
TEKNOLOJİ ile medeniyet, birbirine karıştırılan kavramların başında geliyor. Sanki teknolojik ilerlemeyi medenilikmiş gibi algılıyoruz. Hâlbuki teknoloji, insanların hayatına doğrudan müdahale eden bir yapıya sahip ve bu müdahale belki olumlu yönde hayatı kolaylaştıran imkânlar silsilesi gibi görünürken, bazen de hayatı zorlaştıran, onu yörüngesinden çıkarıp farklı mecralara savuran bir güç de olabiliyor.
Elbette kimse teknolojiye ve onu doğuran bilime karşı değil. Ancak medeniyet, insanı merkeze koyan bir anlayışı temsil ederken teknolojinin, kendisini merkeze koyarak insanı kendisine mahkûm ve mecbur eden bir yapıya büründüğü de göz ardı edilemez.
“Teknoloji” denilince akla ilk gelen şeylerin başında bilgisayar ve dijital âlem var. Her yeniliğin bir tasarımın sonucunda hayat bulduğunu düşündüğümüzde, bu tasarımın icra edildiği, ete kemiğe büründüğü alet de bilgisayardır. Gerçi artık adı üstünde, “akıllı cep telefonlarımız” da birer bilgisayar, hatta daha da ötesi. Bildiğimiz gibi bilgisayar sistemlerini birbirine bağlayan elektronik iletişim ağına “internet” diyoruz. Bu durumda bilgisayarların ve onlar aracılığıyla üretilen her türlü verinin dolaştığı diğer kişilerin kullandığı bilgisayarlarla iletişime geçildiği bir sanal âlem mevcut.
Ebeveynler, çocuklarının ileride bilgisayar, telefon ve onların getirdiği oyun bağımlılığına düşmeden, erken dönemde gerekli tedbirleri almalı ve gerektiğinde psikolojik desteğe başvurmalılar.
Dijital âlemin neresindeyiz?
Peki, sizce insanoğlu bu dijital âlemin içinde mi, dışında mı?
Regro Digital Marketing 2022 raporuna göre dünya nüfusu Ocak 2022’de 7,91 milyar oldu. Yıllık yüzde 1’lik büyüme oranı ile bu rakamın bu yılın ortalarında 8 milyara ulaşacağı öngörüldü. Dünya nüfusunun yüzde 67,1’i bir cep telefonu kullanıyormuş ve kullanıcı sayısı 2022’nin başında 5,31 milyara ulaşmış. Geçen yıldan bu yana yeni mobil kullanıcı sayısı 95 milyon artmış. Küresel internet kullanıcıları ise 2022’nin başında 4,95 milyara yükselmiş ve internetin nüfuz ettiği oran şu an toplam dünya nüfusunun yüzde 62,5’ini oluşturuyormuş. Hatta UNICEF raporuna göre bu oranın yüzde 71’ini gençler oluşturuyor. Buna paralel olarak sosyal medya kullananların sayısı da Ocak 2022’de dünya çapında 4,62 milyarı bulmuş. Bu rakam ise dünya toplam nüfusunun yüzde 58,4’üne eşit.[i] Kısaca söylemek gerekirse, internet kullanımı artık bütün dünyayı sarmış durumda.
