefret propagandası yürütmek ve hatta o ırktan diye başka masum çocukları incitmek ne insanlığa, ne Müslümanlığa sığar.
Peki, gerçekten olay bu muydu? Hayır!
Olayın böyle algılanması sağlandı ve bir kısım insanlarca yine hiçbir sorgu ve şüphe olmaksızın kabul edildi. Olay bu değil elbette. Dünya büyük bir savaşın arifesindeyken ve İsrail, Filistin’den sonra gözünü Lübnan’a dikmişken, bağıra bağıra Türkiye topraklarına tutkusunu dile getirirken, Türkiye-Suriye ilişkilerinde bu gidişata yönelik yeni ve etkili adımlar atılmak üzereyken başlatılan bu kaos, elbette Türkiye’nin pasif bırakılması ve yeniden körüklenen mülteci karşıtlığı ile olası bir Müslüman birliğinin önünün kesilmesi gayesini taşıyordu.
Ama ne var ki “Allah-u Ekber” lafzıyla baş kesen DEAŞ teröristlerinin “Müslüman” olduğu algısını çok iyi pazarlayan MOSSAD, şimdi de Kayseri’de Suriyelilere saldıranların halk olduğu izlenimini ve Suriye’nin kuzeyinde Türk bayrağı yakan, Türk tırlarına saldıranların da Suriye halkı olduğu filmine çok kişiyi inandırdı.
Bütün bu provokatif eylemlerin baş unsurları; MOSSAD, PKK, PYD, YPG ve türevleri… Ama birbirine düşenler Müslümanlar!
Ve hemen önümüzdeki süreç, tam da birliğe çok ihtiyaç duyduğumuz, hangi siyâsî görüşten olursak olalım birlik içinde hareket etmenin hayatî olduğu bir savaş iklimi. Ve biz bu iklimde darbe yapmaya kalkana “Dur” diyebiliyor, ülkemizi tehdit eden her unsura göğsümüzü siper edebiliyoruz da şu algı oyunlarına yenik düşmekten kendimizi bir türlü koruyamıyoruz.
Elbette bu süreçte ırkçılık fitnesine kalbini kaptıranlar oldu. Her kim kendini İslâm Medeniyeti çatısı altında Allah’ın kulu olarak görüyorsa, hiçbir ırkı ve Müslüman kardeşini ötekileştirme hakkına sahip değildir. Bunu unutmadan ve bu çirkin kaos plânlarının mağduru olmadan birliğimize ket vuracak her bir dış kaynaklı projeye mukavemet göstermek durumundayız. Bizi öyle kolay kolay hiçbir savaş ve darbe yıkamaz da içimize saldıkları bu fitne ateşine tarih boyunca yandığımız çoktur.