Dijital iklim

Zihnimiz, duygu ve düşüncelerimiz henüz tam olarak kuşatılmadı. Saldırı devam ediyor. Biz sağlıklı düşünmeyelim, farkına varıp sorgulamayalım, uyanıp da ayağa kalkmayalım diye ellerinde ne varsa saldıran güçler var.

GÖKYÜZÜNÜ kaplayan bulutlar gibi zihnimizi kaplayan bu dijital çağın bize verdiklerinin kat kat fazlasını götürmesi ne acı!

Bazı zamanlar bulunduğum çağı tahlil etmeye çalışıyorum. Tarihin sayfalarında gezip kendi çağımı kıyaslıyor ve “Bunun ötesinde ne olur ki?” diyerek sonraki çağları tahmin etmeye çalışıyorum. 

İçinde bulunduğum çağ gerçekten çok farklı. Hangi yönden ele alacağımı bilemiyorum. İnternetten başlamak istiyorum; zira internet, bence bu çağın adı olmalı. O kadar büyük bir etkisi var ki sonraki çağları bilemiyorum. Ama önceki çağlardan tamamen ayrıldık. Şu an sınırsız bir veri kuşatması altındayız. Dünyanın verisi avuç içlerimizde. Ki bu, dehşet verici bir durum!  

Diğer teknolojik gelişmeler, araçlar, ev eşyaları, sanayideki gelişmeler bence internetin yanında sönük kalıyor. İklimler gelip geçer, hayat farklı kombinasyonlarda sahne almaya devam eder, ama internetten sonra bazı şeyler çok uzun bir süre değişmeyecek. Dijital iklim, bir kasırga gibi önüne geleni yutmaya devam ediyor. Dünyaya yeni gelmiş bir bebeğin bile ilk gördüğü şeylerden biri, resmini çekmeye çalışan bir cep telefonu değil mi?

Ruhumuza bu kadar baskı uygulamış bir devir var mı Allah aşkına? Durup durup patlayasım geliyor. İyi kötü, deli dolu, acı tatlı yaşananlar vardı, hayat vardı, duygular capcanlı hissedilir ve paylaşılırdı, hikâyeler yaşanır ve hikâyeler anlatılırdı… Şimdi, “İnternet bize ne sunacak?” diye beş dakikada bir ekrana bakıyoruz. Sanıyor muyuz ki biz alışınca ruhumuz da ayak uyduracak? Ruhun bir yaşam şekli var; o sağlanmaz ise hayat bize zindan olur. Oldu da. 

Ruhumuza ters gitmekte ısrar ediyor, bile bile huzursuzluğu seçiyor, bile bile gerçek dünyayı yıkıp sahte dünyaya ve sahte ışıklara koşup kendimizi kendimizle kandırıyoruz. Peki, bunu yapmaya hakkımız var mı?

Haklarınızı biliyor musunuz? Anayasal haklar, sosyal haklar, bireysel haklar… Herkes her şeyi tam olarak bilemez ama bilinmesi zorunlu şeyler vardır. Bir ülkenin vatandaşı olarak sahip olduğunuz hakların yanında bedeninizin, ruhunuzun, nefsinizin, kalbinizin, beyninizin de sizin üzerinizde hakları vardır. Din ve vicdan özgürlüğümüz var. Dinimizi yaşayalım. Düşünce özgürlüğümüz var. Düşünmekten korkmayalım. Haberleşme özgürlüğümüz var. İletişim kuralım. Bilim ve sanat özgürlüğümüz var. Üretelim…

Lâkin iş burada kalmasın ve sorumluluğumuzun farkına varalım! 

