Dijital teknoloji birilerini niçin rahatsız ediyor?

Özellikle son on beş yılda teknoloji ve yapılan projelere çok ciddî bir itiraz, direnç ve karşı duruş, canhıraş bir şekilde devam ediyor. Normal şartlar altında tam tersinin olması gerekirdi. Batılı devletlerin gelişmişlik düzeylerini yakalayıp geçme hedefinde yapılan proje ve teknoloji hamlelerine şiddetli itirazların derin kökleri ve nedenleri vardır. Sadece bir “siyâsî” muhaliflik olarak görülemez bu.

ÇAĞIN ruhunu yakalayamayan ve bunu mayalayamayan toplumlar kaybeder. Bu durum gerek fennî, gerek sosyal, gerekse medenî plânda böyledir. Sanayi; bilim ve teknolojinin insanlarla buluşma yeridir. Ya da sanayi, insanların kendi karakterlerine uygun teknolojiyi hayata çekme biçimidir.    

Sanayinin ruhu ise bilim ve teknolojiyi üretip, elde edilen ürünü kendi mayamızla yoğurarak şekil vermektir. Sanayiye aktarım yaparken farklı toplumlar, farklı teknolojiler üretmeye meyillidirler. Dolayısıyla toplumların bilim ve teknolojiyi doğrudan doğruya ithâl ve ihraç etmeleri ruh katımına köstek olur.

Zira teknoloji, gündelik hayatta can bulurken toplumun idrakine göre de şekillenir. Özellikle mikro ölçek tabanlı teknolojilerin Doğu toplumlarında çok ilerlemiş olması beklenir. Ancak durum bunun tam tersidir. Son çeyrek asırda bu terslik yön değiştirme sürecine girmiştir. Bu durum yarım asrı geçtiğinde Batı Medeniyeti hükümranlığını kaybetmeye mahkûmdur. Çünkü her fikir, kendini yenilemediğinde kaybeder.

Türkiye bu aşamada yenilenmenin gerekliliğini fark edip atılım yapmaya başladı lâkin yeterli olduğu söylenemez. Japonya’nın tek başına AR-GE yatırımı, Türkiye’nin de içinde olduğu 50 İslâm ülkesinin AR-GE yatırımından çok daha fazla. Bu veri ciddî bir referans oluşturuyor.

Nanoteknoloji ve dijital teknoloji, dördüncü sanayi devriminin iki ana omurgasıdır. Nanoteknoloji alanında kriptolardan kurtulamamış bir durum varken, dijital teknolojide dünya sıralamasında ilklerde olunması harika bir gelişmedir. Dijital teknoloji alanında dar alanlardaki sıçrayış geniş alanlara yayıldıkça, birileri rahatsızlanmaktadır.

Türkiye’nin dijital teknoloji alanındaki üniversitelerinin çalışmaları öğrencilerin tercih sıralamasıyla doğru orantılıdır. Dijital teknolojide “-mış gibi” yapamazsınız. Ya yaparsınız ve gençlik bunu kullanarak örnek alır ya da bu uğurdaki gayretler sözde kalır. Bunun için dijital teknoloji alanındaki her ürün, bir sıçrayış ve geleneğe bir ruh üfürmek anlamına gelir.

2021-2025 yılı için “Ulusal Yapay Zekâ Stratejisi” yayınlandı. Buraya bakıldığında detaylar görülebilir: https://cbddo.gov.tr/SharedFolderServer/Genel/File/TR-UlusalYZekaStratejisi2021-2025.pdf

Özellikle son on beş yılda teknoloji ve yapılan projelere çok ciddî bir itiraz, direnç ve karşı duruş, canhıraş bir şekilde devam ediyor. Normal şartlar altında tam tersinin olması gerekirdi. Batılı devletlerin gelişmişlik düzeylerini yakalayıp geçme hedefinde yapılan proje ve teknoloji hamlelerine şiddetli itirazların derin kökleri ve nedenleri vardır. Sadece bir “siyâsî” muhaliflik olarak görülemez bu.

Bu topraklardaki medeniyet, kadim bir gelenek üzerine yükselmiştir. Bunun omurgasını da Kur’ân-ı Kerîm, Peygamber Efendimiz Hazreti Muhammed’in (sav) sünnetleri ve Kâinat Kitabı (evren) oluşturmuştur. Bu üç durum bir bütündür ve asla ayrı düşünülemez. Hedefte ise Allah’ın (cc) tanınması ve O’na lâyıkıyla kul olmak vardır.