Sanırım bu yüzdelerin dışında kalanlar ise kuşak farkından dolayı, amiyane tabirle “teknoloji özürlüsü” diye vasıflandırılan 50 yaş ve üzeri insanlardan oluşuyordur. Zira UNICEF’in verilerine göre dünyada internet kullanan üç kişiden biri, “çocuk” denilecek yaştaki insanlardan oluşuyor.[ii] Aynı durumu İngiltere merkezli “Çocuklara Yönelik Zorbalığı Önleme Ulusal Birliği” (National Society for the Prevention of Cruelty to Children, NSPCC) de teyit ediyor. Onların araştırmasına göre de çocukların internetle etkileşimi hayli üst düzeye çıkmış durumda ve internetteki her üç kişiden biri çocuk.[iii]
Bu durumda, “İnsanoğlu artık dijital âlemin içinde” diyebiliriz. Psikolojik danışman Seval Sunar’ın da dediği gibi, 2000’den sonra doğan insanlar dijital âlemin içinde doğdular ve onunla büyüdüler. Hatta Sunar, bu söylemini bir adım daha öteye taşıyarak bu nesli “dijital dünyanın yerlileri” olarak tanımlıyor.[iv]
Dijital dünyanın yerlileri
Gerçekten ilginç bir kavram “dijital dünyanın yerlileri” kavramı. Kavramı ortaya atan Sunar’a göre, “Önümüzde dijital bir dünya var. 2000 sonrası kuşak biliyoruz ki dijital dünyanın yerlileri olarak dünyaya geldiler. İçinde doğdular ve dijital dünya ile büyüdüler. Dijital dünyayı ve sosyal medyayı doğru okuyabilmek lâzım. Birçok suç unsurunun kaynağında maalesef dijital okuryazarlığın doğru okunmadığını da görüyoruz. Sosyal medya üzerinden kimlik arayışı içerisine girmiş gençler maalesef yanlış yönlendiriliyorlar. Bunun neticesinde de gerçek hayatta birçok suça karışabiliyorlar. Sosyal medyanın verdiği hızlı yaşam ve hazcılık duygusu gençleri kolay yoldan başarı elde etme gibi durumlara itebiliyor. Böyle olduğu zaman da maalesef gençlerde emek ve zaman vermeden çabuk bir şekilde başarıyı elde etme ya da toplumda çok popüler olma duyguları baskın oluyor. Bu da bazen aileyi görmezlikten gelmeye ya da kendi manevî değerlerine yabancılaşma gibi sıkıntılara sebep oluyor”[v]. Yani bugün uzmanından ebeveynine kadar her kesimin şikâyetçi olduğu durumlar sıralanmış.
Bu sıkıntılara bir de bu neslin düzenli olarak yaptığı tek şeyin sosyal medyada vakit geçirmek olduğu gerçeğini de eklediğinizde işin vahameti ortaya çıkıyor. Aileler çocuklarının sosyal olmasını, hobi olarak spor, müzik, resim ve edebiyat gibi alanlarda da aktiviteleri olmasını isteseler de British Council tarafından yapılan Next Generation Türkiye araştırmasına göre bu gençlerin yüzde 70’i asla ve asla böyle faydalı şeylere yaklaşmıyor.[vi]
UNICEF’in 2017 raporunda da çocukları dijital dünyanın tehlikelerinden korumak ve güvenli online içeriğe erişimlerini artırmak için çok az şey yapıldığı, hükümetlerin ve özel sektörün değişimin hızına ayak uyduramadığı, çocukları yeni risk ve olumsuzluklara karşı korumada yetersiz kaldığı, en dezavantajlı konumdaki milyonlarca çocuğun da değişimin dışında bırakıldığı vurgulanıyor. Bu rapora göre küresel ölçekte belirlenen çocuk istismarına ilişkin 10 URL’nin 9’undan fazlasının merkezi ABD, Fransa, Hollanda, Kanada ve Rusya’da bulunmakta.
UNICEF Genel Direktörü Anthony Lake, bahsi geçen raporda şu itirafta bulunmuş: “İnternet yetişkinler için geliştirilmişti; ancak bunu zamanla daha fazla kullananlar çocuklar ve gençler oldu. Dijital teknoloji çocukların ve gençlerin yaşamını giderek daha fazla etkilemektedir. Bu durumda dijital politikaların, pratiklerin ve ürünlerin çocukların ihtiyaçlarını, bakış açılarını ve seslerini daha fazla yansıtması gerekir.”[vii]
Dijital dünyanın yerlileri bu tehlikeler altında yaşıyor demek ki. Peki, ya diğerleri?
Çocuğun bu dönemde “kişisel veri” dediğimiz ad, soyad -ana baba ve kardeşler dâhil-, TC kimlik numarası, adres bilgileri, şifrelerden başlanarak kendi bedeni ve iç dünyası ile ilgili nelerin mahremiyete girdiği, bu mahremiyetin gerekliliği, sınırları ve neden bu konuya “mahrem” denildiği çocuğa iyice öğretilmelidir.
Dijital dünyanın göçmenleri
Damla Çeliktaban da bir yazısında, “Dijital Göçmen” diye yeni bir kavram ortaya atıyor.[viii] Yazının içeriğinden bu kavramın 2000 ve sonrası dijital dünyanın yerlisi olarak doğan çocukların ebeveynlerini kastettiği anlaşılıyor. Zira çocuklara göre ebeveynleri, teknoloji ile tanışsalar da -istisnalar hariç- daha temkinli ve onun sihirli dünyasına karşı biraz daha mesafeli duruyorlar. Ancak onların bu âlemi tanıma ve öğrenme sorumlulukları olduğunu da belirtelim. Zira okumanın, öğrenmenin yaşı yok. Nesillerimizi korumak ve ileride “Eyvah” dememek için bu şart. Her ebeveyn çocuklarını büyütürken çağın icaplarına göre kendilerini geliştirmek ve çocuklarından bir adım önde olup onları doğru yönlendirmek zorundadır. Yasaklar koyarak hiçbir şey çözülemez. Gözlerimizi kapatarak gerçeklerden kaçmamız mümkün değildir.