Bizi biz yapan sistemlerin bizden isteklerinin de bilincinde olup, yerine getirmekte rehavet göstermemeli, önemsiz görmemeli, en önemlisi de bu konuda ciddî bir sorumluluk geliştirmeliyiz. Nedir bedenin, aklın ve ruhun hakları? Sağlıklı bir çevre bulmaya özen göstererek beş duyunun en güzel şekilde etkilenmesini sağlamaya çalışarak negatif duygu, düşünce ve enerjilere en az şekilde maruz kalmak meselâ…  

Beden için gerekli besin kaynakları konusunda seçici ve bilinçli olmalıyız. Bedenimizin bizden bu desteği isteme hakkı var. İçimizdeki inanılmaz mücadeleyi görmezlikten gelemeyiz. Sağlıklı gıdalar, gıdaların alınış zamanı ve şekli önemlidir. Sık sık ve düzensiz bir gıda alımı yapıldığında, beden içeride alarm verecek ve içindeki sistemlere diyecek ki, “Bütün işi gücü bırakın, sindirim sistemine destek olun!”. Zihinsel faaliyetler, sinirsel fonksiyonlar, enerji akışı ve kısaca tüm sistemlerde bir düşüş yaşanacak. Diğer taraftan sağlıksız gıdalarla mücadele bedeni çok yoracak; sürekli temizlik yapmaya çalışmak ve destek takviyeleri bulamamak ilâve önlemler almayı gerektirecek, beden sinyal verecek. Ama biz “Şişkinlik/ağrı/iltihap oldu” deyip geçiştireceğiz. Bilinçli olmak demek, anlamının ötesinde yaşanması gereken bir olgu ve bu, oturduğumuz yerde avuçlarımıza değecek bir yağmur tanesi değil. Kendini bilme, kendini tanıma yolculuğunu gerektiren ve bu yolda niyet ve çaba isteyen bir çalışma ile mümkün olabilecek bir şeydir kendini tanımak. 

Zihin hakları 

Sonra zihnimizin ve aklımızın hakları var. Sağlıklı ve düzenli bir çalışma için sağlıklı bir çevreye ve sağlıklı bir bakış açısına ihtiyaç var. Olayları değerlendirme süreci de aynı besin işleme sistemi gibidir. Sağlıklı tahlil yapacak bilgi ve bilinç sistemine sahip değilsek olay, kişi ve durumları negatif ağırlıklı değerlendirir, işler ve ona göre kimyasal bir sürece gireriz. Bu da içeride hiç hoşa gitmeyen bir durumdur. Zira hücrelerin elektrik ve frekans ayarı bilinçle doğru orantılıdır. Bilincimiz güçlenirse enerjimiz de güçlenir, yaydığımız titreşimler daha sağlıklı olur ve daha güzel bir hayata sahip oluruz. Başına buyruk ve sorumluluk bilincinde yoksun bir düşünce yapısı ile sağlıklı bir ruhsal yapıya kavuşmanın ve yaşamla sağlıklı bir iletişim kurmanın imkânı yoktur.

İşte zihnin burada en çok saldırıya maruz kaldığı alanlardan biri de teknolojidir! İnternetin ve cep telefonunun bizlere verdiği zararı detaylı şekilde ortaya koyan bir çalışma yapılamadı şu ana kadar. Uzun bir süre de yapılabileceğini sanmıyorum. 

Diğer yazılarımda da bahsettiğim bir konu var. İnsan, konu kendisi olunca nedense bir çatı altında toplanamıyor, kendine ciddî anlamda yatırım yapamıyor. Tabiî bu bazı güçler tarafından da engellenmeye devam ediliyor. Buna en güzel örnek tıp alanıdır. Tıp alanında teknolojiye ve ilaç sektörüne yapılan yatırımın yarısı insanı anlamaya ve alternatif tıbba yapılsaydı hastanelerin şu anki doluluğu onda, hatta yüzde bire düşecekti. Peki, bu durumu bu sektörden kaymak yiyen güçler kabul edebilir miydi? Onlar insanın bilinçlenmesini, sağlıklı olmasını ve güçlenmesini istemediler. Bu noktada insanlık sanki gönüllüce düştü bu tuzağa. Neden? İnsan kendini geliştirmek, yaşadıklarını sorgulamak ve insan olma sorumluluğu almak anlamında çok gayreti olmayan bir varlık. İstisnalar ve onların çabaları gerçekten yetersiz kalıyor. 