Bazı “din” tellalları, İslâm’ın sadece ibâdât ve muâmelâttan oluştuğunu ifâde ederek bir sınır çizmektedirler. Bu ise yukarıda açıklanan üçlü omurganın Kâinat Kitabı (evren) omurgasını yok saymaktır.

Fussilet Sûresi 53’üncü âyette, “Onlara, gerek içinde yaşadıkları âlemin her tarafında, gerekse kendi nefislerinde âyetlerimizi göstereceğiz” ifâdesi çok açıktır ki “âyet”, genel olarak işâret ve delil anlamına gelmekle birlikte iki temel kanal olarak anlaşılabilir: Birincisi, Kur’ân-ı Kerîm sûrelerinin belli bölümlerinden her biri için kullanılan bir terim olarak; ikincisi ise, Allah’ın (cc) varlığını ispat etmeyi amaçlayan delil ve işâretler olarak…

Bu çerçevede, “Kendi nefislerinde âyetlerimizi göstereceğiz” ifâdesinden, bireyin nefsinde takılı olan ego/ene/benlik ile gösterilmesi şeklindedir ki bu kısmın ibâdât ve muâmelâttan oluştuğunu ifâde etmek yanlış olmaz. “Yaşadıkları âlemin her tarafında” ifâdesi ise yaşanılan evren/kâinat kısmına işârettir. Dolayısıyla bazılarının Kâinat Kitabı (evren) omurgasını görmek istememeleri ve gizlemeleri, tamamen kasıtlı bir davranıştır.

Zira Kâinat Kitabı (evren) omurgası, üzerine bilim/ilim çalışmalarının yapılması gereken bir durumdur. Bu durumun ana kısmı ise fen ve teknoloji alanında üretim yapmaktır. Peki, kasıtlı olarak bu alan neden yok sayılmak ve özellikle Müslümanların bu alandaki çalışmaları yok edilmek istenir? Perde arkasında safça bir durum yoktur bunun.

Bu toplumun anane, örf, âdet ve geleneği, toplumun mayasıdır. Bu mayanın harcından biri de hadîs-i şerifin “An filân, an filan” diye nakledilmesi şeklindedir. Yukarıda da belirtildiği üzere, geleneğin omurgalarından birisi sünnetlerdir. Bu çerçevede çizildiğine göre, Türkiye’nin ürettiği ve üreteceği dijital teknolojiye itirazın odağına bakmak gerekir.

Genel olarak projelere ve dijital teknolojik ürünlere (İHA, SİHA, AKINCI) karşı çıkışların arka plânında İslâm’a karşı çıkış vardır. Bunu açıktan ve doğrudan ifade edemediklerinden, anane/gelenek teknoloji ve projeye karşıymış gibi yapıyorlar. Batı’da anane sadece Katolik’te devam ediyor, diğer dinlerde bitmiştir. Müslüman toplumlarda da anane bitsin istiyorlar. Bunun için de ateizm ve deizm gibi oluşumları aparat olarak kullanıp dini sadece ibâdât ve muâmelât alanına hapsetmek istiyorlar.

Türkiye, özellikle dijital dönüşüm, internet okuryazarlığı ve “müfredat” gibi alanlarda geleneği inşâ ederse, ortaya canlı bir anane sunmuş olur. Bu şekildeki bir durum, Türkiye’yi taşıdığı gibi, Türkiye sayesinde Batı’nın da uyanmasına öncülük edebilir. Bu istenmediğinden, geleneğin omurgasını oluşturan kısımlar parçalanarak, anane yok sayılarak, proje ve dijital teknolojiye itiraz görüntüsü veriliyor. Odakta ise İslâm dinine ve Müslümanlara karşı duruşun ta kendisi bulunmaktadır!

Adamların dertleri proje ve teknoloji değil, Müslümanların teknoloji üretmesidir. Bu nedenle 50 adet Müslüman ülkenin AR-GE yatırımının tek başına Japonya’nınkinden az olması kabul edilemez! Müslümanın bilim, teknoloji ve sanayi üretimleri fiilî bir duâ olarak yapılmakla zorunlu olunan bir alandır. Müslümanlar şiddetle fen ve teknoloji alanındaki tarlaya her türlü tohumu saçmalıdırlar. Sosyal alanda Batı’dan alınacak pek bir şey yoktur.