Ebeveynler, çocuklarının ileride bilgisayar, telefon ve onların getirdiği oyun bağımlılığına düşmeden, erken dönemde gerekli tedbirleri almalı ve gerektiğinde psikolojik desteğe başvurmalılar. Ki ebeveyn, çocukları için hem örnek, hem de onlar için bir huzur ortamıdır. Ancak kendi içinde sorun yaşayan ebeveynlerin hem güven, hem de huzur anlamında çocuklarına iyi bir ortam hazırlayamadıklarında çocuklar kendilerini sanal âleme kaptırabilirler.
Psikolog Gülşah Aksakallı, bu konuda şu uyarılarda bulunuyor: “Aile içinde çatışmaların olduğu, huzursuz ve aile içi kişilerin iletişim yönünün zayıf olduğu bir ortama maruz kalan bir çocuk veya genç yalnızlık hissine kapılıp kendini internet ortamında oynadığı oyunlara verebilir, oyun içinde edindiği yeni arkadaşlıklarıyla kurduğu iletişim ile kendini daha iyi hissetme yoluna gidebilir.”[ix]
Bunun yanında hem bu dünyanın göçmeni olup hem de yerlisiymiş gibi hareket eden ebeveynler bir hayli fazla. Yazımızın ilerleyen bölümlerinde bunlardan bir nebze bahsedecek olsak da yeri gelmişken burada da ebeveynlerin yaptığı hataları belirtmek gerekir.
Meselâ birçok ebeveyn çocuklarının resimlerini sosyal medyada paylaşıyor. Bu resimlerin çoğu, belki de o çocuğun ileride istemeyeceği, utanacağı resimler. Kendi iradesi dışında yapılan bu paylaşımlarla oluşan bir dijital kimlik ileride o çocuğun başına ne işler açacaktır, kim bilir?
Dijital dünya nesillerimizi kendi sınırsızlığı ve kuralsızlığında formatlayacaktır. Sonuçta kuşaklar arasındaki uçurum derinleşecek ve birbirine yabancı çocuklar ve ebeveyn çatışmaları hiç bitmeyecektir.
Çocukları dijital dünyadan uzak tutabilir miyiz?
Çocukları dijital dünyadan uzak tutabilir miyiz? Evet, işin uzmanları da bu soruya cevap arıyorlar. Ancak hemen hemen herkesin ittifak ettiği nokta, çocukların dijital medya kullanımını yasaklamanın mümkün ve doğru olmadığı gibi, onların doğru içeriğe yönlendirilmeleri gerektiği yönünde. Tabiî ki bunun için sorumluluk ilk önce ebeveyne, saniyense eğitimciye düşüyor.
Bunun yanında, öncelikle içeriklerin çocuğun yaşına uygun olması, çocuğun ilgi alanı dâhilinde olması ve ona bazı yaratıcı beceriler kazandırması gibi özelliklere haiz olması temel kıstaslardan. Ayrıca çocuğun meşgul olduğu tüm dijital içeriklerin ve onların çocuğa vereceği mesajların ebeveynler tarafından önceden iyi analiz edilmesi gerekiyor.
Zararlı içerikler kesinlikle çocuklar ile tanıştırılmamalı. Hem bunu sağlamak, hem de olası durumları kontrol etmek için TV, telefon, tablet ve bilgisayar gibi tüm ekranlar, çocukların özel odalarında değil, ortak kullanım alanı olan salon veya oturma odasında bulunması olmazsa olmazlardan.
İstanbul Bilgi Üniversitesi hocalarından Dr. Esra Ercan Bilgiç’in dijital medya ve çocuklar hakkında bir hayli çalışması var. Bilgiç, ebeveynlerin çocukların dijital medya kullanımıyla ilgili dikkat etmeleri gereken kuralları şöyle sıralıyor: İçeriğin kontrollü olması, zaman sınırlandırması ve dijital medyanın ebeveyn-çocuk tarafından birlikte kullanımı.