Sadece cep telefonu bağımlılığı bile tek başına detaylıca araştırılması ve tartışılması gereken ciddî bir konu. Adeta bedenimizin yeni bir organı gibi olan bu cihazın etkisini çağlar boyunca yapabilmiş başka bir şeyin olduğunu sanmıyorum. Hayatımıza, cebimize ve hatta ruhumuza kadar işleyen bu teknoloji, yaşam şekillerimizi tümden değiştirdi. 

Özellikle sonradan eklenen ve eklenmeye devam eden özellikleri ile cebimizdeki bu mini bilgisayarın bizlere sağladığı teknolojik imkânlar hiç de az değil. Görüntülü görüşme özelliği ile mesafeler tamamen ortadan kalkmış durumda. Cep telefonu artık bir kamera, müzikçalar, ofis elamanı, oyun makinesi, ajanda ve daha birçok özelliği yaşam sekreterimiz olmuş durumda. Ve artık cebimizdeki dünyaya adım atmadan gerçek dünyaya adım atamaz hâle geldik. 

Sabah uyanır uyanmaz yapılacak ilk işlerden biri, gece gelen bir mesaj ya da başka bir bildirim/haber olduğuna bakmak değil mi? Bu durum birçok şeyi özetliyor. Sabah kalktığımızda ve gece yatarken uğramadan yapamadığımız bu şeye siz ne isim verirdiniz?

Ruhumuz isyanda!

Ruhumuzun da üzerimizde hakları var. Oldukça önemli ve basit bir şeyle başlamak istiyorum…

İnsan ruhu gökyüzüne âşıktır. O derinlikte kaybolmak, sonra mavi göğün üstünde yüzmeye çalışan beyaz bulutlarla uzun uzun dans etmek ister. Düşüncelerden kaçmak için en iyi yoldur gökyüzüne dalmak; huzur verir, dinlendirir, şifa verir, fikir verir, dost olur, derman olur. Bir yeşile, bir denize, bir de gökyüzüne insan uzun uzun bakabilmeli. Peki, bunu düzenli olarak yapabilen çok kişi var mıdır sizce? Ekrana bakmaktan boyunlarımız tutuldu. Kafamızı yukarı kaldırabilmek artık daha zor. Sadece ama sadece kayıplarımızdan bir tanesi bu. Ruhumuzu dinleyebilmek, anlayabilmek ve ona göre yaşamak gerek. Ama gel gör ki, onu duyabilecek gönül kulağımız tozlandı, gönül gözümüzü ekran doldurdu. Vaktimiz mi? Kime sorsanız hayat telaşı, aile işleri, okul işleri, geçim derdi… Say say bitmez meşguliyetler... Bunların içinden en üzücü ve komik olanlarından biri, kendine yetecek bir bilgi seviyesinde olduğunu düşünüp de bildiği dışındakilere ihtiyaç duymama hâlidir. Bu tür insanlarla bir şeyler paylaşmaya çalıştığınızda, “Boş ver ya, bana anlatmama gerek yok! Ben her şeyin farkındayım, onlar boş işler! Yok kitap oku, yok kişisel gelişim, farkındalık falan… Bunları geç, bana şunlardan haber ver: Başını sokacak bir evin var mı, işin var mı, ocağın tütüyor mu?” gibi söylemlerle geçiştirme ve bunları sağlayabiliyorsa, sahip olmuşsa başka bir şeye gerek kalmadığını düşünürler. Akşam eve gittiklerinde arkasına yaslanıp, eline kumandayı alıp saatlerce haber, spor, film izlemek, cep telefonundan eş, dost ve akrabaya ait son paylaşımları takip etmek ve varsa bir arkadaşla saatlerce cep telefonunda konuşmak, doğal olarak onların hakkıdır. 

