TÜRKİYE’nin son 20 yılını
değerlendirmek üzere yola çıkınca, öncelikle post-modern bir darbenin ardından kopmuş
idarî ve ekonomik krizin yaşandığı ülkemizin AK Parti iktidarıyla tanıştığına
şahit oluyoruz.
Türkiye’de
evvelâ ekonomik yükseliş ve kalkınma plânı üzerine politikalar üreten AK
Parti’nin bizzat kendi umdesinde özeleştiri yaptığı başlıklardan biri kültür,
biri de eğitim.
“Kültür
ve eğitim” kelimelerini yan yana ele alıp bu kelimelerin nerede başlık olarak
kullanıldıklarını hatırlamaya çalışınca, geçmişte 1923’ten bugüne Türkiye
Cumhuriyeti kabinelerindeki bazı “bakanlık” isimlerinde rast geliyoruz.
“Gençlik, Kültür ve Spor Bakanlığı”, “Eğitim ve Kültür Bakanlığı” ve “Kültür ve
Spor Bakanlığı” gibi bazı isimler geçmiş kabinelerde kullanılmış.
Doğrusu
“Kültür ve Turizm Bakanlığı” isminin sürekli eleştirildiği bir düzende bu isimler
de eleştirilebilir, ancak bu fakir, “kültür, spor, eğitim ve hatta turizm”
konularına odaklanınca en başta “gençlik” temasını görüyor.
Elbette
eğitimin, kültürün, turizmin ve sporun çocuktan yaşlıya bütün insanları
ilgilendiren yanları var; sadece en dinamik zeminin gençlik ile ele
alınabileceği de bir gerçeklik. Bu yüzden dosyamızın temasında da gençlik,
diğer bir ifadeyle günümüz dijital toplumunun yeni nesli var.
İlk
iki ara başlık altında, gençlere hitap ederken tepeden bakmamayı ve onların zamanın
ruhuna uymak üzere bindikleri sandallarda kendilerini suyun akışına
bıraktıklarını ifade etmeye çalıştık. Bu iki bölümden kastımız, gençliğe sadece
eleştirel gözle bakmamak gerektiğini anlatmaktı. Bu bölümde, bugüne dek gençlik
temelinde kültür ve eğitim başlıklarına bakarak kendi kendisini eleştiren AK
Parti’ye ve daha doğrusu, AK Parti’yi destekleyen toplumsal kitlelerin kendi
kendilerini eleştirmek yerine var olana odaklanmaları gerektiğine değinmeye
çalışacağız…
Türkiye’de
gençliğin özgürlük, serbestlik, hürriyet ve fikir edinme/fikir beyanı
temelindeki hayat şartlarının kısıtlandığı varsayılmaktadır. Aslında bu,
gençlerin gençlik hislerinin istismar edilerek bir propaganda aracı gibi
kullanılmasından başka bir şey değildir.
Öyle
ya, bir konuyu, nesneyi, kişiyi yahut toplumu istismar eden biri, aslında
istismar ettiği konuya, nesneye, kişiye veya topluma zarar vermek istiyordur.
Zira istismar, olumsuz sonuçlar doğurması için düzenlenen plânlı bir eylemdir.
Gençleri
gençlik plânında istismar edenlerin kullandıkları “hürriyet” arzusu, sırf
“arzu” kelimesi üzerinden dahi algılanacağı üzere bir aparattır. Ve bu aparatın
temsil edildiği alanlarda, istismar edileni yani gençliği baskıdan kurtaracak
enstrümanlar yer alır. Bunlar uyuşturucu, alkol ve şehvet gibi aygıtlardır ve
hürriyetin istismarcısı tarafından gençlik zemininde birer “kutsal” olarak
algılatılır, böyle kabul ettirilir.
Türkiye’de
gençleri hürriyet arzularıyla kendi kafeslerine alanların uyuşturucu, alkol ve
şehvet zemininde oluşturdukları korsan sistem, Türkiye toplumunun çoğunluğunun
hazzetmediği bir paralellik taşır. Çünkü bu korsan sistem, toplum içinde toplum
dizayn etme isteğindedir. Hedeflediği şey, hastanede yeni doğmuş bebeğin anne
babasından kaçırılması gibi, bu kez genç ama yine de bir anne babanın evlâdı
olanın gasp edilmesidir. Sonuçta anne babasını hiç tanımamış bir bebek de
büyüdüğünde kendisini kaçıranları anne-babası zanneder, zihni gasp edilmiş bir
genç de…
AK
Parti’nin kendisini eleştirmesi gibi AK Parti’yi destekleyenlerin de kendi
kendilerini eleştirdiği bu konu üzerinde düşününce fark ettim ki, “Bu gençlik
nereye gidiyor?” derken, AK Parti iktidarının kendisi ve AK Parti iktidarını
destekleyenler, aslında derin bir kaygıyla kendilerinin olmayan çocukların
derdine düşerek bu çocukların kurtuluş ve gerçek hürriyetleri için endişe
ederken, büyük bir çıkmaz içinde olduklarını fehmedip “Gayret etseydik böyle
olmazdı” şeklindeki bir psikozu yaşıyorlar. Peki, gerçek böyle mi?