Bilgiç’e göre dijital medya kullanımı ebeveynleri çocukları ile birlikte yapacakları bir aktivite şeklinde olması gerektiğini vurgulayarak bunun çocuk için bir öğrenme deneyimine dönüşeceğini söylüyor.[x]
Bilgiç bir yazısında da yaşa uygun şekilde dikkatle seçilen içerik ve kullanım hedefinin ekran önünde geçirilen süreden daha önemli olduğuna vurgu yapıyor. Bilgiç ayrıca, ebeveynlerin çocukları ile yapabilecekleri “Ekran Süresi Barış Anlaşması” adlı bir sözleşme örneği hazırlamış. Bu sözleşmede ilk önce neden böyle bir sözleşmeye ihtiyaç duyulduğu izah edilmiş. Buna göre, günlük hayatımızın büyük kısmının ekran önünde geçmesi sebebiyle artan ekran süresinin göz ve omurga başta olmak üzere beden sağlığına olumsuz etkileri olduğuna dikkat çekiliyor. Akabinde, arkadaşlar ile oynanan oyuna, kitap okumaya ve aile ile birlikte geçen sürenin azaldığına, bunun da zihinsel ve duygusal gelişime olumsuz etkileri olduğuna değiniyor. Anlaşmanın belki de en can alıcı maddesi, “Bu anlaşmayla birlikte annem-babam beni bu konularda gözetip kollamaya, anlamaya ve dinlemeye söz veriyor” maddesi.
Sözleşme on maddeden oluşuyor. Bu maddeleri şöyle özetleyelim: Haftanın en az bir günü “tamamen ekransız gün” olacak ve bu gün mümkün mertebe açık havada geçirilecek. Yemek masasında hiçbir zaman ekran kullanılmayacak ve aile ile sohbet edilecek. Çocuk, arkadaşlarıyla her gün belli saatlerde ve en fazla 45 dakika çevrimiçi görüşebilecek. Çocuk, yaşına uygun dijital oyunları yalnızca haftanın son üç gününde ve günlük olarak da en fazla 60 dakika oynayabilecek, hafta içi okul günlerinde dijital oyun oynamayacak. Çocuk, ödevleri bittikten sonra, günde en fazla 1 saat TV izleyebilecek. Çocuk, ebeveynleri onu çevrimiçi riskler konusunda bilgilendirirken onları can kulağıyla dinleyecek ve kişisel verilerini koruyacak. Çocuk, her gün mutlaka kitap okuyup kendine göre sanatsal ve sportif aktiviteler yapacak. Çocuk, dijital dünyada sadece yaşına uygun içeriklerle meşgul olacak ve bu konuda ailesinin onu yönlendirmesine izin verecek. Bu sözleşmenin altına çocuk ile birlikte anne ve babası imza atacak.[xi]
Çocuklar için dijital medya kullanımında 3-6-9-12 yaş kuralları
Maalesef çocukların telefon ve tabletler kullanarak dijital medya ile tanışmaları neredeyse kundakta başlıyor. Hâlbuki üç yaşından önce çocukların hayatında telefon, tablet, TV gibi hiçbir ekran olmaması gerekiyor. Günümüzde yapıldığı gibi, ağlayan çocuğu susturmak veya öfkelendiği zaman sakinleştirmek için onların eline bu tür aygıtlar vermek doğru değil. Böyle yapıldığında çocuk artık bu durumu ailesine karşı sürekli kullanmakta. Ayrıca ebeveynler böyle kaçamak yollara başvurarak çocuğun gerçekte var olan fiziksel veya ruhsal sorununu görememekte.
Uzmanlar bu gerçekten yola çıkarak çocukluk dönemlerini üçer yıllık yaş dönemlerine bölerek ebeveynlere yardımcı olmak için bu dönemlere uygun tavsiyelerde bulunmuşlar. Fransız psikiyatr Serge Tisseron tarafından geliştirilen “3-6-9-12 Yaş Kuralı” bu konuda ebeveynlere yol gösterici kurallardan oluşan bir rehberlik sunuyor.[xii]
Dr. Esra Ercan Bilgiç bu kuraları şu şekilde özetlemiş: “3 yaşından önce TV ya da diğer ekranlarla ilişki kurmasın. 6 yaşından önce kendine ait oyun konsolu olmasın. 9 yaşından sonra internete, 12 yaşından sonra sosyal ağlara erişebilsin.”[xiii]
Gülbahar Aytekin de konu ile ilgili yazısında şu uyarılarda bulunuyor: “3 yaşına kadar çocuklar ekranın önünde veya ekranın açık olduğu bir odada bırakılmamalıdır. Akıllı telefon, tablet ve benzeri cihazlar çocuk bakıcısı olarak görülmemelidir.”