Teknoloji yaşam kalitemize bunca katkı sağlarken, insan kendi yaşamına nasıl bir katkıda bulunmaya çalışmalı sizce? Konforumuz için geliştirilen teknoloji bizi gerçekten konforlu yapabilir. Bu iyi bir şey mi, tartışmak gerek. Bilim insanları beynin çalışma prensibi için şunu ifade ediyorlar: Beyni zorlamazsanız verimi düşüyor. Bizi otomatik pilota alıyor ve yeni bağlantılar kuramadığı için adeta neşesi kaçıyor. Teknoloji her alanda geliştikçe ve hayatımıza daha çok alanda girdikçe bize ait fonksiyonel hareketlerde azalma oluyor. 

Hareket ve düşünce alanında yaşanan daralma, beden sağlığında da darlık getiriyor. Özellikle bağışıklık sistemini zayıflatmanın yanı sıra yaşam sevincini de düşürüyor. Sebepsiz yere mutluluklar, iyilikler, kendine yatırımlar azalıyor. Teknolojinin getirdiği kolaylıklardan olan daha çok bilgiye daha hızlı ulaşma imkânı, insana öyle düşünüldüğü çok katkı sağlamıyor aslında. 

Bilgi, insan onu anlamlandırabiliyorsa, hayatına katabiliyor ve insanlık yararına sunabiliyorsa değer taşır, katkı sağlar ve bizi yükseltir. Diğer türlü elinizde bilgisayar, emrinizde kütüphane ve cebinizde çok para olmuş, kime ne?

Beyin ve ruhun bekledikleri

İnsan beyni ile ruhun birbirine benzeyen yanları vardır. Sürece bilinçli katılım beklerler. Yani hedefini belirleyip o hedef için gayret ve inanç göstermemizi beklerler. Gayret ve inancı olmayan bir bedenin makineden ne farkı olur ki? Tarafımızı belli etmemizi isterler; iyiden, iyiliklerden yana olmamızı, hayata artı değerler, faydalar katmamızı isterler. “İnsan” denen kavramın içini bilinçli olarak doldurmamızı beklemeleri de hakları değil mi? Sonra heyecan ve merak, en önemli yakıtlarıdır. 

Ve “varoluş”… Bu kelimeyi neredeyse tüm yazılarıma dâhil etmeye bıkıp usanmadan tekrar etmeye çalışıyorum. Gerçekten zorlayın kendinizi, bu kavramı tenha bir vakitte, tenha bir köşede uzun uzun düşünün! Var olmak sadece bir hediye, bir nimet, bir lütuf değil; aynı zamanda insana verilmiş bir görev, bulmaca ve sorumluluktur. Allah aşkına, hiç mi heyecan duymaz insan, hiç mi deli gibi merak etmez kendini ve evrendeki sonsuz oluşları? Ne yapsak sonu gelmeyecek bir bilgi ve hikmet dünyasında, sırlarla çepeçevre bir oluşta sıkılacak zaman bulmak, kendi işini bitirmiş gibi başkalarına sataşmak, kendini bırakıp cep telefonunun özelliklerini merak etmek ne garip iştir!

Dijital iklime yakalandık bir kere, bundan kaçış yok! Tam tersi, ondan azamî derecede faydalanmak zorundayız. İlim neredeyse ona koşmalı, onu kucaklamalı. Ama bu koşuş bizi bizden koparan bir durum olmamalı. 

Bugünün çağı

“Zamanımızı, çağımızı bir cümle ile özetle” deseler şunu söylerim: “İnsan ve bedenin tersine doğru en çok yol aldığı çağ”...

Teknoloji harika, eğlence tam gaz, rehavet, tembellik gırla. Diğer tarafta doğa ile savaş, medeniyet çağında akla sığmayan insan savaşlarının devamı, eğitim sistemindeki düzensizlik ve dengesizlik, dindeki çok seslilik, vicdanın azalması vesaire… Daha neler neler hâd safhalara ulaşırken, insan ruhuna hitap eden değerler o kadar azalmış ki, karşılaşıldığında akşam haberlerine konu olmakta. Bu, insanın kendine ters gitmesi değil midir?