AK
Parti Gençlik Kolları’ndan başlayarak AK Parti iktidarını destekleyenlerin genç
yaştaki evlâtları, muazzam faaliyetlerle çok özel eylemlere imza atıyorlar.
Meydanın birine çıkıp avazları çıktıkları kadar bağırmıyorlar, evet, ancak
onların sessiz sedasız yaptıkları muhteşem işler var.
Afrika’da,
Balkanlarda, Hint yarımadasında ve Hicaz’da insanî yardım faaliyetlerinden
kültür birliklerine, ticarî aktivitelerden sportif projelere, en çok bilim ve
teknoloji alanındaki eylem zenginliğiyle bu gençler, bizim tarafta “Ne olacak
bu gençliğin hâli?” sorusuna sadece “Çok daha güzel olacak” şeklinde cevap
veriyorlar.
Ana
akım ile sosyal medyada fütursuz (yani gelecekten nasipsiz) olduğu düşünülen
tek tip bir üniforma genç var. Fakat bizim gençlerimiz bu üniformayı giymeye
razı olmadıkları gibi, biricik dinlerinin ve tertemiz kültürlerinin ışığında
bilimden faydalanan ve insanlığa en güzel hizmetleri sunmaya odaklanan bir
zihniyeti taşıyorlar.
Cumhurbaşkanlığı’nın himayesinde, Baykar Genel Müdürü Haluk Bayraktar ile Teknik Müdürü Selçuk Bayraktar’ın öncülüğünde düzenlenen ve son salgın öncesinde 5 milyon genci ağırlayan TEKNOFEST, kimin marifeti, hangi gençlerin işi?
TEKNOFEST’e
katılan gençler, bilimin ruhunu hissederek, milletimize, ümmete ve bütün
insanlığa sağlıklı faydalar üretebilmenin hayâliyle “üretiyorlar”! 5 milyon
genç… Dile kolay!
Gezi
Kalkışması’nda yaklaşık otuz bini İstanbul, en fazla bir on bini de Ankara’da
sokakları dolduran ve elinden gelen şey sadece ekmeğini yedikleri bu ülkenin
insanlarına (kardeşime, sadece tesettürlü olduğu için taşlar fırlattılar ve
polis ancak kurtarabildi, hazırladığım Gezi dosyasında anlatmıştım),
esnaflarının dükkânlarına, bu memleketin insanlarının vergileriyle alınan halk
otobüslerine taşlar atıp yakmak olan, banka şubelerini ve ATM’leri yağmalamaya
kalkışmak ve elbette polisle çatışmak olan gençlerle TEKNOFEST’i dolduran
gençler hem sayıca, hem kültürel çap bakımından, hem de bilime ve insanlığa
hizmet açısından asla bir olabilir mi?
Sınır
tanımaksızın canları ve imkânları yettiğince başka ülkelere gidip su kuyusu açan
gençler ile yine başka ülkelere giden fakat oralarda Türkiye’yi kötülemeyi
öğrenen gençler bir olabilir mi?
Gençlerimizin
kıymetini bilelim. Hürriyeti alkol, uyuşturucu, şehvet, para ve makamda
görmenin yanında ülkesinde yaşamak hayâli olmayan gençlerle bizim gençlerimizi
bir tutup “Nereye gidiyor bu gençlik?” diye hayıflanmaktan vazgeçelim!
Derdi
Kudüs olan, Saraybosna olan, Semerkant olan gençlerimizle gurur duyalım,
önlerini açmaya gayret edelim, gayretlerine destek olalım.
Mescid-i
Aksa’nın bahçesinde Siyonistlerin silahlı teröristleriyle göz göze gelip
korkutarak silahına davranmasına neden olan bakışlara sahip gençlerimiz var
bizim, hamdolsun binlerce kez, şükrolsun!