Yazımızın bu bölümünde, uzman psikolog ve aile danışmanı Sibel Bora’nın çocukların yaş dönemlerine göre dijital dünya ile ilgili tavsiyelerini özetledik.
3 yaş ve öncesi: Çocuğun hayatında üç yaşından önce ekran olmamalıdır. Çocuk bu dönemde duygusal gelişimi için sanal değil gerçek bir iletişim içinde olmalıdır.
3-6 yaş arası: Bu dönemde çocuk ekranla tanıştırılabilir. Ancak yemek sırasında ve uyku öncesinde ekran açılmamalıdır. Bu zamanları çocukla sohbet ederek, gerçek bir ilişki içinde olarak değerlendirmek çok daha iyi olacaktır.
6-9 yaş arası: Artık bu yaş dönemindeki çocuklar bazı şeyleri anlama, düşünme ve karar verme aşamasına gelmiştir. Bu dönemde çocuğa dijital ortamda yüklenen her şeyi herkesin görebileceğini, yüklenen verilerin silinse bile internet ortamından silinmeyeceğini öğretmek gerekir. Ayrıca dijital ortamda dolaşan her haberin ve görüntünün sorgulamaya ve teyide muhtaç olduğu da çocuğa öğretilmelidir. Bundan sonraki adımda onunla konuşup okul ve ders durumlarına göre ekran karşısında geçireceği zamanları ve süreyi karşılıklı olarak belirleyip bunu haftalık bir plân dâhilinde uygulamaya sokmak gerekir.
9-12 yaş arası: 9-12 yaş aralığında da çocuk, yine kullanım süresi ve internette ne yaptığından ebeveynlerinin haberi olacak şekilde kendi başına internete girebilir. Ancak burada yine oturup onunla konuşarak süre ve içerik bağlamında bazı kurallar konulmalıdır. Çocuk, evdeki modemin geceleri kapatılacağını bilmelidir. Ayrıca ebeveyn de bu kurallara uymalı, geç saatlere kadar internet ile meşgul olmamalıdır. Yine 12 yaşından önce çocukların sosyal medya hesapları olmamalıdır.[xiv]
Zararlı içerikler kesinlikle çocuklar ile tanıştırılmamalı. Hem bunu sağlamak, hem de olası durumları kontrol etmek için TV, telefon, tablet ve bilgisayar gibi tüm ekranlar, çocukların özel odalarında değil, ortak kullanım alanı olan salon veya oturma odasında bulunması olmazsa olmazlardan.
Çocuklara dijital ortamı tanıtmak
Daha önce de belirttiğimiz gibi, çocuğun bazı şeyleri dinleyip anlayabildiği çağ olan 8-9 yaş döneminden itibaren onları dijital âlem hakkında bilgilendirmek ve bilinçlendirmek gerekir. Çocuk bu âlemin kendine vereceği faydaların yanında zararları da bilmelidir. Bu zararlara karşı kendisini nasıl koruyacağını, bunun için yapması gerekenleri öğrenmelidir.
Çocuğun bu dönemde iyi bir mahremiyet eğitimine ihtiyacı vardır. Bu mahremiyette, “kişisel veri” dediğimiz ad, soyad -ana baba ve kardeşler dâhil-, TC kimlik numarası, adres bilgileri, şifrelerden başlanarak kendi bedeni ve iç dünyası ile ilgili nelerin mahremiyete girdiği, bu mahremiyetin gerekliliği, sınırları ve neden bu konuya “mahrem” denildiği çocuğa iyice öğretilmelidir. Bu sınırların aşılmasının bir cesaret veya özgürlük göstergesi olmadığı, aksine yapılacak her hatanın onu bir ömür boyu pişmanlıklara mahkûm edeceği lisan-ı münasip ile anlatılmalıdır.
Uzmanlar bunların yanı sıra, çocuğun internet ortamında rahatsız edici bir muameleyle karşılaşması durumunda, bunu ebeveynleriyle rahatlıkla paylaşabiliyor olması gerekliliği üzerinde de çok dururlar. Bu da aile içi iletişimin sağlıklı olmasıyla ilgilidir. Çocuk ailesinden alacağı tepkilerden ve bunun akabinde şiddete uğrayacağından korkarsa bu durumu gizleyecektir. Bu ise sorunu çözmeyeceği gibi bazen çok büyütecek bazen de ruhsal travmalara sebep olacağı için gelecekte ruh sağlığı bozulacaktır.
