Dijitalleşen insan

Dijital dönüşümün olumsuz ve olumlu etkilerinin ortaya konulması, mevcut durumda yaşanmış ve yaşanacak tüm olumsuzlukların ortadan kaldırılması için zorunlu bir ihtiyaç olarak görülmektedir.

BAZEN, “Her şey ne kadar farklı olabilirdi?” diyorum, “Ne kadar değişmez, ne kadarı ilerler ve biz nerede olurduk dijitalleşen yaşantılarımız olmasaydı? Kim daha mutlu olurdu, kim daha içe kapanık, kim daha sosyal, kim daha vatansever ve kim kimin gerçekten umurunda olurdu?”.

Dijitalleşen yaşantılarımızın bizi biz yapan değerlerimizden biri mi olduğuna, yoksa bizi biz yapan değerlerimizden mi ayırdığına net bir cevap vermek, en az yaşantılarımız kadar karmaşık bir hâl alabiliyor. Öyle değil midir zaten, insan her davranışı ve boyutu ile karmaşık bir varlıktır. Buna çağımız üzerinden bakarsak, insan, dijital boyutu ile daha da karmaşık bir varlıktır.

Kişisel özelliklerimizin bir çeşit dışavurumunu oluşturuyor artık insanın dijital yaşamı. Öyle ki, artık sosyal medya hesaplarımız dijital kimliğimiz gibi. Bakınca az çok fikir sahibi olabiliyoruz. Fakat işin en ayırt edici yanı ise dijital kimliğe ne kadar ağırlık veriyorsak kendi kimliğimizden de bir o kadar uzaklaşıyoruz. Benliğimizden, kültürümüzden, çevremizden ve ailemizden…

Geçenlerde bir anket araştırmasına verilen sözlü cevaplara denk geldim. Soru şu şekildeydi: “Size göre boşanmaların artmasının ilk sebebi nedir?” Bu soruya verilen cevapların en başında (cinsiyet farkı gözetmeksizin) “sosyal medya” olması, nedense hiç şaşırtıcı gelmedi. Çünkü bu anlamda şaşırmak adına birçok şey sıradanlaştı ya da sıradanlaştırıldı. Mevzunun olabilirlik ihtimâli herkesin gözünde eşit seviyeye geldi.

Dijitalleşmenin sosyal boyutu kontrol edilemez bir seviyede değişim içerisinde. Bu dönüşümün teknolojik olarak ilerlemekten daha farklı olarak sadece kullanımı ve kullanımının getirmiş olduğu sosyal problemler üzerine bile sayfalarca yazabiliriz. Sürekli devam eden, sonu belli olmayan ve bazen ürkütücü boyuttaki değişim, zihniyet ile sürekli bir uyumsuzluk ya da kısmî uyumsuzluk üzerinden birçok sorunun temel kaynağını oluşturmaktadır.

Bir anlamda hayatımıza çok fazla kolaylık sağlayan bu yenilik ve değişim ve aynı zamanda belki de en büyük tehlike, dijital dünyaya geçişle başlayan sosyalleşme arayışının yalnızlaşma ile yer değiştirmeye başlamasıdır. Dijital dünyada sosyalleşen fakat gerçek hayatta uyumsuz, yalnız ve asosyal bireyler çoğu zaman karşımıza çıkmaktadır.

Dijital dünyada yaşanan internet oyunları ve uzun süren görüntülü telefon görüşmelerinin mikro seviyede kişinin önce ailesi, sonra da ait olduğu toplumdan uzaklaşmasına ve o topluma yabancılaşmasına yol açması, bu arada düşünülmesi gereken önemli diğer bir konu olarak karşımıza çıkıyor. 

Özellikle son yıllarda hızla artan bu teknolojik değişimdeki hız ve dijitalleşmeye yönelik artan meyil, yaşam boyutunun her alanını etkilemektedir. Küresel sistem ve alt sistemlerin aynı anda değişime birlikte zorlanması ve eski kalıpların kökten terk edilerek yeni yaşam formlarına geçiş, insanoğlunun hayâllerinin ötesine geçmeye başlamıştır. Bilginin dolanım hızı o kadar arttı ki artık bu kadar yoğun bilgi ile nasıl baş edeceğimiz ve bunları nasıl sindireceğimiz başlı başına bir mesele olarak karşımızda durmaktadır.

