ALLAH, beşerî sınırlılıklar
çerçevesinde insanoğlunu hür (özgür) yarattı. Onun hürriyetine son derece büyük
bir önem ve değer atfetti. Zâten bunun böyle olması gerekiyordu. Çünkü kendisinin
koymuş olduğu yasalar (Sünnetullah) gereği bir varlığın eylemlerinden
(fiillerinden) dolayı sorumlu tutulabilmesi için, o varlığın mutlaka hür ve
iradeli olması zorunluydu.
Hür
ve iradeli olabilmesi için de akıl ve zekâya sahip olması şarttı. Nitekim bunu
bilen Allah, “insan” denilen varlığı işte böyle yarattı. Eylemleri (fiilleri)
ile ilgili olarak tercih yapabilmesi için de onu nice imkân ve kabiliyetlerle donattı.
“Aklı
olmayanın dini (sorumluluğu) yoktur” denilir. Çünkü din, sorumluluktur. Takva
da sorumluluk bilincidir.
İslâm,
akıl ve mantık dinidir. Allah, dini (sorumluluğu) akıllı insanlara teklif
etmiş, onlar da kabul etmiştir. O hâlde İslâm, aklı başında olanların dinidir;
başka bir ifâde ile İslâm, aklını kullanamayanların dini değildir.
Aklını
kullanamayanların sahip olduğu dinin adına kendileri ne derlerse desinler;
gerçekte bunun adı İslâm değil, başka bir şeydir. Çünkü Allah, nimetlerin en
büyüğü olan aklı insanoğluna bahşederek onu kullanmasını istemiş ve aklın
kullanılmasını da farz kılmıştır. Bu durum bile, ortaya koymaya çalıştığımız
tezimizin en büyük delili olsa gerektir. Zâten Kur’ân’a hakkıyla bakılırsa,
bunun böyle olduğu rahatlıkla görülebilir.
İşte
bütün bu değerlendirmeler ışığında rahatlıkla söyleyebiliriz ki; insan hür
olmak zorundadır ve hürriyet (özgürlük) insan olmanın olmazsa olmaz bir
özelliği ve değeridir. Bu özellik ve değer kaybedilir ya da zorla veya değişik
biçimlerde insanlardan çalınırsa, işte o zaman faşizm ve kölecilik başlamıştır
demektir. Çünkü hürriyet, insanın onuru ve şerefidir. Onurunu ve şerefini
kaybedenler, yaşayan ölülerdir. Yaşayan ölülerin de bir objeden, bir nesneden,
bir eşyadan (materyal olarak) farkı yoktur.
Bütün
“-izm”ler (-cılık, -culuk) de insanın tabiatına (doğasına) aykırıdır. İnsanoğlunun
öteden beri içerik ve şekil olarak değiştire değiştire günümüze kadar getirdiği
baş belâsı kölecilik anlayışı işte budur.
Eskiden
klasik kölecilik vardı. İnsanlar, savaşlarda ganimet olarak elde ettikleri insanları
köleleştirerek köle pazarlarında ya satarlar ya da onları en ağır işlerde çalıştırırlardı.
Şimdi ise daha ince bir siyâsetle modern kölecilik, post modern kölecilik,
hattâ dijital kölecilik ortaya çıktı ya da çıkarıldı.
Eskiden
zorla kölecilik ya da zora dayalı kölecilik yaptırılırdı (Alex Haley, “Roots”;
‘Kökler’, Kunta Kinte), şimdi ise küreselleşmeyle birlikte gönüllü kölecilik doğdu.
Çünkü dijital teknoloji ve sosyal medya, kitlelerin kendi kendilerini
köleleştirmede muazzam bir iş ve işlev gördü.
Bununla
birlikte Twitter, Facebook, WhatsApp gibi sosyal ağ ve sosyal medya şirketleri,
insanların birbirleriyle haberleşmesini, mesajlaşmasını, iletilerini ileterek
iletişim sağlamalarını realize etti.
Ayrıca
bu kuruluşlar bilgi, belge, resim ve fotoğraf gibi paylaşımların yapılmasına
imkân vererek bilginin yaygınlaşmasına katkıda bulundular. Çok önemli küresel
şirketler olan bu kuruluşların elektronikleşme, dijitalleşme ve bilişim
dünyasına çok önemli katkılar sundukları inkâr edilemeyen bir gerçekliktir.
Ayrıca
Microsoft gibi uluslararası elektronik ve yazılım şirketleri, bilişim teknolojileri,
yapay zekâ ve otonom robotik sistemlerin oluşmasına, gelişmesine ve buna
paralel olarak bu sahalarda her türlü ürünün üretilmesine çok büyük katkı
sağladılar.
Bütün
bu teknolojik gelişmelere, bilginin üretilerek çoğaltılması ve
yaygınlaştırılmasına ve dahi üretilen teknolojik araç ve gereçlerin yaşamımızı
oldukça kolaylaştırmasına rağmen, yine de insanlık tarihinde kölecilik ruhu hiç
bitmedi ve köleci zihniyet hiç değişmedi…
Sadece
şekil ve biçim olarak değişime uğrayan bu ruh ve zihniyet, mahiyet itibariyle
günümüze kadar kesintisiz bir şekilde devam ederek geldi.
Küreselci
bu şirketler, bilginin ve teknolojinin gücünü kullanarak, ahlâkî ilkelere de
riayet etmeden, algı operasyonları ve manipülasyonlarla insanları istedikleri
gibi etkileyip yönlendirdiler.
Çıkarlarına
hizmet eden bilgi ve haberlerin yayılmasına imkân verdiler. İstemedikleri veya
çıkarlarına hizmet etmeyen bilgi ve haberleri sansürleyerek ya sosyal medya
hesaplarını kapattılar ya da askıya aldılar.
Çünkü
bu tutum, vahşi kapitalizmin bir gereğiydi. Kapitalizmde çıkar, menfaat, para
her şeydi. Din de paraydı, iman da paraydı, ahlâk da paraydı.
İşte,
uluslararası şirketlerin ve küreselcilerin bütün bu düşünce ve uygulamaları,
tam bir “dijital faşizm ve dijital
kölecilik” zihniyetidir. Kendileri de bu zihniyetin küresel temsilcileridir.
Ama
işin acı ve ilginç tarafı şu ki; küreselcilerin kurmuş olduğu bu tuzaklara
insanlar gönüllü olarak düştüler ve küreselcilerin gönüllü kölesi oldular! Hiç
dikkatli ve seçici davranmadılar! Kendi elleriyle kendi özgürlüklerine son
verdiler. Fakat bunun farkına bile varmadılar. Çünkü küreselciler tarafından
kendilerine algı operasyonlarıyla süslenip püslenerek, ambalajlanarak öyle bir
özgürlük tanımı sunulmuştu ki tâbir-i caizse katillerini sevdirdiler.
Dolayısıyla
bu kürre-i arzda köleler, köleciler ve kölecilik zihniyeti hiç bitmedi ve bu
gidişatla hiç biteceğe de benzemiyor.
Hâlbuki
Allah, insanoğlunu hür ve özgür yaratmıştı ve insanın hürriyetine en büyük
değeri vermişti. Ama insanoğlu bu değerin kıymetini bilmedi; nankörlerden,
zâlimlerden ve kaybedenlerden oldu!
Ne demişler? Kendi hür iradesiyle düşen, ağlamazmış. Vesselâm...