Yaşa uygun içerik, zamanlama ve kullanım süresi açısından çocuklarımızı bilinçlendirmeli ve bunu takibe almalıyız.
Dijital dünyadan yayılan e-hastalıklar
“İnternet” dediğimiz dijital dünyadan bir virüs gibi yayılan hastalıklar maalesef nesilleri mahvetmekte. Her ne kadar esprili bir yaklaşımla onlara “dijital dünyanın yerlileri” desek de hastalık, yayıldığında yerli yabancı demeden herkesi etkiliyor. İlk başta kendisiyle aşırı meşgul olanlara bu âlemin ilk armağanı asosyallik. Ki bazıları buna “sosyofobi” de diyor. İkinci hastalıksa şiddet.
Özellikle şiddet içerikli oyunlarla büyüyen çocuklar birer genç birey olduklarında etraflarında uyumsuzlukları ile fark edilen ve ilişkilerini şiddet ile çözmeye çalışan kişilere evrilirler. Psikolog Gülşah Aksakallı bu sorunu biraz daha detaylı olarak şöyle izah eder: “Çocuklarda uzun süreli bilgisayar başında oynanan aktif oyunlar sosyal ilişkilerini bozabilir, çocuk veya gençlerde içine kapanma, kendini rahat ifade edememe, sosyal ortamlardan kaçınma gibi sorunları beraberinde getirebilir. Sosyal ilişkilerde kopukluk, ilerleyen zamanlarda yalnızlık hissi hatta depresyona bile sebebiyet verebilmektedir.”[xv]
Dijital dünyanın yaydığı bir diğer hastalık, alışveriş hastalığıdır. Her gördüğünü almaya kalkan bireyler ailelerine maddî sıkıntılar yaşatırlar. Dijital dünyanın özelliklere gençlere bulaştırdığı bir diğer hastalık da hayalcilik. Dahası, kolay yoldan zengin olmak hayâlciliği. Zira dijital para ortamları ilk önceleri kıskacına düşürdüğü kişilere büyük kazançlar vaat etse de akabinde bu siteler bir gece ansızın kapandığında ve muhatap bulunmadığında birçok insan elindeki avucundaki tüm birikimi kaybetmekte, hatta buna tahammül edemeyenler canlarına kıymaktalar.
Dijital âlemin bulaştırdığı bir diğer hastalık da teşhircilik hastalığıdır. İnsanlar sosyal medyalarında kendi fotoğraflarından yediği içtiğine kadar paylaşmakta. Bazıları da akla gelmeyecek rezillikleri normalmiş gibi paylaşabilmekteler. Bu da teşhircilik hastalığının geldiği son noktadır.
Ayrıca ebeveynlerin çocuklarının resimlerini paylaşma hastalığı da farklı bir teşhircilik türü. Gülşah Aksakallı’nın aktardığına göre, “2012 yılında yapılan bir çalışmada annelerin yüzde 98’i, babaların ise yüzde 89’unun çocuklarının fotoğraflarını Facebook platformuna yüklemekte olduğu görülmüş. Hızla artan bu paylaşma eylemi “sharenting” kavramını doğurmuş. Sharenting kavramının ilk olarak “over-sharenting” olarak 2012 yılında kullanıldığı ifade edilmekte. Ayrıca “over-sharenting” kelimesi, 2015 yılında Collins Sözlüğü tarafından “ebeveynlerin çocukları hakkında sosyal medya hesaplarından düzenli ve detaylı olarak paylaşım yapmaları” olarak tanımlanmış. Kullanılan kelime, “share” (paylaşım) ve “parenting” (ebeveynlik) kelimelerinin birleştirilmesi ile meydana gelmiş. Kullanılan kelimenin Türkçe karşılığı henüz bulunmamaktaymış.”[xvi] Şimdi bu tabiri bizim eski Anadolu deyimiyle yan yana getirdiğimizde, “görmemiş ana-baba sendromu” (veya “teşhirciliği”) diye bir tabir de çıkabilir, değil mi?