Teknolojinin çocuk ve gençler üzerindeki etkisine değinmeden geçemeyiz. Beynin en verimli olduğu zamanlardır çocukluk ve gençlik yılları. Aynı zamanda etki altında kalması ve ihtiyacı da o oranda yüksektir. Peki, nedir ihtiyacı ve etki altında kaldıkları?

Beyin hareket ister, rengârenk bir dünya ister. Çeşit çeşit kokular, farklı mekânlar, hız, canlılık ve özgürlük ister. Sürekli patlamak, yeni bilgilerle, yeni algılarla, yeni ses ve görselliklerle ister de ister. Bu talepler her zaman geçerli ama çocukluk ve gençlikte bu durum hâd safhada. Daha sonra bunlara istediği oranda erişemeyeceğinin farkına varıyor. Çocukluk döneminde ilginç şeyler oluyor. Özellikle çağımızın büyük getirilerinden olan oyun ve film sektörü, renkli, hızlı, sürekli değişen yüzü ile beynin bazı isteklerine yanıt vermeye başlıyor. Beyin bu yapma gıdanın etkisine çok çabuk giriyor; çünkü oldukça renkli, hızlı ve hareketli. Cep telefonu, tablet ve bilgisayarlar da bu durumun araçlarından. 

İnsanın birkaç davranış, söz ve düşünce yapısıyla teknolojinin sağladığı kombinasyonları sağlaması mümkün olmuyor. Seçici, sorgulayıcı ve mantıksal irade yapısı henüz yetişmemiş çocuk beyni ise kararını çoktan vermiş oluyor. O oyunlar oynanacak ve bunun için ebeveynlerle her türlü mücadele verilecek... Durumun farkında olmayan çocuklar ile durumun farkında olsa da ne yapacağını bilemeyen yetişkinlerin çatışmasından kârlı çıkan olmuyor. Durumun farkındayız ama elimizden çok fazla şey gelmiyor. Sorumluluğu almak, millî şuuru yakalamak, ciddî bir eğitim sistemi inşâ etmek, aile yapısını tamir etmek, bilinçli beslenme, kültürel gelişim ve daha birçok alanda köklü değişim ve atılımlarda bulunmak gerekiyor. Ancak böyle bir yerlere varabiliriz. Gelişen teknolojiyi içsel yapımızla dengelemezsek istenmeyen sonuçlar doğurur.

Bize şu an düşen en önemli görev, kendimizin ve çevrede olup bitenin farkına varmaktır. Farkında olamadığımız şeyi değiştiremeyiz. Ayrıca bilinçlenme ve sorumluluk anlayışının gelişimi için çaba sarf etmeliyiz. Yaşam hepimiz için ve onu iyileştirmek elimizde!

Yeterli bilinçlenme sağlanamaz ise teknoloji dengeleri iyiden iyiye sarsacak ve sonunda kontrolü tamamen el alacak, dijital esaret kırılamayacak bir döngüye girecek. 

Zihnimiz, duygu ve düşüncelerimiz henüz tam olarak kuşatılmadı. Saldırı devam ediyor. Biz sağlıklı düşünmeyelim, farkına varıp sorgulamayalım, uyanıp da ayağa kalkmayalım diye ellerinde ne varsa saldıran güçler var. Onlar yanlış beslenme, TV ve cep telefonu ile savaşlar, ekonomi ve çeşitli yapay gündemlerle ömrümüzü tüketmeye devam ederken, bizler sessiz sessiz bekleyecek miyiz? 

İdareyi tek başına bırakmamalıyız. İdare de halktan kopuk hareket etmemeli. 

Rabbim elbet bir gün karanlık güçlere “Dur!” diyecek ama biz, bize düşen sorumluluğa sahip çıkıp önce kendimizden başlayarak çevremize, ülkemize ve yaşama elimizden gelen desteği sunmalıyız. Biraz inanalım, gayret gösterelim ki Rabbimin yardımı ile aşılamayacak şey yok.