Dijitalleşme; bilgiyi üreten, işleyen, paylaşan ve aktaran dijital teknolojilerin büyük ölçüde benimsenmesiyle tetiklenen dönüşümü ifade etmektedir. Bu dönüşüm ve yenilik sadece bir tek alanda değil, hayatın bütün alanlarında söz konusudur. Bu süreçte telekomünikasyon sistemleri, bilgisayar teknolojileri, yazılım alanları (yapay zekâ gibi), kamuda uygulama ve hizmet kullanım alanlarından kaynaklanan yayılma etkileri, elektronik ticaret, sosyal ağlar, bloglar, portallar, kütüphaneler gibi daha sayılabilecek birçok alanda dönüşüm gerçekleşmektedir.

Bireysel ve toplumsal gelişime katkısı kaçınılmaz olan dijital dönüşüm, olumsuz yönlerinin azaltılması veya ortadan kaldırılması için atılacak adımlarla daha güçlü bir gelecek modeli oluşturabilme yeteneğine sahiptir. Dijital dönüşümün olumsuz ve olumlu etkilerinin ortaya konulması, mevcut durumda yaşanmış ve yaşanacak tüm olumsuzlukların ortadan kaldırılması için zorunlu bir ihtiyaç olarak görülmektedir.

Özellikle günlük hayatın her alanında kullanılan internet aygıtları gün geçtikçe bağımlılığa dönüşmektedir. Yazının önceki bölümünde bahsettiğimiz gibi, bu durum boşanmalara sebep olduğu gibi kişiyi gerçek çevreden ve dünyadan uzaklaştırarak beklentiler üzerine kurulu bir hayâl dünyasına itmektedir. Beklentiyi karşılamayan gerçek hayat ile uyumsuz insan, kendini sanal dünyada daha rahat hissedebilmektedir. Gerçek dünyanın kaybı ve sanal bir dünyaya bağlanmak bireylerin fiziksel ve zihinsel sağlığını bozmaktadır. Bu bağımlılığın gelişimi; uzun süre oynanan çevrimiçi oyunlar, sosyal medyada güncel konular hakkında yorum yapma, yabancılarla konuşma, amaçsızca saatlerce bir web sayfasında gezinmek şeklinde ortaya çıkar. Bu tarz bir bağımlılık bireylerin sosyal ilişkilerini, kişiliklerini ve tüm hayatlarını etkilemekte ve olumsuz yönde değiştirebilmektedir.

Toplum geneline olumsuz yansıyabilecek şekilde insan ve hayvanlara karşı şiddet içeren veya genel ahlâka uygun olmayan video, web sayfası gibi içeriklere kolay erişim, bireylerin zihinsel sağlıklarını olumsuz etkilemektedir. Son yıllarda dünyanın çeşitli bölgelerinde yaşanan ve sosyal medyada canlı olarak yayınlanan katliamlar bu tarz içeriklerin bir sonucu olarak algılanmalıdır. Global olarak bu içeriklere erişim engellenmeli. Bu tarz yayınların önlenebilmesi için daha kapsamlı kontrollerle birlikte gerekli caydırıcı kanunî önlemlerin alınması, bu olayların yaşanmasını ve örnek oluşturmasını büyük ölçüde engelleyecektir. 

Tarihsel bir dönüşümü yaşadığımız söylenebilir. Bu tarihsel dönüşüm, taşıyıcı olarak “dijitalleşme” ismiyle tanımladığımız teknoloji ile bağlantılı bir süreçtir. Dijitalleşme, internet ağlarının bütün bir yaşama her düzeyde nüfuz etmesi olarak görülebilir. Süreci sağlıklı bir şekilde yaşama adına yapılabilecekler bir engellemenin aksine ihtiyaca göre kullanım boyutuna getirilebilir. İhtiyacımızı dijital saplantılar üzerinden gidermek yerine insanî boyutu öne çıkaracak bir ahlâk geliştirmeliyiz. 

Ayrıca vicdanî ve ahlâkî sorumluluklarımızı ortadan kaldıran dijital yaşamlar içinde kendimizi ve çevremizi bu tür aygıtlar üzerinden göstermek yerine, daha insanî vasıflar üzerinden hareket etmeliyiz. Yaptırımlar bu sorunun maddî boyutunu ihtiva etmektedir. Burada da devletler tarafından kişisel verilerin korunması, bilgi güvenliği, siber suçların önlenmesi, bireylerin düşüncelerini özgürce ifade edebilecekleri sosyal alanların sağlanması ve kişisel hakların korunması zemini sağlanmalıdır.