Aksakallı aynı yazıda bu iyi niyetli paylaşımların sosyal medyadaki kötü niyetli insanların eline geçebileceğini ve pedofilinin yaygınlaştığı bu dönemde hiç umulmadığı bir anda bu tür bir sitede yayınlanabileceği hususunda bizleri uyarıyor. Bunun yanında, kişisel bilgilerin başkalarının eline geçmesiyle şantaj ve dolandırıcılık hâdiseleri de artık sık duyduğumuz ve neredeyse sıradanlaşan olaylardan.
Tabiî bizim bu tespitlerimizin yanında, gerçekten de bilimsel olarak adı konulmuş ve tarif edilmiş hastalıklar mevcut. Bunları da birer cümle ile aktarmak istiyorum.
Phantom vibration syndrome (hayâlî titreşim sendromu): Kişilerin telefonları çalmadığı veya bildirim gelmediği hâlde öyle hissetmeleri durumu.
Cheesepodding: Kişilerin teknolojik cihazları kullandıkları süre zarfında başka bir iş yapmaksızın internet üzerinden mp3 indirme hastalığı.
Photolurking: Sosyal medya araçları üzerinden başka kişilerin fotoğraflarına uzun süreler boyunca bakmak ve bu davranışı sıklıkla tekrarlamak.
Facebook depresyonu: Kişilerin olumsuz duygularını bir başka kişi ile konuşarak daha da pekiştirmeleri, dolayısıyla kendilerini daha mutsuz hissetmeleri.
Youtube narsisizmi: Kişilerin kendilerini tanıtmak ve sanal dünyada bir yer edinmek amacıyla Youtube platformunu kullanmaları.
Ego sörfü veya çevrimiçi narsisizmi: Kişilerin kendileri hakkında yapılan paylaşımlar, beğeniler ve yorumları sürekli olarak takip etme ihtiyacı duymaları ve kendi isimlerini sürekli olarak internette aratmaları.
Selfi hastalığı: Kişilerin sürekli kendi resimlerini çekip sosyal medyada paylaşma düzeyi ile ilgili bir hastalık. Bunun da üç evresi var: Borderline selfitis, “kişilerin kendi resimlerini günde en az üç kez çekmesi fakat bu fotoğrafları sosyal medya platformlarında paylaşmaması” (sınırda selfi hastalığı). Acute selfitis (ileri düzeyde), “kişilerin kendi fotoğraflarını günde en az üç kere çekmeleri ve çektikleri her fotoğrafı sosyal medyada paylaşmaları”. Chronic selfitis (kronik) ise kişilerin kontrol edilemez hâlde kendi fotoğraflarını çekmesi ve günde altı kereden fazla bu fotoğrafları sosyal medya platformunda paylaşması.[xvii]
“İnternet” dediğimiz dijital dünyadan bir virüs gibi yayılan hastalıklar maalesef nesilleri mahvetmekte. Her ne kadar esprili bir yaklaşımla onlara “dijital dünyanın yerlileri” desek de hastalık, yayıldığında yerli yabancı demeden herkesi etkiliyor.
Teknolojik bağımlılık
Daha önce de belirttiğimiz gibi, teknolojiyi aşırı, yanlış ve bilinçsiz bir şekilde kullanan kişilerde fiziksel olarak hâlsizlik, beden duruşunda bozukluk, ellerde uyuşma, gözlerde yanma ve batma, kas ağrıları gibi şikâyetler görülürken; psikososyal olarak ise obsesif (takıntılı), depresif, aşırı savunmacı, kaygılı, düşük özgüven, yalnızlaşma ve yüz yüze ilişki kurmakta güçlük yaşama, sorumluluklarını erteleme gibi problemler görülebilmektedir.[xviii]
Kişileri teknolojiye bağımlı hâle getiren sebepler incelendiğinde ise karşımıza başta “sosyofobi” dediğimiz sosyal ortamlara girmekten ve diğer insanlarla iletişime geçmekten kaçınmak, gündelik hayatta yaşanan stres, kaygı gibi durumlardan kaçınmak, kişilerle yüz yüze iletişim yerine internet üzerinden iletişim kurmak gibi durumlar çıkıyor. Bunların yanı sıra kişinin kendini sosyal ortamda ispatlama çabasına bağlı olarak oynadığı oyunda başarı elde etme ve oyun içinde güçlü bir karakter yaratmaya yönelik yoğun bir çaba harcaması gibi durumlar da sıklıkla görülebilmektedir.[xix]
Sonuç
Teknolojik gelişmenin bir sonucu olarak, artık ister içinde aktif, ister pasif olarak dijital dünya ile yaşamak zorundayız. Bu gerçeğe sırtımızı dönmek, devekuşunun tehlike anında kafasını kuma gömmesi gibi boş bir hamle olacaktır. Çocuklarımızın ve gençlerimizin hem ilgisini, hem sevgisini cezbeden bu âlemi tanımak herkesin aslî görevi hâline geldi. Ebeveynler olarak tanımanın yanında çocuklarımıza bunu tanıtmak durumundayız. Onların bilinçli birer kullanıcı olmalarını sağlamak elimizde.
Küresel dünyanın sanki bir göstergesi olan dijital dünyada maalesef sınır yok. Ancak idareciler konu ile ilgili kanunî yaptırımlar ve belirli kurallar koymak zorunda. Elbette kötü, zararlı ve güvensiz ortamlara erişimin engellenmesi gerekiyor. Hatta bunu sağlayacak yazılımlar da yok değil. Ancak bunların ne kadar yeterli ve etkili olduğu tartışılır. Bunun yanında, dijital dünya için içerik üretmek de artık bir sektör hâline gelmiştir. Yapılması gereken, aslında en başta kendi güvenli içeriğimizi kendimizin oluşturmasıdır. Oyunlardan çizgi filmlere kadar her alanda kendi kültür ve medeniyetimizin kodlarını taşıyan yapımlar, filmler ve animasyonlar üretmek zorundayız. Sonrasında çocuklarımızı ve gençlerimizi bunları izlemeye özendirmeliyiz.
En son adım olaraksa, burada belirtildiği gibi, yaşa uygun içerik, zamanlama ve kullanım süresi açısından çocuklarımızı bilinçlendirmeli ve bunu takibe almalıyız. Aksi takdirde dijital dünya nesillerimizi kendi sınırsızlığı ve kuralsızlığında formatlayacaktır. Sonuçta kuşaklar arasındaki uçurum derinleşecek ve birbirine yabancı çocuklar ve ebeveyn çatışmaları hiç bitmeyecektir.
[i] https://recrodigital.com/dunyada-ve-turkiyede-internet-sosyal-medya-kullanimi-2022/
[ii] https://www.unicefturk.org/
[iii] https://fintechtime.com/2019/09/internet-kullanan-her-3-kisiden-biri-cocuk/
[iv] https://dogruhaber.com.tr/haber/937409-dijital-dunyanin-yerlileri-olan-gencler-icin/
[v] https://dogruhaber.com.tr/haber/937409-dijital-dunyanin-yerlileri-olan-gencler-icin/
[vi] https://www.haberturk.com/yazarlar/damla-celiktaban-1044/1757112-dijital-dunyada-cocuk-genc-ve-yetiskin-olmak
[vii] https://www.unicefturk.org/
[viii] https://www.haberturk.com/yazarlar/damla-celiktaban-1044/1757112-dijital-dunyada-cocuk-genc-ve-yetiskin-olmak
[ix] https://www.guvenliweb.org.tr/blog-detay/dijital-oyunlarin-cocuklar-ve-gencler-uzerindeki-etkileri
[x] https://www.haberturk.com/yazarlar/damla-celiktaban-1044/1757112-dijital-dunyada-cocuk-genc-ve-yetiskin-olmak
[xi] https://dijitalmedyavecocuk.bilgi.edu.tr/2022/01/24/ekran-suresi-baris-anlasmasi/
[xii] https://www.guvenliweb.org.tr/haber-detay/3-6-9-12-yas-kurali-ile-cocuklarin-ekranlardan-korunmasi
[xiii] https://www.haberturk.com/yazarlar/damla-celiktaban-1044/1757112-dijital-dunyada-cocuk-genc-ve-yetiskin-olmak
[xiv]https://www.cocukludunya.com/uzman-yazilari/cocuklarin-internet-kullanimi-hakkinda-dikkat-edilmesi-gerekenler.html
[xv] https://www.guvenliweb.org.tr/blog-detay/dijital-oyunlarin-cocuklar-ve-gencler-uzerindeki-etkileri
[xvi] https://www.guvenliweb.org.tr/blog-detay/sosyal-medyada-cocuk-mahremiyeti
[xvii] https://www.guvenliweb.org.tr/blog-detay/teknoloji-caginin-e-hastaliklari
[xviii] https://www.guvenliweb.org.tr/blog-detay/teknoloji-kullanimi-ve-bagimlilik